Büyük Türkmen Katliamı:
Dün kimliğini açıkladığımız ve ilk faaliyetlerinden bahsettiğimiz Albay Abdülkerim Kasım, rahatlamak için çevresine doldurduğu pek de akıllı olmayan Sovyet yanlısı Kürt idarecilerle özellikle Türkmen ve Arap unsurları ortadan kaldırmak istiyordu.
Esasında aklıselim Kürtler, onların bu tutumlarını tasvip etmiyordu. Çünkü 1000 yıl devam eden Türk devlet idaresi katiyen onları dışlamamış ve her ortamda dillerini muhafaza ederek kültürlerini ifade etmelerinin yanında olmuşlardı. Öyle ki, Kuzey Irak’ta hemen hemen Kürt ile Türkmen’i ayırt etmek bile mümkün olmaktan çıkmıştı. Netice itibariyle her iki halk da “Sünni-Müslüman” ve kız alışverişlerinde birbirlerine yabancı olmayan insanlardı. Bu birliktelik sadece Selçuklu ve Osmanlı devirlerinde değil Akkoyunlu ve Karakoyunlular devrinde de aynıydı. Âlim bir devlet adamı ve tarihçi olan İdris-i Bitlisi âilesinin her iki hâkimiyet döneminde de ne kadar hizmetleri olduğunu ve Türk devlet yapısını ne derece takviye ettiklerini yakından bilmekteyiz. Hatta tamamen Türk kültürü mahsulü olan Türkistan’ın “Nakşibendiye”si, en fazla Kürtler içerisinde taraftar bulmuştur. Yavuz Sultan Selim ve Şah İsmail kapışmasında Safevi idareciler, özellikle bölgenin ve İran’ın Şafii Kürtlerini zorla Şii yapmak için katlederken, onlara Osmanlı, komşu Türkmenlerden bile daha özel muamele yapmış ve kırılmalarını engelleyerek, Çaldıran’ın savaş sebeplerinden saymıştır.
Irak Türkmenlerinin, Araplar ve kendi aralarında Şii Türkmen ve Şii Araplarla da hiçbir meselesi olmamıştır. Özellikle Irak Şii Dünyası’nın bütün kutsal yerleri, İslâm Tarihi’nde görülmedik bir tarzda korunmuş ve inançlar arasında en ufak bir huzursuzluk meydana gelmeyerek gerçek huzur çağı 1918’e kadar sürmüştür.
1958’de başlayan Abdülkerim Kasım devrinde ne yazık ki bu bütünlük özellikle Türkiye’nin Sovyetler’e düşman olmasından ötürü onların dehalet ve müdahaleleri, İngiliz ve ABD’nin yarattığı müsait ortam dolayısıyla tamamen bozulmuştur. Kasım tarafından Rusya’dan getirilen binlerce teknisyen devletin en kritik yerlerine yerleştirilmiş ve mutlak olarak Kürtlerden sonra Araplardan da “Marksist” bir cephe oluşturulmuştur. Kasım’ın baş edemediği iki büyük şehir vardı: Birisi Türkmen Yurdu Kerkük, diğeri de aklıselim Arap yoğunluğunun olduğu Musul. Albay Kasım, Musul Araplarına karşı ülkenin dört bir yanından topladığı Celâl El Avkatî (Hava Kuvvetleri Komutanı),Fazıl Abbas El Mehdavî (Halk İhtilâl Mahkemesi Başkanı), İbrahim Kubbe (vezir), Tevfik Münir (Dünya Barışseverler Derneği üyesi), Dr. Halit El Çadır (Bağdat Güzel Sanatlar Akademisi Dekanı), Zennun Eyüp (Radyo ve televizyon genel müdürü), Safire Cemil (Irak Kadınlar Kolu Başkanı), Abdürrazak Zübeyir (Toprak Reformu Kurulu Yüksek Yönetim kurulu Üyesi), Şerif Elşeyh (Gazeteciler Sendikası Başkanı), Safa Elhafız {Öğretmenler Derneği Başkanı), Abdülkadir Ayyaş (İşçi Sendikaları Genel Sekreteri), Albay Abdülmecid Hasan (Bağdat Belediye Başkanı), Abdülvahab el-Bayati (Irak’ın Moskova Kültür Ataşesi), Abdülvahab Mahmut (Irak’ın Moskova elçisi), Dr. Faysal El Samir (Propaganda Bakanı), Nezihe el-Deylemi (Devlet Bakanı), Yarbay Vasfi Tahir (Kasım’ın Başyaveri) gibi Komünist ve Türk düşmanı Arapları kadrosuna almıştı. Kasım taraftarı Arap bürokrat ve idarecilerin tamamı, aynı zamanda Osmanlı devri düşman ekabiranından veya onların yakınlarındandı.
