Fakîr Şakir Keçeli Baba
Zamânenin mahlûkatı
Bütün dünyaya düşmüşler
Ederler dinini yağma
Mülk ü dâraya düşmüşler
(…)
Kitaptan kaçan ürkekler
Cehennem yolu beklerler
Mü’minin deyü erkekler
Aceb sevdâya düşmüşler
Ruhsâtî [1]
Ruhsâtî [Vef. 1327 H.- 1911 M.] bu sözleri Osmanlı’nın komaya girdiği dönemde söylemiştir. Sanki O, 20. yüzyılın başındaki Osmanlı’yı değil de 21. yüzyılın başındaki Türkiye Cumhuriyeti’ni anlatmaktadır.
Çünkü, cehaletin veya Dolar ya da Avro’nun kölesi olan bazı kalem sahipleri, aslına hiç, ama hiç benzemeyen bir Alevîlik icat etmeye kalkışıyorlar.
ABD-AB güdümlü bazı Alevî kuruluşlarına veya bireylerine göre, ”Alevîlikle İslâm’ın uzak yakın ilişkisi yokmuş. Bunu söyleyenler, kendilerinin Bektaşî/Alevî değil de “Kızılbaş” olduklarını ileri sürüyorlar.
“Kızılbaş” ve “Kızılbaşlık” sözcük ve terimleri dilimize Safevî/Osmanlı savaşlarından sonra girdi. Zira Safevîler Osmalı’ya “Yezîd” derken, Osmalı’nın Zalim Sultanı Yavuz ve onun yardakçıları Safevîlere, “Kızılbaş” suçlamasını yönelttiler.
Demek ki bu sözler, aklın ve bilimin özgürleştiği yaşadığımız çağın değil Orta Çağ’ın ürünüdür. Orta Çağ’da akıl ve bilim “ din adı verilen zindanda” tutsak olduğu için, politik istemler dinsel giysiler içinde insanlara sunuluyordu.
ABD ve AB “Kızılbaşlarının” ikinci tezi de şudur: Şah İsmail Hazretleri Bektaşîlik karşıtıdır veya Bektaşîler Şah İsmail’in karşısında yer almıştır.
Bunların yakın dostu ya da örtülü müttefiki Abdullah Öcalan, Hünkâr Hacı Bektâş Velî için “Osmanlı’nın Kontr-gerillasıdır” demiştir.
Bunların yanında bazı vatansever, ahlâklı Alevî inançlı canlarımız da kendilerini, Şah İsmail’in yakın akrabası Şah İbrahim Velî Hazretleri’ne nisbet ediyorlar ve Hacı Bektâş’tan ve O’nun yolunu sürdüren Bektaşîlerden kendilerini ayırmaya çalışıyorlar.
Şah İsmail (Hakk’a yürüme tarihi: 930 H.- 1524 M.) Hazretleri Safevî Devleti’nin kurucusu ve ilk hükümdarıdır. Devletin başkenti ve topraklarının büyük bir bölümü İran’dadır. Fakat bu devletin kurucuları ve belkemiği Anadolu’da yaşayan Türkmenlerdir. “Safevîler, Selçuklu’dan ve Osmanlıdan daha fazla Türk’tür” yargısı tarihsel bir gerçektir. Anadolu’da yaşayan köylü ve göçebe Türkmenlere dayanan Şah Hatâî’nin Hacı Bektâş’tan ve Bektaşîlikten haberdar olmaması ve onları ret etmesi, onlarla sürtüşmeye girmesi olanaksızdır.
Kaldı ki 15. yüzyılın başlarında Anadolu baştan ayağa Bektaşî Tekkeleriyle örülmüştü. Şah İsmail’e kurtarıcı olarak sarılan ve ona koşmayı ibadet bilen Alevîlerse bu tekkelerin çevresinde yaşıyor ve bu tekkelerle sıcak ilişkilerini sürdürüyorlardı.
Bu konuda bir örnek vermek istiyorum:
Birkaç yıl önce Maraş Pazarcık Narlı Kasabası’nda konferansa çağırıldım. Pazarcık yöresinde yoğun bir Alevî nüfus var; fakat Babagân Bektaşîleri diye bir topluluk olduğundan hiç kimsenin haberi yok. Narlı’ya bir gün önce gitmiştim. Fakîr’i mihman eden Barış Bektaş’a, ”Bu gün çevreyi gezelim, ziyaret yerleri varsa onları ziyaret edelim” önerisinde bulundum.
Barış ziyaret yerlerini sayarken, ”Burada Selmâ-ı Pâk Türbesi var“ dedi.
