ÜÇ HİLÂL’İN KAHRAMANLARI
Çizgi ustası ülkücü iki kardeş:
CEM ERTÜRK – BEYİT ERTÜRK
Ahmet B. KARABACAK
Hayata başladığımız, daha doğrusu okuma merakına kapıldığımız 9 -10 yaşlarımızda Çocuk Haftası, Çocuk Âlemi, Armağan, Yavru Türk (şimdi olsaydı Yavru Türkiyeli mi dememiz gerekirdi?) gibi dergilerle tanışmıştım. Çocukluğumun ve ilk gençliğimin geçtiği İstanbul, Fatih’teki mahallemizde kırtasiyecilik yapan Acem Ahmet amcanın iyi bir müşterisiydim. Her hafta Çarşamba günleri yayınlanan bu dergilerden bazılarını benim için saklar, uğrar alırdım. Bazen param olmaz, ama o gene benim dergilerimi verir, param olunca öderdim. Gene onun dükkânında sattığı Hz. Ali’nin cenkleri, İmdat Ya Ali, Hz. Ali Aslanlar kalesinde vs. kitapları alır, okurdum. Yıllar sonra düşündüm; neden Acem Ahmet amca diyorduk. Elbette bunu büyüklerimizden işitmiştik. Kendisi zannediyorum, Iğdır’lı bir Caferi idi. Yanlış bir biçimde Acem diyorlardı. Dükkânından Hz. Ali kitaplarını eksik etmezdi. Ben de alır, zevkle okurdum. Galiba Kanaat Yayınevinin çıkardığı kitaplardı.
Çocuk dergileri o zamanlar daha çok yazı ağırlıklı idi. Gene o dergilerde bizim nesli ve sonraki nesilleri çok etkileyen Kemalettin Tuğcu’nun kısa çocuk romanlarıyla tanıştım. Elbette bu dergilerden o yaşımıza göre çok şeyler öğrendim. Bu dergilerin arka sayfalarında resimli roman olurdu. Bir kısmı, o sıralarda sonradan öğreniyorum, Fransızcadan, İngilizceden çevrilen, oralarda, hatta dünyada klâsik olan romanlardı ve çizgi roman haline getirilmişlerdi. Viktor Hugo’nun Sefiller ‘ini ilk defa oradan okudum. Fantin’e üzülür, hırsızlık hastalığından bir papazın iyi niyeti ile kurtulup, yardımsever bir insan olan Jan Val Jan’ı takdir eder, komiser Javer’den nefret ederdim. İleriki yıllarda tercüme edilip, Türkçe baskısı yapılınca hemen bu beş ciltlik kitabı aldım. Demek ki, çocukluğumda okuduklarım bende bir iz bırakmıştı. Gene İngiliz klasiklerinden Çalınan Taç adlı romanın çocuklara uyarlanmış çizgi romanını o dergilerden birinden okudum. Elbette daha başkaları da var: Deniz Kurdu, Deniz Altında 20 bin Fersah vs.
Armağan dergisindeydi galiba, bir çizgi roman başladı: Turgut Reis. Bu bir Türk ressamının elinden çıkıyordu; yıllar sonra tanıştığım ve tanışınca çok duygulandığım ve sevdiğim Şahap Ayhan. Şahap Ayhan, o gün için çizgi romanın bir öncüsü idi. Saçma sapan Amerikan çizgi romanlarının Türkiye’yi işgal etmediği dönemde zor bir işe çok genç yaşta başlamıştı. Romanların hikâyesini hem kendi yazıyor, hem de resimliyordu. Onun haftada bir çıkan ve tamamı onun eliyle çizilen Köroğlu çizgi romanı, çizgi ve anlatım olarak o gün için muhteşemdi. Tanıştığımız zaman kendisine bunu söyledim. “Bir şeyler yaptık işte” diye alçak gönüllülükle geçiştirdi. (Şahap Ayhan ile tanışmamızı kısaca anlatmak istiyorum. Bizim Beyazıt’taki yayınevinde bir yaz günü otururken 40-45 yaşlarında spor giyimli biri selâm vererek içeri girdi; gayet rahat bir şekilde oturdu. Kitapçıları gezerken, bizim yayınladığımız kitapları görmüş, ilgi duymuş, gelmiş. Biraz sohbet ettikten sonra ismini sordum. Şahap Ayhan deyince önce şaşırdım, sonra sevindim. Onun gazetelerdeki çizgilerini devamlı görüyordum. “Üstat, dedim, siz benim kitap, dergi okuma alışkanlığıma sebep olanlardansınız. “ Gene tevazu ile “yok canım “ falan dedi. Güzel bir hatıra idi. Bu büyük çizgi ustası 2005 yılında vefat etti.)
