Ali BADEMCİ
İdlip batısı; eski Kuseyr ovası, Altınözü’nün Arapça konuşan köyleri tamamen Suriye’nin ilk Türkleri Karluk ve Kıpçak asıllıdır; 60’a yakın Arapça konuşan köy içinde 1539’dan beri adı değişmeyen “Mazra-ı Türkman” yerleşim adı dikkatimizi çekmiştir. Mesele bu kadar Kıpçak yerleşimi içinde bir adet Türkmen köyü olmasından kaynaklanıyor; fakat onlar da Arapça konuşuyor. İlginçtir ki İdlib’de Selkin ilçesi Arapça konuştuğu halde Türkiye’de Selkiyye köyü halis Türkçe konuşmaktadır. Bu örnekleri istediğimiz kadar çoğaltabiliriz. Hama-Humus ve Şam bölgesi de böyledir. Yerleşim yerleri ve aşiret-kabile-kavim adlarında bir Kıpçak sıfatı olan, bugünkü Kazakistan “Kine-Sarıları”nda olduğu gibi “Kine” sözcüğü bulunmaktadır. Altınözü’nde meselâ ”Kine-bir” böyledir. Sanıyoruz ki Cisirişuğur tarafında “Kin-nesir” de aynıdır.. Benzer şekilde çok yerleşim-soy-boy adı bulunmaktadır. Araplar çok güzel fiziğe sahip olan “Selkın-Salkın”ların kim olduğunu araya kursun buradaki “Kin” sözcüğü ile insanların fiziki ( bilhassa kadınların) yapısından onların Ukrayna Kıpçakları ve Kıpçak-Karakalpaklar’a benzemeleri Türk olduklarını ispata yeterlidir! Çünkü hiç bire yerde böyle sarışın ve mavi gözlü, buğday tenli Arap göremezsiniz. Yan yana olan İdlib’in Selkin ilçesine komşu “Der-guş” size neyi hatırlatır. “Kuş” memleketi ve kapısı demektir; uçan varlığı adlandıran “Kuş” veya “Guş” adı bütün Türk lehçelerinde hâlâ kullanılmaktadır. Her halde Selçuklu Oğuzları’nın Hama-Hums-Şam’a; Karluk ve Kıpçaklar’ın da ters istikamete uçakla gittiklerini düşünemeyeceğimiz gibi, Bayır Bucak bölgesi Türkmenlerinin de hiçbir şekilde “Halep” ile bağlantısını kuramayız. İşte bütün ham bilgilerin akademilerimiz tarafından adam gibi kullanılması ve elimizde bulunan zengin Osmanlı-Memlûk kayıtları ile Türksüz bir Suriye’nin açıklanamayacağını ispat etmemiz gerekiyor. Bizden bu kadar!
Hüsnü Mahalli, bizim tesbitlerine çok önem verdiğimiz bir Suriye uzmanıdır. Katiyen sıradan bir stratejist veya komplo teorileri üreten boş bir adam değildir. Esad devrinin başından beri âile, bürokrasi ve hükümet ile yakın ilişkileri olduğu bilinmektedir. Kendisi Türkmen’dir; Carabluslu’dur ve sanıyorum öğreniminin çoğunu da Türkiye’de yapmıştır. Mahalli’yi “Baasçııdır” diye kesip atmanın faydasına inanmıyoruz ve Türkiye anlamında “İslâmcı” olmadığını da çok iyi biliyoruz! Şimdi CHP yetkilileri ile yakınlığını ve Halk TV’de fikirlerini ifâde etmektedir. Daha evvel yandaş medyacı idi! Esas olarak onun Suriye fikirlerini bugünlerde CHP sahiplenirken, onun Cumhuriyet ve Atatürk düşünceleri ile de zerre kadar ilgisi bulunmadığını bilmesi gerekiyor.. Bilmem çok uygun olur mu ama ona, Mişel Eflâk ve Zeki Arsuzî öğrencisi gözü ile bakabiliriz!
