SAFTER TANIK
Bir ülkede; alınan kararlardan, iktidar kadar olmasa da muhalefette sorumludur. Zira muhalefet; iktidarı uyarmak, iktidara çeki düzen vermek zorundadır.
Bir ülkede, iktidar; durup düşünmeden her istediği kararı alıyor, muhalefetin engelleme ve direnişi ile karşılaşmıyor ise; o ülkede, iktidar sorunu dışında bir de muhalefet sorunu vardır.
Muhalefet sorunu neden kaynaklanıyor?
Bizde muhalefet denilince, iktidar dışında kalan siyasi partiler anlaşılıyor.
Oysaki demokratik bir ülkede; muhalefet, sadece iktidar dışında kalan partilerden oluşmaz. Sendika-oda-birlik-öğrenci dernekleri ile üniversite-medya-aydın vb unsurları da içerir.
Bir iktidar ile muhalefet kanadı vardır. Diğer bir ifade ile iktidar ve iktidara destek verenler, muhalefet ve muhalefete destek verenler olmak üzere iki blok mevcuttur.
Siyasi partilerin muhalefetine; sendika-oda-birlik-öğrenci dernekleri ile üniversite-medya-aydın vb unsurlardan bir destek gelmezse; bu, iktidar tarafından fazlaca ciddiye alınmaz.
Bizde, iktidar kanadı; dolu, muhalefet kanadı ise; boştur. Muhalefet partilerinin birlikte hareketliliğinden oluşan bir muhalefet bloğu bile yoktur.
İktidar, “bir muhalefet bloğu var” diyor.
Bu, “bir maksat yok ise; iktidar ve muhalefetin iki ayrı blok olduğunu bilmemek” demektir.
İktidar, “muhalefetin eleştirileri, sadece bize yönelik” diyor.
Bir muhalefet partisinin muhatabı iktidardır. Bunun için iktidarı hedef alır. İktidarı desteklemesi veya destekleyen bir görüntü vermesi ise “iktidarın gizli ortağı” şeklindeki bir algıya yol açar.
Etnik siyaset yapan bir partinin olduğu bir ülkede; iktidarın kastettiği anlamda, bir muhalefet bloğu yoktur; olması da mümkün değildir.
İktidar, bu propaganda ile neyi hedefledi?
İktidarın; muhalefeti, “blok oluşturmakla” suçlaması; muhalefet içindeki ayrılıktan istifade ederek, lehte bir sonuç çıkarmaya yöneliktir. Meclis başkanlığı seçimine bakılırsa, bunda da başarılı olduğu görülüyor.
İktidarın çıkmazı; Aksaray, muhalefetin çıkmazı ise HDP’dir.
Recep Tayyip Erdoğan’ın; “azınlık hükümeti de olsa, AKP’nin tek başına iktidar olmasını” istediğini düşünüyorum. Muhalefetin ise HDP’nin içinde yer aldığı bir hükümeti kurması asla mümkün değildir. Bu da, iktidarın çıkmazının; Aksaray, muhalefetin çıkmazının ise HDP olduğunu gösteriyor.
HDP; “Siyasal Kürtçülük Hareketinin” siyasi kanadı rolündeki bir çatı örgütüdür.
Siyasal Kürtçülük Hareketinin; kendileri, “demokratik özerklik” dese de; Türkiye toprakları üzerinde, kafalarına göre sınırları belirlenmiş bir bölgede; önce özerk, daha sonra da bağımsız bir Kürt Devleti kurmak gibi bir hedefi var.
Farklı gruplar olsa da, Siyasi Kürtçülük Hareketinin; Türkiye’deki siyasi kanadı HDP, askeri kanadı ise PKK’dır.
PKK; “Irak ve Suriye’deki kampları hareket merkezi şeklinde kullanarak, silahlı eylemler ile güneydoğu ve doğuda kırsaldan-kente alan hâkimiyeti sağlamak; metropollerin kenar mahalleri ile varoşlarında kurtarılmış bölgeler inşa etmek; buralarda halk üzerinde tahakküm kurmak; taraftar kazanmak, halkı yönlendirmek ve maniple etmek” gibi bir strateji izliyor.
HDP ise; “PKK’nın alan hâkimiyeti olduğu yerlerde, baskı ile halkın iradesini lehte oya tahvil etmek; şeyh-toprak ağası-aşiret reisi ve kara para babalarını tarafına çekmek, batıda; demokratik hakları savunan ve halkın sorunlarına sahip çıkan bir görüntüyle sempati toplamak; köken sorunu yaşayanları kazanmak” şeklinde bir stratejiye sahip.
HDP; bir yandan sıkı bir muhalif görüntüsü verirken, diğer yandan da AKP ile gizli ortaklık yaptı.
