Ergun KAFTANCI
GÖRDÜĞÜMDE şişiyorum, midem bulanıyor; erkeklerin hali ne öyle?
Herhalde ülkemizde erkeklerin yarısından fazlası sakal tutkunu oldu. Çeşit çeşit sakallı seyretmekten bıktık. Kimi keçi, kimi papaz sakallı; cami hocası gibi gözükenler çember sakallılar sınıfına dahil. Çoğunun yüzü engebeli araziye ait harita gibi; sünnet sakalı böyle olmaz, bunların ki iğrenç…
Peygamber Efendimiz‘in sakalı gibi sakal bırakan nerede; öylelerine çok az rastlanıyor…
Peygamberimiz, sakalını sıvazlar avucunun dışında kalanları kesermiş; bugünkü yobazlar sünnet diye göbeğine kadar sakal bırakıyor…
En iğrenç olanı da kirli sakal; çorak arazide güdük kalan ve boy atamayan ekin gibi kaplıyor bırakanların suratını… Su yüzü görsün diye içimden yüzlerine tükürmek geliyor…
……………………..
Ya saçlar?
Jöle sürerek hepsini tel tel dikiyorlar… Gençliğimden hatırlarım, Meşrutiyet zamparası gibi görüntü veren zibidiler, briyantin kullanır ve saçlarını kafataslarına yapıştırırlardı. Şimdikiler ise jöle kullanıp kirpiye meydan okuyorlar. Günümüz erkeğinin geldiği rezil noktalardan biri!
Yaşanan saç ve sakal deformasyonu insanı “Yahu bu, bizim toplum mu” diye sormaya zorluyor…
……………………..
Erkekler böyle de kadınlar nasıl?
Onlar da bir âlem…
Başı açıklar aynı tornadan çıkmış gibi; uzun ve ütülü saçlar, çoğu sarı, boyama… Kaşlar simsiyah, alttan çıkan saçları da… Bazılarının saçının bir yanı kısa, diğer yanı uzun. Uzun olan kısım yüzlerine düştükçe başlarını insiyaki olarak yana ya da arkaya sallıyorlar. Boynuna bağlı yem torbasının dibindeki ota yetişmek isteyen atın başını salladığı gibi; acayip bir tik!
Başı açıklar gözlerine rimel sürüyor, örtülüler ise rastık. Kadınlar neden kara göz gözükmeye çalışır anlamış değilim, oysa her şeyin doğal hali güzel…
Apartman yüksekliğindeki ayakkabılar da pek moda. Başı açık ya da kapalı, uzun topuklu giymeyen kadına rastlamadım…
Küresel modaya ayak uydurmak zorunda mıyız?
Benliğimize uygun hayat anlayışını ve tarzını bırakıp elin oğluna özendikçe daha yoz bir toplum haline gelebiliriz. Özümüzü muhafaza etmeye bakalım. Bakarken de geriye gitmeye kalkmayalım. Toplumlar, yozlaşmadan kendi benlikleri içerisinde yürürse, dünyada söz sahibi olur!
* * *
KISA kısa geçelim…
* Cumhurun başı Merkez Bankası Başkanı‘nı çağırıp görüşecekmiş… Neyi diye sormayın, faiz meselesini. Devletin başının Erdem Başçı ile görüşmesi doğal da ona talimat vermesi yanlış. Tayyip Bey bunu da yaparsa tek adamlığa çoktan alıştığını kanıtlamış olur.
* Başka ülkelerde Merkez Bankası başkanına siyasal yön vermek alışkanlığı yokmuş. Biz başka ülke değiliz, Türkiye’yiz, bizde böyle. Bizde Merkez Bankası Başkanı’nı kimse sevmez. Ne yapalım yani, adamı zorla mı sevdirelim!
* Seçim sürecine girdik. Üç bakan değiştirildi; Adalet, İçişleri ve Ulaştırma bakanları istifa etti. Yerlerine bu bakanlıkların müsteşarları atandı. Değişiklikten murad edilen, seçime bu kritik üç bakanlığı tarafsız hale getirerek gitmek. İktidarın atadığı müsteşarlar bakanlık koltuğunda ne kadar tarafsız olur varın düşünün. Yahu, ülkede adam kıtlığı mı var; bu görevlere atanacak partisiz, yani yansız ve dirayetli adam bulamadılar mı… Anlaşılan yeni atamalar, dostlar alışverişte görsün amaçlı…
* Beştepe’deki kâşanenin yıllık giderini hesaplamışlar, tam 252 milyon lira çıkmış… Maaşlar dahil mi öğrenemedim…Bu arada yeni bir masraf kapısı daha açıldı. Saray’a laboratuvar kurulacak. Kim bilir kaç milyon liramızı yutacak. Görevi de modern tadımcılık olacak. Tayyip Bey ve ailesinin yemekleri servis edilmeden önce burada analiz edilip tadılacak, içlerinde zehir filan yoksa servise konulacak. Osmanlı dönemindeki gibi; Abdülhamid de öldürülmekten korktuğu için yemeğe başlamadan önce yanında kim varsa “İlk lokma senin”diyerek ona ikram edermiş…Tarih tekerrür ediyor…
* Hidayet Karaca‘dan sonra bir gazeteci daha tutuklandı. Mehmet Baransu, evi arandıktan ve bazı dokümanlar alındıktan sonra götürüldü. Şu an cezaevinde. Ergenekon ve Balyoz davası şüphelilerinden biri sayılıyor. Bu arada demir parmaklıklar ardında kaç gazeteci olduğu da açıklansın.