Türkiye çok önemli bir seçim yaptı ve çok yazık ki eski iktidar gene çoğunluğu aldı. Bu bizim üzüntümüz.
Bu seçimde iki konu var ki peşin fikirliler tarafından çeşitli şekillerde yorumlanıp duruyor. Bunlardan birincisi MHP’nin aldığı oy. Bazıları bunu az bulup, çalışmaların yetersizliğine bağlıyor ve partiyi başarısız ilân ediyor. Gerçek öyle mi? Bizim ne güçlü bir yayın organımız, ne bir güçlü televizyon kanalımız ne Türkiye insanını arkasında sürükleyen güçlü yazarlarımız, ne yüksek seviyeli kadromuz var. Yıllarca ihmâl edilmiş Türk insanı, elinden geldiğince ve kanaatimce, kendi gücünün üstünde bir gayretle mücadelesini yarım asra yakın devam ettiriyor. Başbakana bakmayın; esas ikinci Millî Mücadeleyi bu insanlar yapıyor.
İki konudan bahsedeceğimi söyledim: Birincisi MHP’nin diğer partilere göre durumu: 2011 de AKP %49:9 almış.(21 milyon) Bu seçimde %43.(19 milyon) CHP 2011 de %25.9 almış,(11 milyon) bu seçimde %25.6(gene 11 milyon) MHP 2011 de %12.9 almış,(5.5 milyon) bu seçimde %17.6. (8 milyona yakın) Bu rakamları bize pek yakın olmayan Nazlı Ilıcak’ın yazısından aldım. Türkiye’nin nüfusu dört yılda artmasına rağmen iktidardaki partinin oyları ve gene imkânları bizden çok çok fazla olan CHP’nin oyları düşerken, milliyetçilerin yuvası olan partinin oyları hatırı sayılır şekilde artıyor.
Şu görülüyor: içerde yolsuzluk batağında çırpınan, bölücülerle kol kola girerek parçalanma yollarını açan, dışarıda beceriksizlikleri yüzünden çevremizi düşmanla sardıran AKP, Özal’ın partisinden daha kötü bir şekilde dağılma yolundadır. Babil kulesi gibi toplama bir parti olan bu teşkilât vatanımıza büyük zararlar vererek kaybolup gidecektir. Erdoğan’ın telâş içinde etrafa saldırması, hakaretler etmesi bunun en büyük delilidir.
İkinci ve beni üzen bir konu, AKP kaybetsin diye Türk milliyetçilerinin CHP’ye yönlendirilmesidir. Özellikle üç büyük şehirde ve Türkiye’de pek çok şehirde bu uygulanmış, milliyetçilerin reyleri, bizimle hiçbir zaman kan uyuşmazlığımız olmayacak kişilere gitmiştir. CHP’den ise bize en ufak bir destek gelmemiştir. Halbuki bu parti ESKİ ÜLKÜCÜLER safsatasıyla pek büyük zararlar görmüştür. Genel başkan ve Ülkü Ocakları başkanları pek çok kere uyarmış olmalarına rağmen, bu plân uygulanmıştır. Bu yapılmasa bugün, elbette tatmin olmadığımız bu netice daha iyi olacaktı. İnşallah bundan sonra böyle büyük bir yanlışa düşmeyiz…
B İ R H A T I R A
1 9 6 5 S E Ç İ M L E R İ
Türkeş, C. K.M.P. ye genel müfettiş olduktan sonra, onunla beraber partiye girenler, onun partiye alınmasında büyük rol oynayan Mehmet Altınsoy, İsmail Hakkı Yılanlıoğlu ve arkadaşları Türkiye’ye dağılarak çalışmalara başladılar. O sırada genel başkan olan, yılların politikacısı Ahmet Tahtakılıç bu katılımı hiç istemiyordu. Kongre yapıldı ve Alparslan Türkeş genel başkanlığa getirildi.
1965 seçimlerine az bir zaman kalmıştı. Türkeş’in partiye girmesini istemeyenler, bize karşı tavır almağa başladılar.
Bizler, ilk defa bir partinin kapısından içeri girenler, şaşkın bir şekilde onları seyrediyorduk. Hiç unutamıyorum; partinin eskilerinden, takım elbiseli biri, baş parmaklarını yelek ceplerine sokmuş, odalarda dolaşıyor: ‘’Eğer 60-70 milletvekilinde kalınırsa bu hezimettir.’’ Diyerek yeni gelenlerin partiye zarar verdiğini ima etmeğe çalışıyordu.
Değil 60-70, 15-20 milletvekili bile bizim için büyük bir başarıydı aslında. Karşımızda masonların ve Amerika’nın desteklediği bir Adalet Partisi, diğer yanda solcuların hamisi Cumhuriyet Halk Partisi, o sırada basının var gücüyle desteklediği Moskova’dan talimat alan Türkiye İşçi Partisi vardı. Türkeş’in partiye girmesi ile bu güçler ve bunlara bağlı dernekler, sendikalar üzerimize çullanmağa başladılar. Mason gurup Türkeş’i Menderes’i astırmak ve hırsızlıkla, solcular faşistlik ve Hitler hayranlığıyla itham ediyorlardı.
