Şah İsmail, şüphesiz ki Türk kültür ve tarihinde çok önemli bir şahsiyettir. Mutlaka her Türk devlet adamı gibi takdir edilecek yanları bulunmaktadır. Bu bakımdan İsmail’in üzerinden 500 yıl geçtikten sonra mutlaka tartışılması şarttır. Şimdi buna “Özeleştiri” diyorlar ama geçmişi tartışılmayan bir milletin geleceğinin düşünülmesi mümkün değildir. Biz Anadolu Türkleri olarak, belki devletlerimiz ayrıydı ama milletimiz birdi. Nasıl bugün oluşumları ayrı 6 Türk Devleti ve buna yakın Özerk Cumhuriyet’i, umum Türk devletleri hudutları dışında kalan münferit Türk toplulukları hepimizi ilgilendiriyorsa geçmişi de böyle görmek ve değerlendirmek zorundayız. Cumhuriyetin “Umumi Türk Tarihi” anlayışında eksiklikleri kabul etmekle beraber yanlışlığına hiç ihtimal veremem. Bu sebeplerle Cumhurbaşkanlığı forsunda yer alan Timur İmparatorluğu simgesine karşılık Safevi Devleti simgesinin olmayışını bir türlü anlayamamışımdır. Bazıları bunu Osmanlı ile sürtüşmeye bağlarlar ama aynı sürtüşme Emir Timur ile de yaşanmıştır. Bu işi bir takım inanç unsurları ile de izah edemeyiz. Çünkü “Fors”un temsil ettiği sosyal topluluğun önemli bir kısmı Anadolu’da yaşamakta ve pek canlı bir vaziyette ayakta durmaktadır. ”Fors”un kaynağı elbette Cumhuriyet ve Mustafa Kemal’dir. Meseleye bu açıdan bakarsak Anadolu’da sözü edilen insanların tamamı hâlâ bu görüşlerin en temiz taşıyıcılarıdır.
Meseleye bu açıdan bakılınca bir arıza olduğu hemen göze çarpmaktadır. Şah İsmail ve dayandığı Türkmen aşiretlerini temsil eden Safevilerin, Türk Kültürüne çok büyük hizmetler ettikleri bir gerçektir. Hatta bu devletin oluşumunda insan kaynağı olarak Anadolu motiflerinin kullanması (F. Sümer), onları Anadolulu gözü ile görmemizi bile gerektirebilir. Elbette Pir Sultan Abdal ve daha niceleri netice itibariyle Anadolulu ozanlardır. Bunu inkâr edersek daha sonrakileri, bilhassa Âşık Veysel’i açıklamamız mümkün olmadığı gibi Yunus Emre’yi de, okul kitaplarından kaldırmamız gerekecektir. Bütün bunların ötesinde kendisi de çok büyük bir şair olan Şah İsmail’in, “Hatayî” mahlası ile söylediği tertemiz deyişleri nereye koyacağız? Bugün için Şah İsmail ve Safeviler ile ilgili yapılan modern çalışmalarda onların dini görüşlerinin siyasi olduğu fakat taşıdıkları “Türkmenlik” ruhunun, zamanımızda önemli bir hakikat olarak ayakta durduğunu görmekteyiz. Bugün bu gerçeği Safevi topraklarında daha rahat müşahede etmemiz mümkündür. Çok ilgi çekicidir ki, o topraklarda bugün inançlarla ilgili en ufak bir tartışma yaşanmazken, Anadolu’da hâlâ o devrin münakaşalarının devam ettiğini esefle görüyoruz. Bu da, gerçeklerden ne kadar uzak ve yanlış yollarda olduğumuzu ispata yeterlidir. Demek bu konuda kabahati evvela kendimizde aramalıyız. İsmail’in Çaldıran’dan sonra hiçbir savaşa katılmayarak münzevi bir hayat yaşaması, bize onun iyi bir siyaset adamı olmaktan ziyade dehşet bir şair ve büyük bir düşünce adamı olduğunu ortaya koymaktadır. Bu bakımdan Şah İsmail ve Safevilerin Türk Kültür ve Edebiyatına katkılarını ve hâlâ devam eden tesirlerini katiyetle görmemezlikten gelemeyiz.
