MHP Ankara Milletvekili Prof. Dr. Özcan Yeniçeri, yaptığı basın toplantısında AKP-PKK-MİT ilişkilerini ve terörle mücadelede Türkiye’nin geldiği noktayı eleştirdi.
Özcan Yeniçeri, basın toplantısında şu ifadeleri kullandı:
AKP İle PKK İttifakı ya da “Çözüm Süreci”
Adına “barış” ya da “çözüm süreci” dediler. İçeriğini de “anneler ağlamayacak”, “tabutlar gelmeyecek” ve“Kürt Sorunu” çözülecek sloganına indirgediler. Ancak taraflar bir türlü bu “Kürt Sorunu”nun ne olduğu, niteliği ve sınırları açık biçimde ortaya koyacak bir tanımını yapmadılar. Onlara göre ortada bir “Kürt Sorunu” vardı ve bu sorun çözülmelidir.
Çözümcü AKP ile çözücü PKK, kendi algıladıkları sorunu kendi tanımladıkları biçimde halletmek üzere harekete geçtiler. Sorunu müzakere eden kuryelerin arkasında iki aktör vardı: Erdoğan (AKP) Türkiye’nin Başbakanı ve Öcalan (PKK) terör örgütünün eli kanlı hükümlüsü.
Çözümün ilk aşamasını “çatışmasızlık” olarak ilan ettiler. Ardından PKK’nın silahlarını ya mağaralara gömerek ya da sırtlanarak ülke sınırlarını terk edeceği ilan edildi. Son aşamada ise PKK’lı teröristler silah bırakacaktı! AKP iktidarı da buna karşı yasal ve yapısal değişikliklere gidecekti.
AKP, “barış” ve “çözüm” diye ifade ettiği süreçten yararlanarak, Suriye olayları karşısında elini güçlendirmeyi ve siyaseten ömrünü uzatmayı, PKK ise ‘çekiliyoruz, silah bırakıyoruz’ görüntüsü altında serbestçe örgütlenmeyi, meşrulaşmayı ve sivil yönünü daha da güçlendirmeyi amaçlıyordu.
PKK, AKP ile vardığı çözüm anlaşmasında hiçbir ilkeye sadık kalmadı. Beklendiği gibi oyalama taktiklerine başvurdu. Süreçten yararlanarak militanlarının bir kısmını Kuzey Suriye’ye kaydırırken diğer yandan bölgede tepeden tırnağa yeniden örgütlendi. Kuzey Suriye’de kantonların oluşturulmasına katkı sağladı. Kısa bir süre sonra da gerçekte hiçbir zaman başlamayan sınırın öte yanına ‘çekilme’ sürecine son verdiğini açıkladı.
PKK Yönünden “Çözüm Süreci”
Gelinen aşama PKK yönünden “çözüm”; yol kesme, YDG-H birimleri kurup eğiterek ‘öz savunma gücü’inşa etme, karakol duvarı yıkma, çocuk kaçırma, haraç/vergi toplama, yargılama yapma, dağa insan kaldırma sürecine döndü.
AKP’nin kendi tanımladığı “Kürt Sorunu”na çözüm bulmak için yaptığı hiç bir düzenleme Kandil/İmralı tarafından yeterli görülmedi, bundan sonra da yeterli görülmeyecektir.
PKK’lı milisleri, çözüm sürecinden ne anladığını devletin gözleri önünde “Kürtlere statü”, “Özgür Kürdistan”, “Öcalan’a özgürlük”, “Demokratik Özerklik” diye attıkları sloganlarla ortaya koydular.
AKP, 17/25 Aralık Rüşvet ve Yolsuzluk Operasyonu nedeniyle ahlaki meşruiyetini tümüyle kaybetti. PKK’nın yaklaşan Cumhurbaşkanlığı seçiminde Tayyip Erdoğan’ın Cumhura ‘Başkan’ olabilmesinin tamamen Öcalan’ın iradesine bağlı hale geldiğini düşünmektedir.
Dahası Cumhurbaşkanlığı seçiminde Erdoğan’ın ikinci turda desteklenmesinin karşılığında seçim sonrasında AKP’nin Öcalan’a özgürlük getirecek “ev hapsi” ve “demokratik özerklik” konusunda gidip-gelen kuryelerin mutabakata vardığı kulislerde konuşuluyor.
