Ali BADEMCİ
SMS:0542.311.1564
Çin kaynaklarından öğrendiğimize göre Türkler Orta Asya’ya daha M.Ö.1800’lerde inmişler ve buraları şimdi Tacik dediğimiz Soğd unsurlarla paylaşmağa başlamışlardır. B.Ögel haklı olarak Oğuzlar’ın da oraya pek erken indiğini serahatle ortaya koymuştur (Ögel V/s.181). Kaşgarlı bir Karluk olmasına rağmen adetâ Oğuz lehçesinin sözlüğünü ortaya koymuş, hatta Karluklar’ı da Oğuz saymıştır. Türk kültür tarihinde “Aşiretleşme” Göktürkler devrinde başladı. Daha evvelki Hun tarihinde aşiret veya kabileden ziyade ancak “Boylar”dan behsedebiliriz ve Türk boylarının sayısı da tıpkı Oğuzlar’da olduğu gibi 24’dür.(L.N.Gumilev, Hunlar, Selenge, İstanbul 2005, s.80). Buradan şu hususu katiyyetle anlıyoruz ki Türkler’de aşiretleşme ve kabileleşme Orhun Havzası Göktürkler devrinde tam bir kültür değişikliği olarak karşımıza çıkmaktadır. Kaşgarlı Mahmud’un biraz da serzenişte bulunarak “Türk kavim ve kabilelerini saymakla bitiremeyiz”(Divan-ı Lügat-it Türk) sözü tam olarak bir gerçeğin ifadesidir. Aynı gerçeği Tang devri Çin tarihçileri de ifâde etmektedir.. (Eski Tang Tarihi,s.52) Bu hususu Moğollar’da da görüyoruz ki Türk-Moğol aşiretlerinin karışması da işte bu döneme yani Göktürk devresine münhasırdır. Daha evvelki Mançurya ve Kuzey Çin topraklarında Moğollar’ın bu kadar aşiretlere ayrılması söz konusu değildir. Elbette Moğollar’ın aşiretleşmesi Türkler’le ilgilidir. Çin kaynaklarında ehemiyetle ifâde edilen ve Çin ülkesi ile Orta Asya bazkırları arasında yayılan Junğlar (Sonraki devirlerde) Tangutlar önemli bir Moğol boyu olarak zikredilmektedir (Gumilev, s.60). Sonraki dönemlerde bunların da menşeylerinde Türk genetiği ağır basmıştır. Çuvaş asıllı tarihçi ve Sinolog N.Y.Biçurin’in (1777-1853) Hunlar’ın Moğol oldukları iddiaları tamamen çürütülmüştür (Gumilev, s.23).
Batı ve kuzey batıda Türkler (Hunlar), doğuda ise Mançurya ötesi Koralılar ve muhtemelen Japonlar Çin ırkının dünyaya dağılmasını önlemişlerdir. Bu husus bir iddia değil ispatlanmış gerçektir. Kuzeyde Moğollar, güneyde Soğdlullar’ı Çinliler hiçbir zaman ciddiye almamışlardır. Milâta yakın yıllarda Çinliler bir Soğd ülkesi ve Hun vassalı olan Fergana’ı işgal ederken bile sadece Türkler’den tepki görmüşlerdir ki, İslâmi devir Arap-Çin savaşı Talas da bize bunu hatırlatmaktadır. Soğd-Tacikler’in Türkler’le bütünleşmesi o kadar önemlidir ki bugün bu birlikteliğin tarihini tesbit edemediğimiz gibi, aradaki derin kültür kaynaşması ve muhabbeti de tam olarak izah edemiyoruz. Halbuki Türkler’in İslâmiyete intisabını Fergana (Davan) Karlukları, yani Karahanlılar’ı hesaba katmadan açıklamayız. Dolayısiyle Türkler’in ilk Müslümanlığı Üstad Köprülü’nün ifade ettiği gibi Araplar’la değil Samanoğullları (Fars-Soğd-Tacik) iştiraki ile sağlanmıştır.
İslâmi Türk tarihinde evvelce açıkladığımız Otrar-Yengikend-Savran Oğuz coğrafyasında fazla miktarda Karluk olduğunu sanmıyoruz. Çünkü bu kapı Ötüken veya Moğolistan kapısıdır; Uygur kapısı mutlak olarak Davan veya Fergana’dır. Karluklar’ın Çu Havzası’nı geçerek Oğuz bölgesine girdiklerine dair hiçbir yerde herhangi bir kayda rastlamıyoruz. Oğuz hareketi sürekli olarak Orhun’dan beslenmiştir. Fakat Oğuz bölgesinden güneye doğru inildiği zaman bu sefer Fergana’nın Karluk-Tacik birlikteliği yerine Oğuz-Tacik müşterek yaşantısına şahid oluyoruz. Daha o zaman bile mesela az çok ortada bulunan Hocend’de tıpkı zamanımızda olduğu gibi Oğuz Tacik birliktekliğini görmekteyiz. IX. yüzyılda Türkistanı daha cazip gören Orhon-Baykal Oğuzları’nın bu tarafa göçlerinin artığını detayı ile bilmekteyiz. (Ögel, İslâmiyetten Evvel Türk Kültür Tarihi, s.2). İşte bu zamanda muharip Altaylılar Türkistan’a soy-boy-kabile-aşiret adları ile geldikleri için tarih boyunca ve hâlen bu adlarla anılmaktadırlar. B.Ögel Altaylar’da ırkların değişikliğe uğramadığını savunuyor; ki bu tesbitin sonraki yıl hareketlerinde ne kadar doğru olduğunu anlıyoruz (Ögel, A.g.e.,23).