1959 Mart’ında, muhalefetin gözünü korkutmak ve Türkmenler ile komünist olmayan Araplara gözdağı vermek maksadıyla, iktidar tarafından ve tamamen Meclis kararı ile Musul’da büyük bir gösteri düzenlendi. Irak’ın muhtelif bölgelerinden toplanmış binlerce komünist, başlarında liderleri Suriyeli komünist Kâmil el-Kazancı olduğu halde trenlerle Musul istasyonuna geldiler. Ancak burada şehrin Garnizon Komutanı Abdülvvahab Şevvafî kendilerini şehre sokmayacağını ilân etti. Emre itaat etmeyen komünist lider Kazancı tek kurşunla öldürüldü. Bunun üzerine Devlet Başkanı Kasım’ın emri ile Irak Hava Kuvvetleri’ne ait uçaklar şehri bombalanmaya başladı. Bu kargaşalık ve fırsattan yararlanan ve çoğu dağdan indirilen Molla Mustafa Barzani’nin Peşmergeleri Musul’u yağmalamaya koyuldular. Çarpışmalarda Albay Şevvafi de kolundan yaralanmış ve götürüldüğü hastanede bir Kürt tarafından öldürülmüştü.
Başsız kalınca komünistler ve Kürt Peşmergeleri kısa zamanda Musul şehrine tamamıyla hâkim olmuşlardı. Dört gün boyunca, çoluk-çocuk, ihtiyar-kadın demeden önlerine gelen herkesi öldürdüler veya diri diri mezarlara gömdüler. Kur’an-ı Kerim ayaklar altında çiğneniyordu. Musul isyanına iştirak eden subaylar teker teker tutuklanarak Mehdavî’nin Halk Mahkemesinde alelacele yargılanarak, birçoğu idama mahkûm edildi ve derhal infazlar yapıldı. Halk o kadar sindirilmişti ki, özellikle Araplar, Abdülkerim Kasım ve Molla Mustafa Barzani’ye bağlılık telgrafları çekmeye başlamışlardı. Buna karşılık Türkmenler ve özellikle Kerküklüler, Müslüman Arap kardeşlerinin her bakımdan yanlarında olmuşlar, yaralarını sarmışlar ve bir ekmeklerini onlarla paylaşmışlardır. Komünist Araplar ve Kürtler karşısında Osmanlı Türk Arapları çok anlamlı bir durgunluk içerisindeydiler. Ne yazık ki gerek Irak ve gerekse Suriye’de o zamanlar Türkiye bu “Türk Arapları” kucaklama imkânı bulamadığı için zamanla bu insanların tamamı kaybedilmiştir. Musul’un sessizliği, Abdülkerim Kasım’ı aslından çok düşündürüyordu. Katliamda en kârlı çıkan da dağlı Kürtler olmuştu.
Şimdi katliam sırası bilhassa o zaman silme Türkmen olan Kerkük’e gelmişti. Barzanî’nin hayallendiği Kerkük merkezli bir Kürt Devleti için en büyük engel, işte buranın nüfus yapısı idi. Olaylardan çok sonra Kerkük’ü ziyaret eden Barzanî, burada bir saat bile kalamamış, polis ve asker himâyesi altında şehri terke mecbur olmuştu.
