Ali BADEMCİ
Dün, bir Cumhuriyet yıldönümünü daha geride bıraktık; Tanrı bu millete nice yıldönümlerini görmek ve kutlamayı nasip etsin. İktidar ve Devlet ile birlikte ortaya konan törenler göstermelik ve takiyye de olsa onlara bunu mecbur eden şartlar ve gurur karşısında mutlaka secde etmek lâzımdır; tıpkı zamanın mütareke basını gibi.
Ülke hiç de iyi günlerde değildir; bir taraftan sınırları zorlayan bölücülük ve bunun karşısında âciz kalan Hükümet, bir taraftan da kendilerini devlet kurucularından üstün gören ve Mustafa Kemal’i diktatör addedip, kendilerini seçilmiş olarak nitelendiren bir zihniyet körlüğü. Hâlbuki Atatürk’ün her hareketi daha Sakarya’ya varılmadan Melis’çe tasdik edilmişken köhneliği bugünlere tahvil eden zihniyeti anlamak bir türlü kabil değildir. Çünkü bir taraftan güya Cumhuriyet kutlanırken, diğer taraftan devlete adını veren millet adı ısrarla bir kere telaffuz edilmemektedir. Gaip ve muhayyel bir millet anlayışı vicdan ve îzan sahibi olmayan kafaların maskaralıklarından başka anlam taşıyabilir mi?
Hz. Peygamber kavim ve kabilesi ile övünüp vedâ Haccı’nda bile “Benim Ehli Beytim” derken onun izinde olduğunu söyleyenlerin muhayyel bir Millet’ten bahsetmesi ne kadar garip bir anlayıştır? Hz. Muhammed’in bedeviden millet yaratma ve imamlığı bile bunların uhdesinde bulunmasını işaretine rağmen, Türk Milleti Gerçeği’ni görmemezlikten gelen akıl fukaralarının, bunu bilmeden yaptıklarını düşünmek tam bir gaflettir. Çünkü Hz. Peygamber bile iyice tanıdığı Maşrık kavmi Türklerin bir millet olduğunu pekâlâ biliyordu. Emeviler devri Arap şovenlerinin, kendilerinin dışında bulunan Müslümanları Acem diye nitelendirip, fethedilen yeni İslâm memleketlerinde Selçuklu Tuğrul’a kadar Arapça dışında lisanları yasaklamaları, o güne kadar gelen fikir eserlerini tahrip etmeleri ile bugünkü anlayışın arasında zerre kadar fark yoktur.
Arap müverrihlerin ve ülkemizdeki uzantılarının ellerinde bulunan İslâm Tarihi’ne bakınız; bunlarda 1000 yıl İslâmiyet’e hizmet eden Türk’ün adını göremediğiniz gibi, tıpkı batılılar gözü ile Türklerinbarbar diye nitelendirildiğini görürsünüz. Asrı Saadet ve Hulefâ-yı Raşidin’den sonra ancak ırkçıMuaviye ve ölü olan eşi ile 15 gün daha cinsî münasebette bulunup, Sünnilik adına, bunun fetvasını da alan rezil oğlu Yezid; Abbasiler, Mısır Abbasileri, hattâ Mısır Fatımileri ve Bağdat Büveyhî himâyesindeki Abbasiler, Halife sayılır da; Yavuz Sultan Selim’den sonra aynı zamanda Halife olan Osmanlı Sultanları’nın adını bile göremezsiniz. İşte şimdi bizdeki zihniyet de budur; siz konuştuklarına değil yazdıklarına bakın!
Bu yönü ile Osmanlı’yı kabul etmeyen bir zihniyetin, şimdi “Neo-Osmanlılıcılık”a soyunması ne kadar garip bir takiyyedir değil mi? Gerçekten Abbasi oldukları bile tartışılan bir takım zevk, sefa ve seks budalası adamlar sırf Araplığı çağrıştırıyor diye evliyâdan sayılmasının karşısında bunların Süleyman Şah ve II. Abdülhamid’den bahsetmesinin garâbetini görmemek mümkün mü? Abdülhamid’in de Halife olduğunu görmeden, sırf İmparatorluğu kurtarır ümidi ile hiç de bu kararda olmadığı haldeİsmaclılık’ı öne çıkarması karşısında mal görüp de mağribiye dönenler misâli ahkâm kesmesi hangi gerçeklerle örtüşmektedir.
Bu zihin kargaşalıkları içerisinde, dileriz Cumhuriyet’in faziletini takdir etmek zorunda kalanlar bu görüşlerinde samimi olsunlar. Böyle bir neticeye kimsenin karşı çıkması mümkün değildir. Fakat önüne gelen her budala ve haysiyetten yoksun kişilerin Mustafa Kemal’i diktatör addederek fetva vermesini de, Türk Milleti olarak hazmedememekteyiz. Hâlbuki bu zihniyeti konuşmaya bile Cumhuriyet rejimi müsaade etmiştir; erkek olan Osmanlı devrinde de aykırı görüşte bulunsaydı. Meşrutiyet adı bile bu ülkede en az 40 yıl telaffuz edilememiştir.
Muhabbetle.