PKK; Stalinist bir örgüt, HDP ise; her türlü düşünce ve sosyal sınıftan olan siyasal kürtçüler ile mezhep ya da etnik köken sorunu yaşayan kişileri içinde barındıran bir çatı örgütü özelliğinde.
AKP-HDP gizli ortaklığı neden sekteye uğradı?
Çözüm süreci ile başlayan bu gizli ortaklıktan, HDP; sürekli kazançlı çıkarken, Türkiye ve AKP ise sürekli kaybeden oldu. Seçim sonuçları da buna virgül koydu.
Çözüm süreci bitti mi?
Siyasal Kürtçülük Hareketi; silahlı eylemle bireysel kültürel haklardan, toplumsal kültürel haklara kadar her şeyi elde etti; lehine oluşan konjonktürden de cesaret alarak demokratik özerklik istiyor.
İktidarın ise; bugün için, bu talebe cevap vermesi mümkün değil; Mesut Barzani’nin açıklaması da bunu teyit ediyor.
İktidar; terörle mücadelede, kararlı bir görüntü sergiliyor. Ancak; geçmişteki tutum ve davranışı ile de bir şüphe uyandırıyor. Bunun için çözüm sürecinin tekrar başlatması da sürpriz sayılmamalıdır.
Kobani’nin önemi nedir?
Siyasi Kürtçülük Hareketinin; önce bireysel, daha sonraki toplumsal kültürel hak talebi bir milletin inşa projesidir. Milliyetin, millete dönüşmesi için de bir kahramanlık destanına ihtiyaç vardır. Kobani olayları ise onlara bu fırsatı verdi.
CHP “Misyon ve Vizyon Sorunu” Yaşıyor
Her siyasi düşünce akımının, bir varoluş nedeni vardır. Neden var olduğu, ne yapacağı, kime hitap edeceği bellidir. Amacını gerçekleştirmek için de siyasi bir partiye dönüşmek zorundadır.
Tüm siyasi partilerin; bir kuruluş amacı, hedefi, hedefe götürecek ana strateji ile örgütlenme ve yönetim şekli vardır. Taktikler ise siyasi manevradan başka bir şey değildir.
Bir siyasi partinin; amaç-hedef-ana stratejisi-örgütlenme ve yönetim şeklini belirleyen ise sahip olduğu ideolojidir.
İdeoloji de öyle üç beş sloganı içeren bir şey değil; din-millet-devlet-devlet yapısı-yönetim şekli-eğitim-kültür-maliye-ekonomi-iç ve dış politika alanlarında sistematik mantıklı bir tanım ve açıklama ortaya koyan bir sistemi ifade eder.
“Atatürk’ün Partisiyiz” diyorlar…
CHP; Atatürk’ün kurmuş olduğu bir parti olabilir, ancak; laiklik dışında, Atatürk’ün savunduğu temel ilkeleri hiç savunduklarını işitmedim. Önce reddedip, daha sonra savundukları “çözüm süreci” nin ise Atatürkçülük ile nasıl bağdaştığını da anlamış değilim.
“Sosyal Demokrat bir partiyiz” diyorlar…
Emeğin örgütlü olmadığını, emeği temsil eden sendikaların ise cılız ve kurumsal bir kimlikten yoksun olduğunu bilmiyorlar.
Emeğin örgütlü olmadığı, emeği temsil eden sendikaların ise cılız ve kurumsal kimlikten yoksun olduğunu bir ülkede; sosyal demokrat siyaset yapmak da tabiri caizse “suda yazı yazmaya benzer”.
Bunun dışında, Sosyal Demokrat bir partide; mezhep kimliği ile siyaset yapılamaz, küresel sermayenin temsilcileri ile sendika-oda-birlik-dernek patronları da bulunamaz.
“Merkez Sol bir partiyiz”, ya da “Liberal Sol bir partiyiz” diyorlar…
“Muhafazakâr kesime açılmayı; merkez sol, sermayeye açılmayı ise; liberal sol bir parti olmaya” bağlıyorlar.
Bağlanabilir. Siyasi manevralar ile başka bir kitlenin kazanılması da hedeflenebilir. Ancak, bir partinin temel ilkeleri; bir başkanın gidişi, diğer bir başkanın gelişi ile de değişemez. Aksi halde; kim, “ne yaptığını, ne yapacağını, ne söyleyeceğini” bilemez bir hale gelir.
Böyle bir partide ise, kavga; hiç eksik olmaz, yönetim; sürekli tartışılan bir alan haline gelir, bir düşünce sistemi ortaya konamaz, partiyi ve ülkeyi yönetecek kadrolar; yetişmez, parti; devşirme kadrolar ile yönetilir, sürekli olarak da aynı yerde sayılır.