Şah İsmail’in iyi bir siyaset ve devlet adamı olmayı başaramadığını devletinin uzun ömürlü olmayışından da anlayabiliriz. Hatta 2.İsmail’den itibaren dini tabulardan da uzaklaşılması, bu görüşlerin de siyaset kaynaklı olduğunu ortaya koymaktadır. Lakin Şah İsmail Safevi “Türkçesi” dimdik ayakta durduğu gibi “Hatayi” hayatını sürdürecek, belki bu süreklilik mahşere kadar devam edecektir.
Safevilik üzerinde çalışan ve önemli tespitler ortaya koyan düşünce adamları, Şah İsmail’in siyaseten İslam toplumunu ikiye ayırdığını yazmaktadırlar (Saim Savaş). Bu görüş kısmen doğru olmakla beraber büyük ölçüde yanlıştır. Çünkü İslâm tarihinde mezhep cereyanlarının yaratıcısı Türkler olmadığı gibi, Safiyüddin ailesi de olamaz. Hz. Muhammed’in ölümünden sonra bu cereyanlar, her türlü kendini göstermiş ve mezhepler böyle ortaya çıkmıştır. Türkler sadece Sufizm, yani Tarikatlara katkı yapmışlardı. Bunun sebebi de, “İnziva” gibi gelenekler bile onların kültürlerinden kaynaklanıyordu. Onun için belki “Mezhepler”, kaynaklandığı Dini bölebilir ama Tarikatların böyle bir işlevi olması mümkün değildir. İşte Bektaşilik ile Şiiliği ayıran en belirgin ölçü de budur. Hiç kimse “Bektaşilik”e ”Şiilik” diyemez.
Bölme görüşü, İslam’dan ziyade Türk siyasi hayatı ve tarihine daha çok uymaktadır. Gerçekten Safevi düşüncesi ve devleti her şeyden evvel Türklerin “Siyasi Coğrafyası”nı ortadan bölmüştür. Dolayısıyla iki parçaya ayrılan Türk Dünyası ileri zamanlarda ve modern çağlarda daha yutulabilir lokmalara ayrılmıştır. En Şark ve en garbta “Sünni-Hanefi” Türklere karşılık Azerbaycan-İran-Irak ve bir kısım Ortadoğu ile Anadolu topraklarında adına ne derseniz deyin en azından böyle olmayan bir Türk inanç dünyası vardır. İsmail’den önce Türk Dünyası’nda hiç de böyle parçalı bir durum yoktu. Hele Anadolu’da Selçukluların kurduğu düzende böyle şeylerin ifadesi bile mevcut değildi. Moğol bunalımı ve Horasan’ın bir gemi gibi yüzerek batıya akması dolayısıyla meydana gelen sıkışıklık ve ortaya çıkan iktisadi bunalım, işin çehresini değiştirerek, Anadolu merkezli bir girdabın oluşması ile sonuçlandı. İşte Şah İsmail’in hareketinin hataları da bunlardır.
Şükür ki, 16.asrın o tartışmalı ve kavgalı dönemlerini geride bıraktık. Zamanında Anadolu’daki otoriteyi beğenmeyip Erdebil’e kaçanlar ve milyon ifade eden Türk unsurlar da, şimdi hatalarını anlamışlardır. Belki onların durumlarına düşmeyen ve bu kerameti kendinde sananlar da, ders almışlardır. Geçmişimizi karalayarak hiçbir yere gidemeyiz. Anadolu’da artık yekpare bir milliyet olan Türklük rahatlığın kıymetini her gün biraz daha anlamaktadır. Karşı olduğunu sanan unsurlar da artık dini telâkkilerin esaretinden ve boş laflardan kendilerini kurtarmışlardır. Alevi’si ve Sünni’si ile Türklük bir bütündür. Onu parçalamaya kalkan herkesin elinde bu bomba mutlak infilak eder.
Sağlıcakla kalın.