Başta Kerkük olmak üzere Irak Türkmenleri arasında komünist olmadığı gibi kendi aralarında özellikle mezhep saiki ile ayrı düşünen insanlar da yoktu. Bu sebeple biraz da Sovyetlerin soğuk savaş pompalamalarıyla Türkmenler Abdülkerim Kasım nezdinde aşılmaz Türkiye taraftarı ve potansiyel tehlike olarak görülüyorlardı. Komünistler tam Rus kafası ve gözü ile Türkmenleri Türkiye ve NATO casusu olarak nitelendiriliyorlardı. Hatta bunun da ötesinde tıpkı Türkiye’deki gibi komünist olmayanlar “Irkçı-Turancı – Pantürkist” ilân edilmişti. Birçok bakımdan Türkmenlerin sırf Türkiye için başları belâya giriyordu. Bu şartlar altında zamanın Türkiye Hükümeti, ne yazık ki, ağırlığını koyamadı ve göz göre göre Türkmenlerin boğazlanmasına seyirci kaldı. Türkiye’nin ilgisizliğinden cesaret alan Irak yönetimi, yandaş Kürtlerle beraber Kerkük’ü de Musul’a çevirmenin yollarını arıyorlardı. Zamanın Kerkük 2.Tümen Komutanı Nazım Tabakçalı Kasım’a muhalif bir generaldi. Bu sebeple Kerkük’e bir operasyon yapılmadan Tabakçalı, Musul isyanında muhalifleri desteklediği suçlamasıyla idam edildi ve yerine Davut el-Cenabi adlı komünist bir general tayin edilirken Kerkük Belediye Başkanlığına da, yıllarca Moskova’da kalmış ve yetiştirilmiş bir komünist Kürt Maruf Berezenci getirildi. Bunlar kendileri gibi birer azılı komünist olan Kürt Cebbar Piruzhan, Nuri Molla Veli, Ermeni Ojin gibi kimselerle işbirliği yaparak, askeri birliklerdeki Arap subaylarını başka yerlere tayin ettirerek, yerlerine komünist Kürt subaylarını getirdiler. Aynı furya emniyet teşkilâtına da uygulandı. İlerici Gençlik, Barışseverler, Devrimci Öğretmenler ve Halk Mukavemet Teşkilâtı gibi komünist kuruluşlarını silahlandırdılar, üç binden fazla Türkmen’i Turancılık isnadıyla tutukladılar.
Nihayet 14 Temmuz 1959 günü ihtilâlin yıldönümü münasebetiyle komünistler, ellerinde silâh ve iplerle şehirde gösteriler yaparak Türkmenlere sataşmaya başladılar. İlk gösterilerde Osman Hıdır adlı bir Türkmen genci şehit edildi. Ardından sokağa çıkma yasağı ilân edildi; ancak bu yasak sadece Türkmenler içindi. Komünist subaylar ve polisler evlere hücum ederek önlerine geleni kurşunladılar ve daha önceden tespit ettikleri aydınları evlerinden alıp kışlaya götürerek süngülerle, dipçiklerle şehit ettiler. Bir kısım Türkmen’i askerî araçlara bağlayarak caddelerde sürüklemek suretiyle öldürdüler; bazılarını da diri diri mezara gömdüler. Bu vahşet numunesi katliam, üç gün üç gece devam etti; ölenlerin yanında çıldıran insanların ve çocuğunu düşüren hâmile kadınların haddi hesabı yoktu.
Türkiye’de ne yazık ki güya milliyetçi olan Demokrat Parti iktidarı, tıpkı Kıbrıs olaylarında olduğu gibi Kerkük katliamımda da sessiz kaldı. Rusya ve Irak komünistleri ile Kürtler ise bayram ediyordu. Sanki o zaman ABD de yoktu.
(Yarın Kerkük Şehitleri)