MHP Yalnızlığı Yaşıyor
MHP; devletin temel ilkelerini savunan, AKP’nin yanlışlarını eleştirirken doğrularına destek veren, zaman-zaman CHP ile birlikte hareket eden, bazen de tarafsız kalan, gücüne göre tutum ve davranış sergileyen bir muhalefet partisi görünümünde.
İlkeli de olsa, bu çok yönlü siyaseti ile tabiri caizse “iki arada bir derede kaldı”; ne AKP’nin, ne de CHP’nin takdirini kazanabildi; aksine ciddi eleştiriler aldı.
MHP’ye oy vermiş kişiler arasında, henüz MHP ile özdeş olmamış AKP ve CHP kökenli kişiler var. Bu nedenle izlediği siyaset, lehte veya aleyhte bir oy akışına yol açıyor; bir dönem MHP’ye oy veren, başka bir dönemde ise AKP veya CHP’ye oy veriyor.
Parti’nin omurgasını, Türk Milliyetçileri oluşturuyor; ancak merkez sağ siyaseti ile de ideolojik söylemlerden kaçınıyor.
Siyasi propagandada; Erdoğan ve PKK karşıtlığı dışında başka bir argümana fazlaca yer vermiyor. Tek başına iktidara yürümesi için ise bir düşünce sistemi ortaya koyması ve bunun siyaset arenasında da tartışılan bir hale gelmesi gerekir.
Toplumsal Muhalefet Yok
Demokrasi; modern bir toplumun ürünüdür. Modern toplum; aynı zamanda, millet olmuş bir toplumdur. Millet olmuş bir toplumda; birey, birey olma bilincine sahiptir; işçiler-köylüler-esnaf-serbest meslek sahipleri-sermaye-aydın-bürokrat ve üniversite gençliğinin kurumsal bir kimliği vardır.
Bizde; her ne kadar, sendika-oda-birlik-dernek var ise de; bunların, kurumsal bir kimliği yoktur. İktidara hoş görünmek isteyen sendika-oda-birlik-dernek patronları, büyük sermaye-kara para babaları, idare-i maslahatçı bürokratlar, yandaş medya-aydınları ve bana neci üniversite gençliği vardır.
Toplumsal muhalefeti, kim yapıyor?
Kurumsal kimliğe sahip sivil toplum örgütlerinin olmadığı bir ülkede; muhalefet görevini, kimin veya kimlerin ya da hangi gizli servisin finanse ettiği belli olmayan, çevreci-anarşist-lezbiyen-gey-demokrat-mezhebi-etnik vb. görünümdeki taşeron sivil toplum örgütleri üstlenir.
Gittikçe Bir Ortadoğu Ülkesine Benziyoruz
Cemaat ve tarikatların; şu veya bu ad altında hemen-hemen her mahallede örgütlendiği, siyasi partilerden çok şube ve temsilciliğe sahip bulunduğu; toprak ağaları ile aşiret reislerinin sözünün geçtiği bir ülkede; Batılılaşma değil, Doğululaşma vardır; o ülkenin gittikçe bir Ortadoğu ülkesine benzediği de bir gerçektir. Böyle ikili bir sosyal yapının; Ortadoğu ülkelerindeki siyasi çatışmaya, zemin oluşturduğu da gözden kaçmamalıdır.
Siyasi partilerin; kurumsal kimliği, var mı ki?
Türkiye’de; siyasi partiler, halk arasında; ismi ile değil, liderlerinin ismi ile anılıyor.
Üye olmada; kimin hangi altyapıdan, kimin referansı ile geleceği, yükselmede; ne gibi bir eğitim alması ve görevleri üstlenmesi gerektiği, başarılı olması halinde; ne zaman, nereye getirileceği belli değildir.
“Gömlek değiştirir” gibi parti değiştirenin revaçta olduğu, bir eğitim ve kültür çalışmasına ihtiyaç duyulmadığı, bilgi-ehliyet ve başarının değil, parayı verenin düdüğü çaldığı; “ben yaptım oldu” düşüncesi ile “çoban-sürü” düşünce ve mantığının hâkim olduğu bir partide de kurumsal kimlikten söz edilemez.
Kurumsal kimliğe sahip olmayan bir partide ise parti içi demokrasisi; yoktur, fikri gelişme; olmaz, sürekli olarak oligarkların mali desteğine ihtiyaç duyulur. Bu da; partiyi, öyle veya böyle parayı verenin yönetim ve kontrolüne sokar.
“Askeri darbeler yüzünden” diyorlar…
12 Eylül iktidarının en büyük zararı; “partilerin oluşmakta olan kurumsal kimliğini bitirmesi, altyapıdan mahrum bırakarak tüyleri yolunmuş kuşa çevirmesi, ideolojik erozyona uğratarak da fikir üretemez bir hale getirmesi” oldu.