“Çözüm” olarak ilan edilen süreç, PKK’ya bölgede geniş bir alan açmış, terör örgütünün serbestçe faaliyet göstermesine imkân tanımış ve bölgeyi PKK’lılaştırarak örgüte eylemlerini kentlerde kitleleştirme imkanı vermiştir.
Örgüt, AKP iktidarıyla mutabık kalmasına karşın Barzani ile örgüt ilişkilerinin kötüleşmesi ve Suriye’deki gelişmeler, PKK’nın militan ihtiyacını had safhaya çıkarmıştır. Yine örgüt, Erdoğan’ın açılıma olan ihtiyacını dahası zaaflarını çok iyi biliyor. Seçimler dolaysıyla Erdoğan’ın hareket yeteneğinin sınırlı olduğunu da örgüt fark etmiştir.
Terör örgütü, Erdoğan’ın açılıma mecbur hatta mahkûm olduğunu, her şart altında AKP’nin ancak devletten ve egemenlikten taviz vererek bu projeyi sürdürebileceğini de biliyor. Bu yüzden örgüt başından bu yana Erdoğan ile Öcalan arasında vuku bulan anlaşmaların hiç birisine uymamıştır. Sınır ötesine çekilmemiştir, örgütlenmesini en ileri düzeyde sürdürmüş, halk üzerinde baskısını artırmış, eylemlerini durdurmamış yalnızca eylem biçimini değiştirmiştir.
AKP Yönünden “Çözüm Süreci”
AKP yönünden ise “çözüm” bir sinme, sineye çekme ve siniklik sürecine döndü. Sürecin akilleri, ‘bir kişinin ölmemesi bile kazançtır’ diyerek mevcutla avunma, süreci savunma psikolojisi içine girdiler. Süreçle devletin meşru muhatabı haline getirilen terörist unsurlar, örgütlenmeye ve ülkeye yayılmaya büyük bir hız verdiler. Terör örgütü, bir yandan dağdaki unsurları vasıtasıyla iktidar üzerinde ‘çatışmasızlığı sona erdiririm’ baskılarını artırırken diğer yandan kentlerde alan hâkimiyetlerini güçlendirdiler.
Son zamanlarda gerçekleştirilen çocuk kaçırma, şantiye basma, yol kapama, halkı provoke etme ve karakol inşaatlarına karşı kitlesel saldırı yapma, dağa adam kaldırma vb. faaliyetleri ile örgüt bölgede halkı arkasına alarak ayaklanma provası başlatmış bulunmaktadır.
AKP iktidarı bütün bu olan biten terörist eylemleri, ‘çözüm ve seçim sürecinde olur böyle vakalar’ diyerek görmemeye çalıştı.
Gelinen aşamada terör örgütü hem gücünün, hem de devlet sabrın sınırlarını test ediyor. Günlerce bir ülkenin iki kenti arasındaki yolun ulaşıma kapatılabilmesi ve iktidarın bunu seyretmesi hiçbir egemen ülkenin kabul edebileceği bir şey değildir. Böyle bir zilleti ancak AKP gibi bir iktidar sineye çekebilir.
Terör örgütü kurmayları bunu bildiği için Cumhurbaşkanlığı sürecini terörize ederek Erdoğan’dan en yüksek tavizleri devşirmeye çalışmaktadır.
PKK’nın eylemlerine karşı AKP iktidarının sessizliğinin nedeni cumhurbaşkanlığı seçimidir. PKK eylemleri ile seçimlerden önce AKP hükümetini somut tavizler konusunda zorluyor. PKK, bölgedeki “Kürt oylarının stratejik fiyatını” artırmaya çalışıyor. AKP’de bunun farkında olduğu için olana bitene hareketsiz kalıyor.
Dağa Çocuklar Değil Devlet Kaldırılmıştır!
Çocuk veya genç olarak dağlara götürülenlerin AKP başından bu yana farkındaydı. İstihbaratın tespitlerine karşın Erdoğan’ın örgüte verdiği sözler ve valilere verdiği talimatlar dolaysıyla güvenlik birimleri olan bitenleri tespitle yetinmiş ve teröristlere müdahil olamamış, hareketsiz kalmıştır. Devlet açıkca Güneydoğuda formaliteye indirgenmiştir.