Halbuki Türkeş, Menderes’in asılmaması için Cemal Gürsel’e, sürgünde olduğu Hindistan’dan iki önemli mektup göndermiş, bunun halk arasında yıllar sürecek bir kutuplaşmaya sebep olacağını yazmıştı.
Faşistlik ve Hitler hayranlığı ithamı ise gerçekten komikti. Ömrü milliyetçi düşünceyi memlekete yaymakla ve milliyetçi gençlik yetiştirme idealiyle geçen bir kişi, başka milletlerin ideolojilerini alır mı idi? Fakat halk şaşkın bir halde idi. Dedikodulara inanıyordu. Bütün zamanımızı savunma yaparak geçiriyorduk. Basın ise, bizi tamamen dışlamış, lehimizde tek satır yazmıyorlardı. İhtilâlden sonra sağcıları destekleyen Son Havadis gazetesi, Adalet Partisi’nin mason kanadını, Yeni İstanbul gazetesi ise, Saadettin Bilgiç liderliğindeki sözde sağcı kanadını destekliyordu.
Parti içindeki eskiler ise bize bir türlü ısınamamışlardı. Çoğu yaşlı olan bu kişiler, genç bir kadronun gelip, bütün teşkilâtların başına geçmelerini hazmedemiyorlar, seçim çalışmalarını aksatmak için ellerinden geleni yapıyorlardı.
İstanbul’da gençler iyi çalışıyordu. Bu arada, gençliğin bir parti içinde bu kadar çabuk organize olmasının sebebini izah etmek için, eskiye dönerek, parantez açmamız gerekiyor:
1960 ihtilâlinden sonra, silahlı kuvvetlerde de bir karışıklık yaşanmıştı. İhtilâl komitesinin dışında kalan ve kendilerinin buraya daha lâyık olduğuna inanan bir çok ekip, cuntalar kurmağa başlamışlardı. Bir çok sözde lider ortalıkta dolaşıyordu. Fakat bunların en önde geleni Kara Harp Okulu komutanı, kurmay albay Talat Aydemir’di. Aydemir, iki defa, Harbiye’lileri arkasına alarak ihtilâl yapmak istedi. Birincisinde yakalandıktan sonra, affedildi ve emekliye sevkedildi. Boş durmadı, ordu içindeki yandaşlarıyla yeni bir harekâta girişti. Yakalandıktan sonra bu defa affedilmedi ve asıldı. Harp okulunun öğrencileri ise ordudan çıkarıldı.
İşte bu öğrencilerin büyük çoğunluğu, milliyetçi bir parti olarak gördükleri C.K.M.P.’’de görev aldılar. Disipline alışmış ve çok zeki bu gençlerle biz çok çabuk kaynaştık. Hemen bütün büyük kentlerde, gençlik kollarında görev aldılar ve büyük hizmet ettiler. Hemen hepsi üniversite sınavlarını kazandılar, değişik fakültelere girerek oralarda da gençliği uyandırma görevini hakkıyla sürdürdüler. Diyebilirim ki, yıllar sonra milyonlara varan ülkücü gençliğin mayası, Türk ordusunda millî şuurla yetişen o günkü genç arkadaşlardır.
İstanbul’da içimizde genç olarak particiliği bilen belki de tek kişi Fethi Erhan’dı. Kimya fakültesinde okuyan bu arkadaş, gençlik kolları başkanlığı yapıyor, diyebilirim ki, sanki partide yatıp kalkıyordu.
Parti İstanbul il sekreteri ise, sonradan Profesör ve rektör olan, kültür ve ahlâk abidesi Kâmil Turan’dı. O ise gerçekten partide yatıp kalkıyordu. Aynı zamanda dış politika yazarı ve uzmanı olan Kâmil Turan’ın çabalarıyla basınla, sanat muhitiyle, üniversitelerdeki milliyetçilerle temas kurulmağa çalışıldı.
1965 seçimler bizim için, yani particiliği, politikayı bilmeyenler için tam bir şok oldu. Eskiler, 60-70 milletvekili çıkarsa bu bir hezimettir, diye bizi öyle bir şartlandırdılar ki, o günkü seçim sistemine göre, millî bakiye’den 10 (galiba) milletvekili çıkarınca, müthiş bir moral bozukluğu içine girdik. Ben bir hafta evden çıkmadım. Bir hafta sonra, partiye, şöyle bir uğrayayım, diye gittim. Baktım, Fethi Erhan gene orada, nöbette. Bize:’’Yahu siz neredesiniz?’’ diye bağırıp duruyor.
1969 da Adana’dan sadece Türkeş’i milletvekili yapabildik. Ama inanın, en ufak bir moral bozukluğumuz olmadı. Politikaya alışmıştık…