Fakir, ”Barış, Selmân-ı Pâk Hazretleri’nin yaşadığı dönemlerde bu bölgeye İslâmiyet gelmemişti. Bu nedenle, o türbe Selman-ı Pâk Hazreleri’nin makamı olabil ama türbesi olamaz. Lakin orayı kesinlikle ziyaret etmek isterim” dedim.
Birlikte türbeye gittik. Hazret’in merkatının girişinde mezarlık vardı. Mezarlığın en haşmetli yerinde Bir Bektaşî Babası yatıyordu. Çünkü baştaşı Hüseynî Tâc idi. Barış’a ve yanımdakilere, ”Arkadaşlar burası bir Bektaşî Tekkesi’dir” dedim. Orada bulunanlar ise, ”Olamaz.. Burada Bektaşîlikten haberi olan bir tek insan bile yok” dediler. Onlara, ”Erenler… Şu Baş Taşı’na bakın! Bu taşta burada yatanın bir Bektaşî Babası olduğu yazılmış. Bu başlığın adı Hüseynî Tâc’dır. Bunu sadece Bektaşî Babaları giyerler. Burası ya bir Bektaşî Tekkesidir veya bir Bektaşî Babası burada çalışmalar yapmış ve hastalanınca mezarının nasıl yapılacağını geride kalanlara anlatmıştır. Anadolu’nun dört bir yanında yer alan ve adları, “ata, baba, dede, bacı” olan ziyaret yerlerinin neredeyse tamamında bir Bektaşî yaşamaktadır.” dedim.
Eğer 15. yüzyılın Bektaşîleri, Şah İsmail’e karşı çıksaydı, Anadolu Halkı’nın onun yanında yer alması asla olanaklı olamazdı.
Fakîr Şah İsmail’in Hacı Bektâş Velî’ye yaklaşım tarzını, Hazret-i Hünkâr’a olan bağlılığını kendi kaleminden hareketle okuyucuya sunacağım ve böylece cehaletin karanlığını dağıtmaya çalışacağım:
Fakîr’in kütüphanesinde üç-dört tane Şah İsmail Dîvânı vardır. Bunlardan en güvenilir olanı merhûmSadeddin Nüzhet Ergun’un kaleme aldığı “Hatayî Dîvânı Şah İsmail Safevî Hayatı ve Nefesleri” adlı eserdir. [2] Kaynak olarak bu eseri kullanıyorum:
Şah İsmail Hacı Bektâş Velîye Yaklaşımı
Aşağıda yer alan nefesler/deyişler/demeler Şah İsmail Hazretleri’ne aittir:
Yağan yağmur için esen yel içün
Dergâh’ına varan doğru yol içün
Urum’daki (Anadolu’daki) Hacı Bektaş Vel(i) içün [3]
Hata ettim günahımı bağışla
Seksen bin Urum Erenleri [4] içün
Doksan bin Horasan pîrleri içün
Hasan Hüseyn’in nurları içün
Hata ettim günahımı bağışla
(…)
Tâlib olmaz rehbersiz babasız
Harman mı savrulur yelsiz yabasız
Kul hatasız olmaz hata tevbesiz
Hata ettim günahımı bağışla
Hazret-i Sultan, Hacı Bektâş Velî’nin manevi himmetine sığınmakta ve O’nu abdallar içine koymaktadır.
Yukarıda sunduğumuz nefesin son dörtlüğünün birinci dizesine okuyucumuzun dikkatini çekmek istiyorum. Burada geçen rehbersiz ve babasız sözcüğü Şah İsmail Hazretleri’nin Bektâşîlere hitap ettiğini veya onlardan etkilendiğini açıkça kanıtlar. Çünkü Alevî canlarımız aydınlatıcılarına (mürşidlerine)Baba değil de dede diye hitap ederler. Yine rehber (yol gösterici) Alevîlikten çok Bektaşîlikte söz konusudur. Rehberlik kurumunu yaşatan Alevîler vardır; fakat rehber müsahib kadar önemli değildir.
Alman Alevîleri bırakınız rehberliği, dedeliği bile kaldırmakta ve dedelik yerine inanç önderliği koymaktadır.
Şah Hatâî sözlerine şeyle devam etmektedir:
Hatâî bî-çare kuldur Şâh’ına
Hünkâr Hacı Bektâş nazargâhına (bakılan yer)
Deli gönül hâk (toprak) ol düş Dergâhı’na
Er olayım dersen Er ile görüş[5]
Şah İsmail Hazretleri kendisine inanlara,” Hacı Bektâş Dergâh’ına gidin orada toprak olun; o Dêrgâh bakılacak tek mekandır” demektedir.