Altı yıl evvel Suriye olayları başlarken dünyanın her yerinden bu yöne doğru doğru maceraperest dünya insanlarının dolduğunu ilk olarak Mahalli yazmıştı. Direnen Suriye adlı kitaplaşan görüşlerini hâlâ bulup inceleyebilirsiniz. Avrupa, Rusya ve değişik Arap ile Müslüman ülkelerinde kendi devletlerinin başına belâ olmuş eşkıyalar Suriye olayların içine sürülmüştü! Hatta Çin’in göz yumması ve herhalde Türkiye himayesinde bir kısım Uygur da bölgeye getirilmişti. Elbette bunların bir kısmı su testisi gibi su yolunda kırıldılar. Kalanları da 2015 sonu ve hâlâ Rusya, Çin, İran ve koalisyon güçleri temizlenmektedir. Elbette kendi ırkdaşlarımız olan Uygurlar ve dindaşımız Çeçenler için aynı şeyleri düşünemeyiz ama özellikle Avrupalı maceraperestlerden ilgili ülkeler kurtulmuş ve böylece bir iç hastalığı tedavi etmişlerdir. Ruslar Çeçenleri, Çinliler de BM daimi üyeliği sıfatıyle ve çeşitli oyunlarla Uygurlar’ı dağıtmışlardır. Şimdi Çeçenler’in tamamı ve Uygurlar’ın bir kısmı DEAŞ saflarındadır. 2011’e doğru geriye bakarsak en önemli tesbit budur ve fikir ile düşünceler Mahalli’ye aittir.
İkinci önemli tesbit tamamen bize aittir; geçmişteki idarî taksimat oyunları bölünmüş ve parçalanmış Suriye Türklüğü yaratmıştır. Bu işi ortaya koymak hususunda elimizde canlı örnek bugünkü Hatay’ın Yayladağı ve Altınözü ilçelerinin sosyal-kültürel durumudur. Osmanlı idarî taksimatına göre bugünkü Bayır-Bucak, yani son zamanlarda Lazkiye Türkmenleri adı verilen unsurlar Cisrişuğur ve İdlip olarak Halep’e bağlıydı. Ancak Fransız dönemi veya Ankara Antlaşması’ndan evvel alel acele Bayır Bucak Lazkiye Vilâyetine bağlanmış ve Haleb ile bağlar tamamen koparılmıştır. Dolayısiyle Bayır-Bucak bir yandan Hama-Hums-Golan Türk hattı ve bir yandan da Halep-Kilis hattı Türkmenleri’nden ayrılmış ve güçsüz vaziyete düşürülmüştür. Elbette Bayır Bucak, Haleb-Golan Türk hattının Cisrişuğur’da ayrılan sağ kanadıdır. Fakat özellikle Akdeniz kıyı şeridindeki Bucak bölgesinin son devir Osmanlı iskanları sonucu Aydın-Manisa-Konya-K.Maraş’dan götürülen ve “Yörükan Taifesi” olarak nitelendirilen muharip olmayan unsurlar olduğunu çok iyi biliyoruz. Bilmiyoruz ama bunlar evvelce de Halep’den gitmiş olabilirler. İşte bugün aslında Bucak demek gerekirken Bayır-Bucak olarak nitelendirdiğimiz halis Türkçe konuşan insanlardır. Bucak’ın devamı olarak Amanos Dağları’nın çeşitli vadilerinde bulunan “Aydınlılar” ve “Yörükler” denilen topluluklar da bunlardandır. Yayladağı’nın Bucak hizasında veya daha doğu da Aydınlılar ile akraba olduğunu bilen ve hâlâ münasebet devam ettirenler günümüzde de bulunmaktadır. Hatta çok az olan bir takım Kürt unsurlar da Maraş-Dulkadır bölgesinden getirilmişlerdir ki Yayladağı-Altınözü arasında Hanyolu adlı böyle bir köy de bulunmaktadır ve Kürtçe konuşmaktadırlar. Zaman içinde bu köyde Türkçe konuşanlar da Kürtçe, Yayladağı tarafına âile münasebeti ile gidenler ise Türkçe konuşmaya başlamışlardır.