Dikkate değer husus şudur: Çocukları dağa götürülen anneler, Türkiye Cumhuriyeti Devleti Valiliğinin önüne değil Diyarbakır’ın HDP’li Belediyesinin önüne gidiyor.
İşin daha da vahimi Türkiye Cumhuriyeti’nin Başbakanı Erdoğan’ın da çocukları dağdan getirmesi için aklına gelen ilk şey HDP’ye çağrıda bulunmaktır.
HDP’nin bu tür kriminal vakalar için akla gelen ilk odak olması dikkate değerdir.
Başbakan Erdoğan, kaçırılan çocuklar konusunda HDP’ye yönelik olarak şunları söylüyor: “Ey BDP, HDP siz neredesiniz?… Bu annelerin yavrularını da alıp gelin. Bunların da adreslerini gayet iyi biliyorsunuz… Alıp geleceksiniz!”.
Erdoğan’ın ibretlik olan bu sözleri devletin Güneydoğu’da dibe vurduğunun itirafıdır. Başbakan, terör örgütünün uzantılarından kaçırılan çocukları alıp getirmelerini istiyor. Bu sözler bölgede devlet değil HDP denetimi ve etkinliğinin olduğunun itirafıdır.
Başbakan çocukların dağlarda götürüldüğü yeri bilmiyor ama HDP’lilerin bildiğini söylüyor.
HDP’lilerin Tutumları!
HDP’lilerin Başbakan Erdoğan’ın sözlerine verdikleri cevaplar bölgede yapılmak istenilen ne olduğunu açıklar niteliktedir:
Şırnak Milletvekili Selma Irmak, “AKP bizden daha iyi o adresleri, biliyor…Kandil’e gidelim, ‘Mekap’lar da bizden…” diyor. HDP’li vekil çözüm ortakları olan Erdoğan’ın da çocukları kaçırılırken, götürülürken ve götürüldükleri yerleri kendileri kadar bildiklerini söylüyor.
KCK Yürütme Konseyi ise “Başbakan Erdoğan ve Türk siyasetçilerin Kürt çocukları hakkında konuşma haklarının olmadığı”nı açıklıyor. Bir başka açıklamada da KCK, “1 Haziran 2004 devrimci hamlesi ruhuyla süreci karşılayıp; Halkımızın özgürlüğüyle birlikte, kendi demokratik özerk sistemimizi yükselteceğimiz mücadeleyle inşa etmekten başka seçenek yoktur” deniliyor.
Gültan Kışanak, “Biz gençlerimizin …özgür vatanın, özgür bir halkın evlatları olarak kendi evlerine, ailelerine döndüğü günü ömrümüzün, hayatımızın rüyası olarak hayal ediyoruz” diyor.
Demirtaş ise şöyle konuşuyor: “Başbakan, eğer bu çocukları biz dağdan indireceksek sen in de o koltuktan, biz oturalım. Sen bostan korkuluğu musun?”
HDP’li İdris Baluken, “PKK’nın kaçırdığı çocuklar diye bir kavram yoktur, tam tersine devlet teröründen kaçan çocuklar gerçeği vardır” diyor.
Bu, yol kesen terörist güruhun arkasında olduğunu söyleyen, çocukları dağa kaldırıldığı için feryat eden annelerin istihbarattan aldığı para ile protesto yaptığını söyleyen Makyavelist bir zihniyettir.
Erdoğan böyle bir zihniyetten medet ummaktadır.
AKP Hükümeti organize bir çaresizlik içindedir. Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı sıfatını taşıyan şahsın dağa kaldırılan çocuklar karşısındaki aczi, kendisini içerisine düşürdüğü durumu, bu alaycı ve meydan okuyan sözler her şeyi özetliyor.
“Çözüm Süreci”nin İflası!
Teröristler sınır dışına çıkacaklardı, çıkmadılar.
Silah bırakacaklardı bırakmadılar.
Çatışmasızlık bağlamında eylem yapmayacaklardı, yaptılar.
Dahası Türkiye Cumhuriyeti devletine yol yapamazsınız, dediler.
Karakol inşa edemezsiniz diye dayattılar.