Bugün, liberaller; sanayiden ticarete ya da ranta geçmeyi bir sınıf atlama olarak görüyor, sosyalist ya da komünistler; mezhep ve etnik kimlik siyaseti yaparak emeği savunduğunu zannediyor, İslamcılar; İslam’ın yönetimin temel ilkeleri dışında bir devlet modeli olmadığını bilmiyor, milliyetçiler de; bir sistem ortaya koymayı düşünmüyor.
“Milliyetçilik, sosyalizm vb düşünce akımları; bir kentli-aydın hareketidir” diyorlar…
Karşıma çıkmış kaba saba bir adam; “ben demokratım”, “sosyalistim” diyor; ne demokratlığı, ne de sosyalizmi biliyor. İki üç kelime ezberlemek, mezhep ile etnik kimlik siyaseti yaparak demokrat ve sosyalist olduğunu zannediyor.
Ne dedin?
“Senden iyi bir hamal olur” dedim.
1900’lü yılların ilk yarısında; “Türk” kimliğine sahip çıkan sosyalistler, komünistler yok. Ki bunlar; emeğe sahip çıkmanın, millete sahip çıkmaktan geçtiğini bilen kişilerdi.
1900’lü yılların ilk yarısında; milli bir kültür fırtınası estiren, birçok ünlü düşünür-şair-hikâyeci-romancı yetiştiren milliyetçiler de yok. Ki bunlar, “milliyetçiliğin; milletçilik olduğunu, diğer bir ifade ile hiçbir sosyal sınıf farkı gözetmeksizin milletin çıkarını en üst sevide tutmak olduğunu, milletin; ortak kültürden geçtiğini, milleti inşa etmek, geliştirmek ve korumanın görevleri olduğunu” bilen; bir misyon ve vizyona sahip kişilerdi.
Bunların ortak özelliği ise büyük bir kısmının kentli ve aydın oluşu idi.
Aydın ve burjuva sorunu mu var?
Bir ülkede; ülkeyi 40 yıl yönetmiş, sayısız aydın ve iş adamına faydayı olmuş, bir devlet büyüğümüzün vefatında; 3-5 aydın ve iş adamı dışında, aydın ve işadamından taziye mesajı gelmiyorsa; o ülkede, bir de aydın ve burjuva sorunu vardır.
Bugün; siyasette, istisnalar dışında; misyon ve vizyonundan bir haber, sokak ve küçük kasaba politikacıları gözde; kırsaldan-kente göç edenler, bir türlü kentli olamayanlar, varoşlar, kenar mahalleler de böyle istiyor.
Kabahat, bireyde mi?
Ümmet toplumunda; hükümdar-kul (halk deyimi ile çoban-sürü), millet toplumunda ise; birey-toplum-devlet ilişkisi vardır. Bu nedenle ümmet toplumunda; esas olan hükümdar iken, millet toplumunda; esas olan bireydir. Bunun için de; ümmet toplumunda, bireyin varlığı ve kimliği fazlaca önem arz etmez.
Ümmet toplumunda, birey; hükümdarın himmet ettiği haklar ile yetinir, kaderine razıdır, sorununu anlatmada ve çare arayışında ise itibarlı kişileri vasıta kılar. Bu nedenle günlük yaşamı dışında başka bir şey düşünmez, ülke sorunlarına ilgi duymaz, görev ve sorumluluk almaktan kaçınır, sorununun çözümünü hep başkasından bekler, çareyi hükümdarın himmetinde arar, sürekli bir kurtarıcı bekler, çaresizliğini ise dergâhlarda gidermeye çalışır. Bunun için de, bu tür toplumlar; kelleyi koltuğa almış, sihirli bir değnek ile tüm sorunları bir anda çözecek bir kahramanın arayışı içindedir. Kahramanları ise hiç eksik olmaz.
Millet toplumunda; birey, varlığı ve kişiliği olan bir insandır. Karar almada; akla başvurur, kimsenin körü körüne takipçisi değildir, hakkına; sahip çıkar, ancak başkalarının hak ve hukukuna saygı gösterir, sorununu açıklamada; medeni cesaret sahibidir, çünkü hukuka güven duyar, örgütlüdür, ülke sorunlarına ilgi gösterir, görev ve sorumluluk almaktan çekinmez, çıkarlarını korumada kurumsal kimlikten istifade eder. Böyle bir toplumda ise; ne bir kahraman, ne de bir kurtarıcı aranır. Zira kahraman da kurtarıcı da millettir, kurumsal kimliğe sahip sivil ve resmi kurumlardır
Sonuç olarak; çoban-sürü düşünce ve mantığından, bir türlü kurtulamadık; siyasetsizliğin, siyaset haline gelişinin başlangıç sebebi de burada saklıdır.