Esenyurt Ülkü Ocakları’nın 28.hafta seminerinde sözde Ermeni soykırımı konu alındı. Tarihçi , arşiv uzmanı Mücahit Demirel; Türkler fatih bir millet olmasına rağmen tarihin hiçbir döneminde kendi dışındaki toplumlara sömürge ve asimile zihniyetiyle yaklaşmamıştır, kendi hayatının devamı için başkalarının yaşaması gerektiği düsturunu her zaman devlet ve toplum hayatına toplanmıştır, dedikten sonra konuşmasını şöyle sürdürdü:
Ermeniler bin yılı aşkın bir süredir Türklerle yan yana yaşayan bir topluluktur ilişkiler başlangıcından itibaren yani Türkmenlerin Azerbaycan ve doğu Anadolu bölgelerine hâkim olmalarından bu tarafa siyasi ve sosyal ilişkileri günümüze kadar devam edegelmiştir. Bu zaman silsilesi içinde Türk toplulukları her cihetten Ermenileri himaye ve muhafaza eden bir siyaset takip etmişlerdir. Ermeniler Bizans’ın acımasız dini ve siyasi tasallutundan Selçuklu Türkmenleri sayesinde kurtulmuşlardır onlara bahşedilen her türlü hürriyet siyasi ve sosyal hayatlarında gelişmelerine yüksek katkı sağlamıştır.
Türklerin hazırlamış olduğu ortam sayesinde dinen iyi bir yer edinen Ermeniler, Eçmiyazin, Sis ve Ahtamar’da bulunan kutsal makamları yeniden ihya etmişlerdir Selçuklu idaresi dışında site devletleri olarak isimlendirdiğimiz siyasi teşekkürler meydana getirmiş olsalar bile yine bunların bekası için Türklerden destek almak mecburiyetinde kalmışlardır.
Selçuklu devletinin parçalanması neticesi ortaya çıkan Türk beylikleri de aynı prensibe devam ettirerek kendi idaresi altında yaşayan kendine tabi olmuş Ermenileri ve diğer gayrimüslimleri tüm varlıklarını garanti ve emniyet altına almıştır.
İstanbul’un Fethine müteakip Fatih Sultan Mehmet Ermeniler ile devlet arasındaki ilişkilerin tanzimi devlet katında temsili ve kendi inançları dairesinde hukuki milli ve sosyal düzenlemeye imkan sağlamak amacıyla bir patriklik kurulmasına müsaade etmiş böylece milliyet statüsü kapsamı içerisine alınmıştır. Ayrıca birçok gayrimüslim cemaati ermeni patikleri ne bağlayarak bunları da ermeni milleti şemsiyesi altına almıştır. Milliyet Osmanlı tarihi literatüründe dini kıstaslara baz alarak bir araya gelmiş ve bu kıstaslar etrafında hayatlarını idame ettirebilmeleri için teşkilatlanmış toplulukları tarif için kullanılan bir tabirdir patik çok özel yetkilerle donatılmış tüzel bir kişiliği temsil etmekteydi.
Ermeniler Osmanlı devleti içinde özel bir yere sahiptir nitekim sultan ikinci Mehmet başkent olmasına rağmen ülkenin değişik bölgelerinden ve ülke dışından İstanbul’a ermeni nüfusunun iskanında hiçbir beis görmemiş hatta teşvik etmiştir Ermeniler devlet ve sosyal hayatın her safhasında ve kademesinde hiçbir engelleme ile karşılaşmadan yer almışlardır devlet ve yerel idareciler Ermenilere sonsuz güven beslemişlerdir bu güvenden dolayı Ermenilere devletin en üst kademelerinde görev verilmesinde Herhangi bir sakınca asla görmemişlerdir. Ekonomik hayatta da çok etkin durumda olan Ermeniler devletin bu alanda kasası konumundaydılar.