Türkistan Oğuz şehirlerine daha evvel ve Göktürkler’den sonra gelen yüzlerce aşiret adı taşıyan Oğuzlar nasıl insanlardı, inançları neydi, hangi kültür seviyesinde bulunuyorlardı, kesafetleri neydi ? Gerçekten bu soruların cevapları çok önemlidir; çünkü batılılar konar göçerliği “Barbarlık” olarak anlıyorlar. Böyle bir görüş, tarihi kayıt tutmadığı için muamma Türkler’den ziyade Çinliler’in fikri ve yazdıklarıdır. Çinli bir devlet adamının “Kuzeyliler’e (Türkler) güvenilmez” demesinin sebebi aynı mantıktır.(Tang Tarihi, s.19; Ögel V/ s.41) İşte İslâmi yıllar Türkistan Oğuz bölgesini iyi anlayabilmek için bu tip batılı ve Çin görüşlerinden sıyrılmak ve kendimizi doğru ifâde etmek gerekiyor.
Oğuzlar Türkistan’a indiği zaman yerleşik kültürün bir sonucu olarak “Uluş” deyimini bir Orta Asya istilâhı haline getirdiler.(Ögel, V/s.21) Ötüken’deki sabit veya arabalı çadırlar yerine zikrettiğimiz bölgede taş ve topraktan evler yapmaya başladılar. Bugün harabeleri kalan Sayram coğrafyasının Oğuz şehri Havara’nın anlamı taş ve kargir evlerin iç ve dış cephesine sürülen çamur sıvanın bembayaz badanası demektir. Özellikle bu toprağın en bol olduğu yer tarihi Savran Oğuz şehridir. O sebeble Emir Timur burayı yıktıktan sonra biriket imalâthanesi yapmıştır. Bugün hâlâ Anadolu’da bu badananın yapıldığı toprak sıvalı evler ayn adla “Havara yapıldı” yani badana tazelendi anlamına gelir. Dolayısiyle Havara Oğuz şehir adının ortaya çıkışı da böyledir. (Bademci, Suriye). İslâmi devirde Türkistan ana Oğuz bölgesini gelip yerleşen veya yarı göçebe olan, yahud çift mekanlı görülen Oğuzlar’ın çoğu tedarikçi unsurdu. Bunlara çok eski ve Türkçe bir tabirle “Davarcı”( Ögel V/s.31) deniliyordu ki hâlâ o deyimi kullanmaktayız. Yaylak ve Kışlak tabirleri de ifâde ettiği anlamı bu devirde almıştır. Davarcılar tıpkı bugünkü Anadolu Yörükleri gibi muharip unsurlar ve tamemen şehirli ahalinin tedarikçisi, yaptıkları iş de onların geçim kaynakları idi!
Hunlar devrinde Türkler’de kuvvetli bir Şaman (Kam) inancı yoktur.(Gumilev, s.50). Fakat Göktanrı inancı manevi bir düstur olarak benimsenmiş, ancak sosyoloji konusu haline gelmemişti. Uzun Hun devirlerinde cemiyet kadınların bile siyaset yapmasına imkân verirken, kaynaklarda inançların felsefeleşmesi ancak Çinliler’de bulunmaktadır. Fakat Göktürkler devrinde Göktanrı inancı bir dünya din istilahı olarak topluma tamamen yerleşmişti. Bu sebeble Türkistan’a inan Oğuzlar’ın tamamının “Şaman” olduğunu söylemek herhalde yanlış değildir. İlginçtir ki Oğuz bölgesinin doğusunda Göktanrı inancı İslâmi görüşler yanında “Batınî” eğlimler olarak ortaya çıkarken, batı Oğuz bölgesinde Selçuk Kınıkları ile siyasetten kendini ifâde etmeye başlamıştır. Adlarına bakarak Selçuk âilesini Hıristiyan ve Musevî sananlar elbette yanıldıklarını anlamışlardır. Selçuk Bey’in babasının Göktanrı inancında olduğu, Arslan Yabgu’nun babasına karşı tavırlarından rahatlıkla anlaşılmaktır. Diğer yandan Kınıklar’ın ayrıldığı Oğuz Yabgu Devleti’nin de resmi dininin Şamanizm olduğu hususunda herhangi tereddüd yoktur. Oğuz sosyal yapısında din siyasete karıştırılmadı veya israr ile münakaşa konusu yapılmadığı için biz bunun çok farkında değiliz. (Devam edecek)
Serinin ilk yazıları:
- AHMET YESEVÎ VE TÜRK AŞÎRET YAPISINA GİRİŞ X – 7 Haziran 2016
- AHMET YESEVÎ VE TÜRK AŞÎRET YAPISINA GİRİŞ IX – 30 Mayıs 2016
- AHMET YESEVÎ VE TÜRK AŞÎRET YAPISINA GİRİŞ VIII – 22 Mayıs 2016
- AHMED YESEVÎ VE TÜRK AŞÎRET YAPISINA GİRİŞ VII – 12 Mayıs 2016
- AHMED YESEVÎ VE TÜRK AŞÎRET YAPISINA GİRİŞ VI – 7 Mayıs 2016
- AHMED YESEVÎ VE TÜRK AŞÎRET YAPISINA GİRİŞ V – 2 Mayıs 2016
- AHMED YESEVÎ VE TÜRK AŞÎRET YAPISINA GİRİŞ IV – 27 Nisan 2016
- AHMED YESEVÎ VE TÜRK AŞÎRET YAPISINA GİRİŞ III – 24 Nisan 2016
- AHMED YESEVÎ VE TÜRK AŞÎRET YAPISINA GİRİŞ II – 21 Nisan 2016
- AHMED YESEVÎ VE TÜRK AŞÎRET YAPISINA GİRİŞ – 20 Nisan 2016