ABD’nin Stratejik Ortağı
Türkiye Değil AKP’dir!
Şükrü Alnıaçık
Türkiye Cumhuriyeti, kurulduğundan bu yana yer aldığı cepheye uygun olarak soğuk savaşın çeşitli siyasi, kültürel, ekonomik ve ideolojik saldırılarıyla karşı karşıya kalmıştır. Bu dönemde yaşanan en büyük talihsizlik ise ABD ile yaşanan gizli ve sürekli gerginliğin ülkedeki ideolojik gruplar tarafından fark edilememesi nedeniyle Türk derin devletinin kendi anti-amerikancı insan unsurları ile de arasının bozulmuş olmasıdır. Sıradan bir lise dersinde bile anlatılan soğuk savaş usullerinin kitabını yazmış bir kurumun son saldırılarda bu kadar çok yara alması, 1980’lerde ABD’nin savaş ve istihbarat konseptinde meydana gelen değişikliklerle ilgilidir.
Aslında 1 Mart 2003 tezkeresi olayında yaşanan ve 4 Temmuz 2003 Süleymaniye olayıyla açığa çıkan gerginliğin “Metal Fırtına” gibi bilim kurgu romanlarına
ihtiyacı yoktu. Çünkü Türkiye senelerdir zaten sert bir metal yağmuru altındaydı ve ABD’nin farklı emperyalist taktiklerle kırdığı metalin haddi hesabı yoktu.
ABD’nin halen tanımadığı Lozan Barış Antlaşması, bir imparatorluğun miras ve terekesinden yeni bir ulusal devlet çıkaran “kurucu” bir antlaşmadır. Kurucu antlaşmalar, kurdukları devletlerin diplomatik omurgasını, uluslar arasındaki şahsiyetini ve hukuki varlığını ifade eden kapsamlı metinlerdir. Öyle ki Lozan’da karara bağlanmamış Musul, Kıbrıs Türkleri gibi konular, seneler süren uluslarararası sorunlara dönüşebilmişlerdir. Kurucu bir antlaşmayı tanımayan başat bir gücün de kurulan devletin bütün tarihi meseleleriyle ilgili rezervler oluşturması ve bunları soruna dönüştürmesi mümkündür.
Amerika Birleşik Devletleri, Türkiye’nin ilişki ve ittifak kurduğu devletler arasında Lozan Antlaşmasını hala tanımayan tek ülkedir. Birlikte Kore Savaşına girmemize ve Nato’daki müttefikliğimize rağmen ABD’nin böylesine inatçı bir kararlılık içinde Lozan’ı tanımamasının birinci nedeni, başkan Wilson zamanında “mağdur” Ermenilere verilen “devlet kurma sözü“dür. Ermeniler, Bolşevik İhtilalinden sonra Sovyetler bağlı bir devlet kurmuşlardır. Ancak nüfus istatistikleriyle oynayarak kendilerini çoğunluk gibi gösterdikleri “Doğu Anadolu” bu devletin sınırları içine alınamadığı için Ermeni meselesi ABD’nin ajandasındaki yerini korumuştur.
PKK ve BDP talepleriyle harmanlanan “Ermeni soykırımı” iddialarının salon erbabı Robertliler tarafından dile getirilmesi, hatta Cemal Paşa’nın torunu (DNA testi gerekir) Hasan Cemal’den bile destek bulmuş olması, bu konunun Lozan’ı da bloke ederek Amerikan ajandasındaki sıcak yerini koruduğunu göstermektedir. Apo’nun Kenya’da teslimi, AKP projesi, Açık Toplumcu STÖ hücumları,
ABD – AKP – PKK ilişkileri ve İmralı gibi garip süreçler, ancak bu arka plana oturduğu zaman anlaşılabilir hale gelmektedir.