Bugünkü Bayır Bucak’ın 1/3 kısmı Hatay toprakları içindedir. İfâde edildiği gibi bu bölgeye Osmanlı devrinde Kuseyr denilirken şimdi Yayladağı ve Altınözü ilçelerine ayrılmıştır. Arşiv bilgi ve belgelerinde Cisrihadid’den (Reyhanlı-Demirköprü/Suriye Harim-İdlip) Yayladağı’na kadar Kuseyr denmektedir. Türk kavim ve kabile yapıları tam örtüşmezse de Yayladağı kısmen Bucak’ın devamıdır; fakat zamanla tamamen Yayladağı ve Bayır’ın etkisi altında kalan Bucak tarafı bugün “Yörük” deyimini tamamen unutmuş ve ifâde adı olarak “Türkmen” deyimi kullanılmaya başlanmıştır. Yeni Belediyeler kanuna göre muhit olarak Yayladağı yani dağ tarafına tabi olan bazı köyler de Altınözü’ne bağlanmıştır. Altınözü bir Osmanlı geleneği olarak İdlib sosyal ve kültür yapısına sahiptir ve genel olarak Arapça konuşmaktadır. Yayladağlılar Arapça bilmez yönleri ile tamamen Bayır Bucak kültürünün sahibidir. Altınözü’nün on kadar Yayladağı gibidir. Mesela tam sıfır sınırda bulunan Karbeyaz böyledir, yani lisan olarak dağ tarafına bağlıdır. Osmanlı devrinde Haleb’e bağlı bir ilçe konumunda olan İdlib Suriye idarî taksimatında bugün en küçük vilâyetlerden biridir ve Altınözü’nün Arapça konuşan köyleri kültür olarak bu bölge ile bire bir örtüşmektedir. Bu sebeble Altınözü’nün sosyal yapısını ortaya koyarsak İdlib’i de ifâde etmiş oluruz.
Abbasi Hılafetine bağlı olarak Tolunoğulları (868-905) ve İhşidler (Akşid) (935-965) Türk hanedan devletlerini de hesaba katarsak Suriye’de Türkler’in 1150 yıl hakimiyetleri ve idareleri söz konusudur. Bu devletleri Uygur asıllı Karluk ve Kıpçak asıllı Türk beğleri kurmuşlardır. Sanıldığı gibi Kıpçaklar buraya Cengiz istilası ile gelmiş değildir; çünkü o unsurlar sadece Türkçe konuşur. Mısır merkezine (Türk şehri eski Kahire, Fustat) bağlı Halep-Cisrişşuğur-Hama-Humus-Dimaşk (Şam)-Golan-Lübnan Türk iskanı hâlâ bu hatta ve Suriye’nin omurgası durumundadır. Kuvvetle muhtemeldir ki o zaman Bucak tarafında Türk bulunmuyordu ve buralar o büyük Selçuklu iskanı sonucu teşekkül etmiştir.. Fakat özellikle Bayır’da (Suriye-Türkiye) Ahmed Yesevi’nin akrabaları ve müridleri olan Oğuz Savraniler Türkistan’da Moğol istilâsı ile buralara göçmüşlerdir. Bugün Suriye tarafında kalan Savranköy ve köyün ilk ahalisi olan Şeyh Abdurrahman Savrani işte bunlardandır. Bu zat Altınözü’ne eski adını veren veya bu isimden kendisi ad alan Halveti Şeyhi Şeyh Ahmed Kuseyri’nin babasıdır. Uydurma şecereler boşu boşuna “Seyyidiye”ye bağlanmaktadır. Elbette Savran bugünkü Kazakistan Türkistanı’nda harabeleri bulunan Oğuz beldesi, eski Kızıl Orda başkendi Sauran’dan başka bir yer değildir. Her türlü bu husus ispat edilebilmektedir. Yesevî ve Savranlılar ile ilgili anlatılan hikâyelerin kültür değeri olmasına karşılık tamamen efsanedir. Çünkü aynı şeyler Karaman Oğuzları için de anlatılmaktadır. Bu iddiaların kültürel değeri olsa da tarihi kıymeti yoktur. Çünkü Savran Oğuzları Türkistan Oğuz bölgesinin en itibarlı ve güçlü boyudur. Rus tarihçi Bardhold’a mutlaka bakmak gerekiyor. Bugün bu ruhu kendini Arap sanan Halvetî şeyhleri değil Bayır’ın kahraman mücahidleri ve çobanları, yani dağlılar temsil etmektedir.
