Giriş:
Bu sütûnlarda belki birkaç gün sürecek çeşitli yönlerden “Irak Türkmenleri” bilgileri vereceğiz. ”Hâfıza-i beşer nisyan ile mâlüldür” gibi çok doğru bir darb-ı meselimiz vardır. Yani insan hafızası her zaman bazı şeyleri çabuk unutmaktadır. Gerçekten, özellikle Saddam sonrası Irak’ında çok şeyleri çabucak ve kolayca unuttuk. Bizim gençliğimizde, Türkiye matbuatında hemen hemen hergün Irak’ın “Türkmen” yapısı ile ilgili haber ve yorumları görür, yüzyıldan beri çok konuştuğumuz şu “Misak-ı Milli” dışında kalan bura insanlarımızı sosyal, edebi, iktisadi, demografik ve daha birçok yönleri ile ortaya koyan çok mükemmel birkaç çalışma ile tanışırdık. Ortadoğu’da evvelden beri doğru veya yanlış, Avrupa politikalarının yerini, 1960’lardan sonra ABD politikaları alınca, birden bire bu ülkenin geçmişinde hiç de faal rol oynamamış olan “Kürt Politikaları” öne geçmiş, Arap Milliyetçiliği döneminden önce hâkim ve politika üreticisi olan Türkmen siyaseti, evvela ikinci şimdi de üçüncü duruma düşmüştür. Batılıların İkinci Meşrutiyet sonrası Arap politikaları bu coğrafyada huzuru sağlamaya yetmemiştir. ”Cetvel Hudut” tespitleri de bu sebeple yapılmıştır. ABD ise Haşimilerden uzaklaşarak sırf petrol saiki ile Suudilere yönelince, son 50 yılda bölgeyi din ve mezheplere göre dizayn etmeye başlamıştır. İşte bugünkü sıkıntının üstü örtülü gerçek sebebi de budur.
Tarihçe:
Ortadoğu’da erken dönem Türklük, Türklerin Müslüman oluşlarından itibaren görünür şekle geldiğinden bu yana, ilk yerleşen Oğuzlara Müslüman-Türk anlamında, özellikle Araplar ve Farslar tarafından “Türkmen” denildiğini iyice biliyoruz. Ancak daha evvel de medenî unsurların yerleşik olduğu bu bölge ve “Irak-ı Arab”denilen Bağdat ve kutsal yerler, yerleşik mekânlar olduğundan göçebeliği kaybeden Türkmenler Türk, batı ve kuzeye giden, uzun zaman göçebelikte ısrar edenler de “Türkmen” diye vasıflandırılmaya devem edilmiştir.Gerçekten Irak’ın Türkmen bölgesi, bu coğrafyaya bitişik olan bölgelerde aynı Kürtler örneğinde olduğu gibi “Devlet” hâkimiyetine ısınamadıkları halde daha Selçukiler devrinden itibaren Irak Türkleri, “Köy-Bucak-Kaza-Vilâyet-Eyâlet” gibi modern bir devlet unsuru olmayı başarmışlardır. Bu sebeple Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da göçebelik ayrı bir sosyal yapıda devam etmiş, Halep çizgisi üstüne kadar ”Aşiret-Oba-Boy” geleneği sürmüştür. Bu sebeple 8. asırda buradan batıya geçen ve Suriye ile Filistin’de devlet olan Tolunoğulları ile İhşidleri de unutmamak şarttır. Çünkü bunlar tamamen Fergana menşeli, birçok zamanda Oğuz diye de adlandırılan “Karluk” Türkleri idi. Arapların ve Bizanslıların İslâm’dan evvel komşu olarak tanıdıkları ve Sasaniler ile arada tampon gördükleri Türk varlığının, bu coğrafyada daha kadim bir vaziyet arz ettiğini bilmeliyiz. Göktürk İlteriş Kağan’ın Bizans ile münasebetlerine ve Sasaniler ile birçok zaman medeni ilişkiler kurmalarına bakılırsa İslâm Peygamberi Hz. Muhammed’in de Türklerle tanışıklığı izaha kavuşturulmuş olur.