ABD, Türkiye Cumhuriyetiyle değil, zamanın ihtiyaçlarına göre hükümetlerle ve kendisiyle işbirliği yapabilen unsurlarla ittifak yapmaktadır. “Kurucu Antlaşma” olan Lozan’ı tanımadığı sürece de bu durum değişmeyecektir. ABD’nin ortadoğudaki Stratejik ortağı, Türkiye Cumhuriyeti değil Adalet ve Kalkınma Partisidir.
Başlıktaki iddiamızım inandırıcılık testinden geçebilmesi için “ABD bunca yıl neyi beklemiştir?” sorusunun cevaplanması gerekiyor. Aşağıdaki kronolojik bir tablo, ABD’nin AKP projesi ortaya çıkana kadar nasıl ve neden Türkiye Cumhuriyeti ile stratejik ortak olabildiğini gösteriyor.
ABD Bunca Yıl Neyi Beklemiştir?
-ABD, II Dünya savaşına kadar İngiltere’nin ve Fransa’nın Ortadoğudaki işlerine pek karışmadı.
1929 Ekonomi bunalımı da bu içe kapanık dönemin 1945’e kadar uzamasında etkili oldu.
-İngiltere’nin bölgeye müdahil olduğu bu dönemde 1932’de Nazilerin Almanya’da iktidara gelmesi, Türkiye’nin elini kuvvetlendirdi. Hatta 1932’de Milletler Cemiyetine üye olunca 1936’da Boğazlar ve 1938’de Hatay sorunları Türkiye’nin istediği gibi çözüldü.
-1939-1945 “Alman Harbi“nde Kuzey Atlantikçilerin bizimle uğraşacak vakitleri olmadı.
-1946’da Stalin Ortadoğu’yu tehdit edince ABD, Türkiye’yi Marshall planı içine aldı. 1915-23 meseleleri rafa kaldırıldı.
-1950’de Kore Savaşında Türkiye’nin katkısı, eski meselelerin raftaki yerini sağlamlaştırdı.
-1952’de NATO’ya girdik; SSCB’ye karşı büyük bir üs görünümü kazandık.
-1952-1990 arasında el ele Komünizmle mücadele ettik. Komünist Ermenistan ve kaypak Barzani için ABD Türkiye’yi kaybetmeyi göze alamazdı.
-1975-1980 arası Marksist anarşizm, bölücü Kürtçülük ve Ermeni Asalası peşpeşe sahne aldılar;
-1980-1990 İran Devrimi problemi ve İran-Irak Savaşıyla geçti.
-1990’da soğuk savaş bitti. ABD, eski sosyalistleri ve otoriter ulusal devletleri kıvama getirme işlerini
NED ve ona bağlı Sivil Toplum Örgütleriyle halletmeye başladı.
Türkiye’de doğal STÖ görünümündeki cemaatler ve onların desteklediği “intikamcı AKP” Sevr planı, Kürt ve Ermeni meselelerinin Wilson prensiplerine göre çözümü için son derecede elverişli bir stratejik ortaktı.
AKP’nin Türkiye’nin yerini alarak ABD ile stratejik ortak oluşunun gerekçesi ve hikayesi bundan ibarettir. “Peki çözüm için ne yapmalı?” Bize göre önce önce sorunu ortaya koymak sonra da hedef ve eylem birliğini sağlamak gerekiyor.
Birlik kavramı, Milliyetçi ideolojinin öncüllerindendir. Öyleyse “akılda birlik ve gönülde beraberlik” için Milliyetçiler dünden hazırdır.
Şimdi gözünde bir damla izan ve gönlünde bir damla Türklük olan Ulusalcıların, Milli Görüşçülerin, Sosyalistlerin ve samimi Liberallerin, ABD’nin yandaşı olarak gördükleri için şuraltında besleyip büyüttükleri “derin Türkiye düşmanlığını” bir tarafa bırakarak, ABD yandaşı kişi, örgüt ve hükümetleri sorgulama zamanı çoktan gelmiş de geçmektedir.