Savraniler’den o uydurma “Seyyidlik” dolayısle kendilerinin Arap olduklarını sananlar bile bugün Türkçe konuşur ve “Biz Arap asıllı Türkmeniz” gibi tamamen bilgisizlik ürünü laflar ederler. O sebeble işgal günlerinde bu kafada olanlar herhalde tarikat geleneği olarak Fransızlar’a meylettiler. Bu görüşler tamamen uydurmadır ve şecereler dayanaktan yoksundur. Bölgede hangi lisanı konuşursa konuşsun Peygamber ahfadından kimse bulunmamaktadır. 1200 sene evvel bölgeye gelip de devlet kuran Fergana Karluk ve Kıpçakları’nın dillerini muhafaza etmeleri ve elbette Türkçe konuşmaları düşünülemezdi. Çünkü Emeviler’den kalma bir Arapça diretmesi veya devlet lisanı teşekkül etmiştir. Bu sebeble Halep-İdlip-Hama-Hums-Şam-Lübnan’ın ilk Türk yerleşikleri, herşeyden evvel devlet ve bürokrasi oluşturdukları için Arapça; hem de ilmi anlamda Arapça öğrenmek mecburiyetindedirler. O sebeble bugün halis Araplar’ın bile kabul edeceği Türk Arapçası böyle ortaya çıkmaktadır. Halis Araplar bu Türk unsurları Arap saydıkları halde tamamen sün’i bir tarzda Emevi devri hatırası Arapça konuşanları “Helâk olmuş Araplar” olarak görürler. Bu inceliğe bilhassa dikkat edilmesi gerekmektedir.
İdlip batısı; eski Kuseyr ovası, Altınözü’nün Arapça konuşan köyleri tamamen Suriye’nin ilk Türkleri Karluk ve Kıpçak asıllıdır; 60’a yakın Arapça konuşan köy içinde 1539’dan beri adı değişmeyen “Mazra-ı Türkman” yerleşim adı dikkatimizi çekmiştir. Mesele bu kadar Kıpçak yerleşimi içinde bir adet Türkmen köyü olmasından kaynaklanıyor; fakat onlar da Arapça konuşuyor. İlginçtir ki İdlib’de Selkin ilçesi Arapça konuştuğu halde Türkiye’de Selkiyye köyü halis Türkçe konuşmaktadır. Bu örnekleri istediğimiz kadar çoğaltabiliriz. Hama-Humus ve Şam bölgesi de böyledir. Yerleşim yerleri ve aşiret-kabile-kavim adlarında bir Kıpçak sıfatı olan, bugünkü Kazakistan “Kine-Sarıları”nda olduğu gibi “Kine” sözcüğü bulunmaktadır. Altınözü’nde meselâ “Kine-bir” böyledir. Sanıyoruz ki Cisirişuğur tarafında “Kin-nesir” de aynıdır.. Benzer şekilde çok yerleşim-soy-boy adı bulunmaktadır. Araplar çok güzel fiziğe sahip olan “Selkın-Salkın”ların kim olduğunu araya kursun buradaki “Kin” sözcüğü ile insanların fiziki ( bilhassa kadınların) yapısından onların Ukrayna Kıpçakları ve Kıpçak-Karakalpaklar’a benzemeleri Türk olduklarını ispata yeterlidir! Çünkü hiç bire yerde böyle sarışın ve mavi gözlü, buğday tenli Arap göremezsiniz. Yan yana olan İdlib’in Selkin ilçesine komşu “Der-guş” size neyi hatırlatır. “Kuş” memleketi ve kapısı demektir; uçan varlığı adlandıran “Kuş” veya “Guş” adı bütün Türk lehçelerinde hâlâ kullanılmaktadır. Her halde Selçuklu Oğuzları’nın Hama-Hums-Şam’a; Karluk ve Kıpçaklar’ın da ters istikamete uçakla gittiklerini düşünemeyeceğimiz gibi, Bayır Bucak bölgesi Türkmenlerinin de hiçbir şekilde “Halep” ile bağlantısını kuramayız. İşte bütün ham bilgilerin akademilerimiz tarafından adam gibi kullanılması ve elimizde bulunan zengin Osmanlı-Memlûk kayıtları ile Türksüz bir Suriye’nin açıklanamayacağını ispat etmemiz gerekiyor. Bizden bu kadar!
Saygı ile.