Baraj yapamazsın tehdidini savurdular.
Yetmedi resmen vergi topladılar.
YDG-H adı altında öz savunma gücü oluşturdular.
Yol keserek haftalarca halkın ulaşımını engellediler.
Yargı yaptılar, infaz gerçekleştirdiler. Sonuçta da dağa çocuk kaldırdılar.
Silah bırakacak sivil hayata dönecek birileri karakol, baraj ya da yol yapımıyla neden ilgilenir? Vergi neden toplar? Kimlik kontrolü neden yapar? Adam neden kaçırır?
Hala Erdoğan ve sadık yandaşları iflas etmiş olan çözüm sürecinden kutsayarak söz ediyor. Böyle bir süreç varsa çocukların niye dağa kaldırıldığını, teröristlerin çekilmesinin neden gerçekleşmediğini, yol kesmelerin neden bitmediğinin, araçların neden yakıldığını, korucuların neden katledildiğini birilerinin açıklamak gibi ahlakı bir sorumluluğu vardır.
Oslo’dan İmralı’ya Şifrelerin Açılımı!
Hakan Fidan, Oslo’da şöyle demişti: “İktidar beş sene önce dedi ki biz dedi yerel yönetimler yasasını geçiriyoruz belli şeylerin mahalli teşkilatlarını kaldırıyoruz. Milli Eğitim, şunlar bunlar bakanlıklarını kaldırıyoruz. Valiliklere ve belediyelere veriyoruz. İlk önce valiliklere uzun vadede belediyelere gidecek”.
PKK’nın “Kürdistan’a özerklik” taleplerinin hangi yöntemlerle gerçekleştirileceğini Erdoğan adına müsteşarı, aslında açık bir biçimde ortaya koymuştu. Büyükşehir Belediye Yasası, Kendisini En İyi İfade edilebileceğini Söylediği Dilde Savunma Hakkı, Eski Yer İsimlerinin Geri Verilmesi gibi düzenlemeler bu amaca yönelik olarak çıkarılmıştır.
Müsteşar Fidan, PKK’ya bölgede nasıl bir “özgür alanı” açtıklarını da Oslo’da satır arasında şöyle ifade etmişti: “Ama biz şundan emin olmak istiyoruz yani geliştirilen bir özgürlük alanı açıldı. Bu açılan özgürlük alanı içerisinde örgütün alt birimleri eski alışkanlıklarından hareketle daha fazla mevzi kazanalım daha fazla örgütlenelim mantığı içerisinde. Bir noktaya kadar hani tolare edebiliyorsunuz”.
Tolore edilen terör örgütü ve uzantıları sonuçta örgütlenmesini ve eylemlerini aralıksız sürdürdüler. Bir çok korucuyu evlerinde ve sokaklarda tuzağa düşürüp katlettiler. “Barış süreci” zarar görmesin diye terörist eylemler halktan saklandı. Devlete ve millete bağlı aşiretleri “ya PKK’ya katılmak ya da tarafsız olmak” tercihi sunuldu. Yurttaşın güvenliğini sağlamayan iktidar bölge halkını PKK/KCK’nın insafına terk etti.
MİT Müsteşarı, Oslo’da terörist organizatörlerine aynen şunları söylemiş: “Dediğim gibi alandaki valiler emniyet müdürleri bu noktada gerçekten çok değerli insanlar. Yani şu anda sizi bilmiyorum spesifik olarak isim vererek şikayet edebileceğiniz şu adam düşmandır bu adam şeydir”.
Terör örgütünün ihtiyaçlarına uygun değerli (!) Vali ve Emniyet Müdürlerinin bölgede görevlendirildiğini, bunların teröriste ve terör örgütüne “düşman” olmadıklarını Müsteşar açıkça ilan etmiştir.
Gerçekten de Fidan’ın dediği gibi kenti terör örgütüne açan, onlara dost olan hatta onlar için ağlayan bürokratlar bölgede görevlendirilmiştir. Nitekim “Dağdaki PKK’lılara ağlamayan insan değildir” diyen zat Diyarbakır Emniyet Müdürüdür. Şırnak Valisi ise ‘Çözüm sürecini bu aşamaya getiren Erdoğan’ı ve Öcalan’ı takdirle karşıladığını’ açıklamıştır. Böylece Hakan Fidan’ın Oslo’da ifade ettiği PKK’nın şikâyet etmediği, teröristlere düşman olmayan vali ve emniyet müdürlerinin bölgede görevlendirildiği de ortaya çıkmış bulunuyor.