Hoşgörü ortamından istifade eden Ermeniler bürokraside de çok etkin ve etkili bir duruma gelmişlerdi. Özellikle hariciye, maliye gibi önemli bakanlıklarda istihdam edilmişler bunlar içinde nazarlığa terfi edenler dahi olmuştur. Ermeniler askerlik yapmadıkları için ve İslam hukukundaki gayr-i Müslimlere uygulanan vergi sisteminin getirmiş olduğu avantajlardan dolayı Müslümanlara nispetle çok daha fazla maddi güç elde etmişlerdir.
Asırlarca Anadolu’nun muhtelif yerlerinde Türklerle beraber yaşayan ve hiçbir sorunları olmayan bu toplum, XVII. Yüzyıldan itibaren başta Fransa olmak üzere batılıların hedefi haline gelmiştir. Özellikle Fransa’nın Ermenileri Katolik mezhebine çekmeyi amaçlayan misyonerlik faaliyetleri bu toplumun önce kendileri, daha sonra tebaası bulundukları Osmanlı devleti ile aralarının açılmasına sebep olmuştur. Zira gregoryen mezhebindeki Ermeniler Katolikleri dışlamışlar hatta yer yer öldürmeye varan kavgalar vuku bulmuştur. Bu olaylar devleti uzun süre meşgul eden önemli bir mesele olarak ortaya çıkmıştır. Devlet bunları barıştırmak için yoğun çaba sarf etmek zorunda kalmıştır.
Doğu Katolikliğini temsil eden şark kiliseleri Osmanlı devletine bağlılıklarından hiçbir vakit tereddüt göstermemişlerdir. Zira Osmanlı devleti faaliyetlerinde bu kiliseleri tamamen serbest bırakmış hatta kendi döneminde Vatikan’a bağlı diğer kiliselerden daha bağımsız idiler. Bu hürriyet ortamında şark Katolik kiliseleri, Vatikan’a bağlanmak ve oradan gelen kutsal emirleri yerine getirmek istememeleri sebebiyle papalığın ve dolayısıyla buradan emir olan Avrupa Katoliklerinin hiddetinin Osmanlı üzerine çekilmesine sebep olmuştur. Bir süre sonra bu mesele Osmanlı Katolikleri arasında nifak girmesine ve büyük bir mücadelenin başlamasına yol açmış ve Ermeniler “mutezile” ve “gerçek Katolikler” gibi dini bir bölünme süreci yaşamışlardır.
Diğer taraftan İngiltere ve Amerika merkezli Protestan misyoner kuruluşları yine hedef olarak Ermenileri seçmişler ve bunların protest anlaştırılması için memleketin dört bir yayılan kolejler açmışlardır. Bu kolejler sayesinde Ermenilerin beyinleri iğfal edilmiş ve tebaa-yı sadıka bu okullar ve misyonerlerin çalışmaları sayesinde anarşist bir topluluk haline getirilmiştir. Söz konusu okulların birçoğu ermeni ihtilal komitelerinin merkezi konumundaydı, Buralarda görev yapan öğretmenler komitelerle yakın temasta olup hatta Merzifon örneğinde olduğu gibi birinci derecede komite yöneticisiydiler.
Tanzimat ve onu izleyen ıslahat dönemlerinde gerek sosyal yapıda gerekse devletin bünyesinde çok köklü değişimlere gidilmiştir. Avrupa devletlerinin baskısıyla ve gözetiminde yapılan bu inkılaplar zaten güçlü olan gayr-i Müslim unsurları ve hassaten Ermenileri her alanda daha da güçlü hale getirmiştir. Ermeniler yavaş yavaş devlete olan bağları zayıflanmış, üzerinde hâkim unsur olarak kendine mezhepçe en yakın olan Avrupa devletini görmeye karar vermiştir. Bu dönemde yalnız Ermeniler değil onlarla birlikte diğer gayr-i müslim topluluklarının da devletten kopma süreçlerini hızlanmıştır.