Belki Türkmenlikten Türklüğe geçiş dönemi, tarihlerimizin yazdığı Abbasiler dönemi ile ilgilidir. 9.asır başlarından itibaren Halife Harun Reşid’in oğulları Memun ve Mutasım’ın Halifeliğinde, İslâm Ordusu’nda 30-50 bin Türk asıllı asker olduğu, asrın sonlarına doğru Türkistan’dan gelen insan selini zabtetmek mümkün olmayınca Bağdad-Samarra şehrinin kurulduğunu görüyoruz. ”Mutezile” ve “Şiilik” gibi mezheplerin bu zamanda, Memun devrinde yayıldığı bilinirse de, anası Türk asıllı bir hanım olan Mutasım devrinde Türkler, Abbasi Ordusu’na iyice hâkim olmuşlardır. Afşın, Aşnas, Büyük ve Küçük Boğa gibi muktedir kumandanlar ile Hakan ve oğlu Yahya gibi ilk Türkmen devlet adamları zamanında bugünkü Irak Türkmen coğrafyası teşekkül etmiştir. Hatta rivayete göre Türkmenlerin kanı bozulmasın ve nesli değişmesin diye Halifeler, tahsis ettikleri bütçelerle Türk Anavatanından Türkmen kızları getirterek Türk kumandanlarla evlendirmişlerdir. 11.asır başında Geylanlı Büvehoğulları’nın Hilafet üzerinde tazyikleri artınca, imdada Selçuklu Tuğrul Bey yetişmiş, 1055’te Sünnî Hilafet’in ilk ayrılıkçılarının kökü kazınarak Abbasi İslâm Devleti’nin siyasi varlığı tamamen teslim alınmıştır. İşte Irak Türkmen coğrafyası, bu tarihte kalıcı olarak hudutlarını çizmiş ve bu varlık, 1918’e kadar aralıksız olarak devam etmiştir.
Selçukiler, Abbasi Irak’ını tamamen Türk valiler marifetiyle idare etmişlerdir. Körboğa, Sungurca, Türkmen Musa, Çavlı; Irak’ta; Aksungur ise müstakilen Musul’da Selçuki valiliğini yapmışlardır. Aksungur’un oğlu Zengi ise bilâhare Musul Atabey’i tayin edilmiş ve bu aile, İslâm adına Haçlı Savaşları’nda çok büyük yararlıklar göstermişlerdir. İslâmi devir “Arap” tarihçisi İbni Haldun’un Arap, fanatik Kürtlerin “Kürt” dediği, Mısır-Suriye Eyyubiler Devleti’nin kurucusu olan Selahiddin Eyyubi de işte bu Zengi Türkmen âilesinin tam bir Türk olarak yetiştirdiği kumandan ve devlet adamıdır. En iyi askerin Türk askeri olduğunu söyleyen Selahiddin’in, Eyyubiler Devleti zamanında Irak Türk coğrafyası, yani Musul, Erbil, Şehrizor ve Kerkük, Bağtekinler ve Muzaferiddin Gökbörü adlı Türkmen Atabeyler tarafından idare edilmiştir. Yani günümüzde sanıldığı gibi burada hiçbir şekilde Türklerin dışında bir hakimiyet söz konusu olmamış, 13.asır ortalarına kadar Atabeylik sürmüşse de, Türk Moğollarının İran hakimiyeti yıllarında, bölge daha evvel batı ve kuzeye giden göçebe Karakoyunlular’ın hâkimiyetine girmiştir. Bunlara Erbil Atabeyleri de denilmektedir. Türkmen Şiası’na meyilli olduklarını bildiğimiz Karakoyunlular, Bayram Hoca zamanında özellikle Musul ve Kerkük’ü kışlık yurt olarak tutmuşlar, yazları da Erzurum ve Aladağ’a gitmişlerdir. 14.asır sonunda Irak Türkmen coğrafyası, Akkoyunlular’a ardından da Safeviler’e geçmiş, Çaldıran’ı takiben Kanuni ve sonrasında ise Türkiye’ye dâhil olmuştur. Kanuni ve 4.Murat zamanında Rumeli-Afyon-Urfa-Diyarbakır-Tokat’tan çok sayıda tımarlının bölgeye nakledildiği de bilinmektedir. İşte bugünkü Musul ve Kerkük Türkmenleri de dediğimiz Irak Türkleri, bunların bakiyeleridir ve buradaki Türk siyasi hakimiyeti Mondros’a kadar devam etmiştir .
Bugünkü Irak Türkmenleri Bölgesi