Muhammed Alî’dir Kırklar’ın başı
Uralım Yezîd’e lâ’neti , taşı
Hünkâr Hacı Bektâş Velî’dir eşi
Biz Muhammed Alî deyenlerdeniz.
Demek ki Şah İsmail Hazretleri’ne göre Hacı Bektâş Velî Kırklar’a katılmış ve Muhammed Alî ile Semah’a durmuş.
Ayrıca 15. yüzyılın başında, Hz. Hünkâr’ın adı, bazılarının ileri sürdüğü gibi, Hace olmayıp Hacı imiş.
Tuttum gerçeğin elidir
Gittiğim imamların yoludur
Ser Çeşmemiz Hacı Bektâş Velî’dir
Mihmân ( konuk) cânlar bize safa geldiniz. [6]
Hacı Bektâş Velî sadece Anadolu ve Balkan Halkı’nın değil, Şah İsmail Sultan’ın da, Ser çeşmesi (yani hakikat pınarının başı) imiş…
Seyyid Battal Gazî, Hacı Bektâş Velî
Cüllenin sırrı sensin Yâ Muhammed Yâ Alî!… [7]
Yukarıda yer alan örnekler, Şah Hatâî ile Hacı Bektâş arasında, sonsuzda bir bile olsa bir çelişki olmadığını, aksine her iki Eren/Hakk/ Hakikat Âşığı arasında tam bir uyum bulunduğunu göstermektedir. Bu deyişlerden hareket ederek herkese şunu rahatlıkla söyleyebiliriz:
-Şah Hatâî bir Hacı Bektâş Muhibbi (sevdalısıdır)…
Bu sözlerimizden şu sonuca ulaşılmasın: Hatâî Hacı Bektâş mürididir. Asla böyle bir iddiada bulunmuyoruz. Söylemek istediğimiz şudur:
– Hakikat bir güneştir. Kör olmayan herkes, nerede ve hangi çağda yaşarsa yaşasın onu görür.
Gönül ve kalp gözü görmeyenler ise o güneşi değil, güneş ışığının vurduğu gübrelikleri görür ve buna göre hüküm verir.
Bir acayip çağda yaşıyoruz ki, bilen bildiğini anlatmakta zorlanıyor… Bilmeyen de ne utanıyor, ne de arlanıyor.
Muhyiddîn Arabî
Dünya Putu’nun tutsağı, kölesi olan insanlara şöyle haykırmış:
– Ey insanlar!.. Sizin taptığınız benim ayağımın altındadır.
Onu dinleyenler onu kınamışlar ve kafirlikle suçlamışlar. Aradan yıllar geçmiş, gönül gözü gören biri İbn-i Arabî’nin bastığı yeri eşmiş ve orada altın dolu bir kasa olduğunu görmüş.
Hakk Muhammed Alî ve Pîrimiz Hünkâr Hacı Bektâş Velî, cümlemizin gözlerini ve gönüllerini görür eylesin… Hakikat’la aramızdaki zulmet (karanlık) perdesini biran önce kaldırsın.
Dil bizden nefes Hünkâr Hacı Bektâş Velî’den, aydınlatıcım Ali Sümer ve Gazi Mustafa Kemal Atatürk Erenler’den olsun.
Fakîr Şakir Keçeli Baba
http://www.bektasialevi.org/ sitesinden aynı başlıklı makale iktibas edilmiştir.
[1] Eflatun Cem güney- Çetin Eflatun Güney, Ruhsâtî Hayatı ve Şiirleri, İstanbul Maarif Kitaphanesi, Halk Şairleri Serisi 11, Basım Tarihi Yok, s. 167.
[2] Saddeddin Ergun, Hatayî Dîvânı Şah İsmail Safevî Hayatı ve Eserleri, İstanbul Maarif Kitaphanesi Matbaası, İstanbul 1956.
[3] Bu sitanin okuyucularından biri Hz. Hünkâr’a “hacı” denmeyeceğini, O’nun “hace” olduğunu iddia etmişti. Şah Hatâî’de “hace değil Hacı diyor…
[4] Urum Erenleri adını verdiği erenlerin tamamı Hacı Bektâş Velî’ye bağlanmış evliyalardır. Bakınız: Hacı Bektâş Velâyetnâmesi. Koyu siyah harfler Fakîr’e aittir ve dikkat çekmek amacıyla böyle yapılmıştır.
[5] Sadeddin Nüzhet Ergun, Age, s. 79.
[6] Age, s. 89.
[7] Age, s. 140.