Türkiye’de çizgi romanın öncüsü olan Şahap Ayhan’dan sonra da pek çok ressam yetişti ve bu konudaki yabancı istilâya karşı mücadele ettiler…
** *
1 976 yılında bir grup arkadaşla beraber, Türk-İslâm Ülküsü davasını temel alan bir fikir dergisi çıkarmağa karar verdik. Derginin adı ÜLKÜCÜ KADRO olacaktı. Bu dergi hem fikrî sahada öncü olmalı, hem de teknik kalite olarak diğer yayın organlarından güzel olmalı idi. O zamanlar özellikle dergiler eski teknikle basılıyor, pek kaliteli olmuyordu. Bugün artık olağan olan ofset baskı tekniği o zamanlar yeni yeni uygulanıyordu. Biz bunu tercih ettik. Yazarlarımızı ve yazılarımızı hazırlamağa başladık. Grubun içinde en tecrübeli bendim. Daha önce iki derginin sahipliğini yapmış, uzun süreler neşretmiştim. Ben ofset tekniğinden de anlayan, grafikte usta, aynı zamanda idealist, yani Türk milliyetçisi birinin bu teknik meseleyi üstlenmesini arzu ediyordum. Bu öyle biri olmalı idi ki, hem sayfa düzenlemesini yapsın hem de kapak resimlerini çizsin. Ayrıca bir şartımız da, bizden maddi bir karşılık beklemesin. Biz nasıl amatörce bu işi yapıyorsak, onun da öyle olması gerekiyordu. Böyle birini bulmak da o gün için pek kolay değildi. Esasında benim kafamda böyle iki kişi vardı; iki sanatkâr kardeş: Cem Ertürk ve kardeşi Beyit Ertürk. Cem’e bunu söylemek için çok düşündüm. Kendisi Türkiye gazetesinde çalışıyor, Deli Kasım diye bir çizgi romanı hem yazıyor, hem de çiziyordu. Beyit ise gene bu gazetenin yayını olan Türkiye Çocuk dergisinde çalışıyordu.
İki sanatkâr kardeş Taşova’dan gelmişler, İstanbul gibi adam yiyen bir şehirde kalem ve fırçalarıyla hayat mücadelesi veriyorlardı. Kendileriyle ileri derecede bir dostluğum vardı. İkisi de bana aga der, bizim evde yapılan toplantılara katılırlardı. En büyük korkum onların iş hayatına zarar vermekti. Çaresiz Cem’e durumu açtım. Yüzüme baktı: “Aga dedi, bunu bana teklif etmeyeceksin diye korkuyordum. Zaten teklif etmeseydin bir daha sizin yanınıza gelmeyecektim.” Ona endişemi söyledim. “Merak etme, bir şey olmaz.”dedi. Gazetedeki işlerini bitirince, ne kadar geç olursa olsun bizim derginin hazırlandığı yere geliyor, saatlerce çalışıyordu. Bu çalışmalar bazen günlerce sürüyor, beğenmediğimiz karikatürleri ve kapakları yeniden çiziyordu. Elbette onun, kendi işinden dolayı bazı aksamalar oluyor, derginin bütün ağırlığını çeken Hasan Külünk bazen çileden çıkıyor, bana onu şikâyet ediyordu. Ama dergi hazırlanıp, ortaya çıkınca bütün sıkıntıları unutuyorduk.
Cem Ertürk’ün gelmesiyle kadromuz tamamlanmıştı. Ve biz, inanıyorum ki, o güne kadar çıkan dergilerin çok güzelini Türk milliyetçilerine kazandırdık. Hem fikrî açıdan, hem de teknik açıdan Ülkücü Kadro dergisi bir çığır açtı. O güne kadar görülmemiş bir tiraja ulaştı. Sonra ne mi oldu? Onu Üç Hilâlin Hikâyesi adlı kitabımda etraflıca anlattım. Evet, fincancı katırlarını ürkütmüştük. Pis politika bize de zarar verdi.
Cem ve Beyit Ertürk çalıştıkları gazete ve dergilerde devamlı Türk Milliyetçiliğinin gelişmesi mücadelelerine devam ettiler. Hatta Cem, yazdığı ve çizdiği çizgi romanı beyaz perdeye de aktardı ve büyük başarı kazandı.
Sevgili Cem, daha çok hizmet edeceği bir yaşta vefat etti. Beyit ise çizgileriyle mücadelesine devam ediyor.