Başbakanın Oslo’da görevlendirdiği adamlar tarafından açılan bu özgürlük alanında PKK’nın ‘asayiş’birimleri oluşturmasına alenen göz yumuldu. YDG-H adlı terörist grup, askeri düzen içinde sıraya girip, yüzleri maskeli ve tek tip kıyafetli olarak yemin edip asayiş teşkilatı diploması almışlardır. Üniforma giyinen,bayrak edinen bu PKK’lılar daha sonra şehir merkezlerinde yol kesip kimlik kontrolü yapmış, yolları trafiğe kapatmışlardır.
Durum Giderek Kontrolden Çıkıyor!
AKP iktidarı, PKK’ya özgürlük alanı açtı, tolore etti ve sonra da olanı biteni seyretti. KCK’lılar ise eğitti, örgütledi ve sonuçta yaygın bir isyan çıkarma kapasitesine ulaştı.
PKK’nın son eylemleri bize şunu söylüyor: ‘Arkamda büyük bir halk desteği var. İstediğim zaman yol keserim, kimlik kontrolü yaparım. İstediğim zaman insanları dağa kaldırırım. Bana bunları yapma diyebilecek bir güç bölgede yok’.
İşte olan bitenler: PKK’nın gençlik yapılanması tarafından Diyarbakır-Bingöl karayolu 11 gün trafiğe kapalı tutulmaktadır. AKP hükümeti ise olanı biteni yalnızca seyretmektedir.
PKK’lılar Muş’un Varto ilçesi ile Bingöl’ün Karlıova ilçelerinde de yol kapattılar. Bölgeden sürekli yol kesme, saldırı ve eylem haberleri gelmektedir.
Bölgede gerçekte kesilen yol değil AKP iktidarının soluğudur!
Güneydoğu’da son 10 günde 15 kişi kaçıran terör örgütü PKK, Diyarbakır’ın Lice ilçesinde bir GSM şirketine ait baz istasyonunu da yaktı.
Yol kesenlere iktidar müdahale etmeyince bölgede yol kesme eylemleri giderek artmaktadır.
Özerklik inşa sürecini başlattığını açıklayan KCK, bölgede fiili bir devlet gücü gibi hareket ediyor. Yol kesip kimlik kontrolü yapan örgüt, işadamlarından vergi topluyor. Sözde mahkemeler kurup yargılama ve infaz yapıyor.
Bu bağlamda 18 iş adamı savcılığa başvurarak kendilerinden örgütün vergi adı altında haraç topladığı şikayetinde bulunuyor.
6 silahlı YDG-H’li asayiş üyesi Cizre’de yargıladıkları üç kişiyi darp ettikten sonra infaz ettikleri bunlardan birisinin öldüğü, diğer ikisinin de yaralı olduğu haberi basına da düşmüştür.
Öte yandan Diyarbakır’ın Silvan ilçesinde ise askerlerin evleri kırmızı boyalarla işaretlenmektedir. Yetkililer,olayı terör örgütüne müzahir gruplar tarafından askerlerin evleri hedef haline getirilerek, tehdit maksatlı olduğunu değerlendirmesinde bulunmuştur. Evleri işaretlenen askerler ise olayı mülki amirlere ileterek emniyet tedbirlerin alınmasını talep etmiştir. Bu tedbirler ne kadar alınır alınmaz meçhuldür. AKP’nin ve sözde açılım sürecinin Türkiye’yi getirdiği nokta budur…
Yollar tıkanmış, terör örgütü haftalarca yol kapatmış, adam kaçırıyor, 351 çocuğu dağa kaldırıyor. Beşir Atalay ise “çözüm sürecinde bir tıkanma yok” diyor. Sırrı Süreyya ‘yeni bir görüşme biçimine geçildi’ anlamına gelen sözler ediyor. Tayyip Erdoğan ise ‘Garp Cephesinde yeni bir şey yok’ anlamına gelen sözler ediyor.