Ali BADEMCİ
Örneğimiz Kırcı’nın, nerede yaşadığını ne yaptığını biliyor muyuz? Samimiyetle îtiraf edelim ki şahsen bendeniz onların “Cürmü” olduğum halde bilmiyorum! Bir ağabey olarak kendime kızıyorum ve şahsımı protesto ediyorum! Kahramanı olmayan dâvâlara ülkü denir mi? Halbûki şühedâmız gibi onlar da bizim ve câmiamızın kutsallarıdır, tabularıdır! Kutluyorum ki kurucusu olduğumuz Hatay Ülkü Ocakları mahallin ülkücü şehidlerinin kabirlerini yaptırarak onları ölümsüzleştirdi! Sağ olsunlar bizleri de arayıp sorarlar! Hep böyle olmamız gerekmiyor mu? Kırcılar’a kâtil de deseler inanmıyorum, onlar canlarım benim!
HALÛK KIRCI
Halûk Kırcı’yı sembol isim olarak seçtim; ne gördüm ne de şahsen tanırım; lâkin Ülkücü olduğunu biliyorum ve o günlerde çok haberini yazdım! Ne yazık ki günümüzde bizler geçmişimizle gururlandığımız kadar, aynı zamanda tanınmayacak kadar uzaklaştık! Türkeş sonrası dönemde MHP “Tanımıyoruz, bizimle ilişkisi yok, o hiç ülkücü olmadı,” gibi sözlerle münkirlik yaparken bir yandan da el altından gül gibi arkadaşlarımızın kullanıldığını, hattâ bir yerlerin adamı olduğunu yaydı! İşte o sebeble de hareket yiğit çıkaramaz oldu ve milletin ülkücüleri takdir edecek sözlerini de işitmez duruma düştük! Nereden nereye? Hiçbir hukukî gerekçe olmadığı hâlde darağacına tekbir sesleri ile giden Pehlivanlı’ya bile başkaları sâhip çıktı; ne yazık ki her konuda destek verdiğimiz böyle insanlara, işte bu meselelerde payanda olamadık da vay hâlimize!
12 Eylül vahşeti üzerine dünya kadar film ve dizi yapıldı; fakat bizim küsürat hikâyelerimizde Türkeş adı bile geçmediği gibi, kahramanlar öne çıkarılamadı ve kırık plâk görüntüleri ile tertemiz yeni kuşak ülkücüler “Cemaat”e özendirildi! Olmayan ve ağza alınmayan sloganlar dillendirildi de, kuzu kuzu seyrettik kimse de itiraz etmedi! Sanki zaptedilemiyormuş gibi 12 Eylül evveli ülkücülüğünü “Kafes”e koydular da, tıpkı “Sakarya”daki gibi “Mecz” çılgınlığının da farkına varamadık! Halbûki 12 Eylül’den evvel ülkücülerin çocuk yaşta direnişleri, soğuk savaşı nihayetlendirmiş ve Sovyet İmparatorluğu’nun dağılması ile sonuçlanmıştı! Neden bu kadar kendimizi hafife aldık bilmiyoruz? Demek Arif Nihat’ı ciddiye almadık ve Fatih’in İstanbul’u fethettiği yaşta olduğumuzun farkına varmadık; gerçi onu da bozuk Türkçemizle dillendiremediğimiz için ustalara kaptırdık! Bilmiyorım ve aklım almıyor, gerçekten ülkücüler sokaklarda kötü işler mi yapmışlardı da onları “Sokak”dan çekmekle övünerek siyaset ürettik? Erkekçe ve delikanlıca neden 12 Eylül kahramanlarına “Kahraman” diyemedik! Yanaştıkça merkeze yanaştık ve terazinin endazesine kaçırarak “Emanet edilen” dâvâyı adam gibi kucaklamadık! Allah var zindanlarda iken elbebek gülbebek sahiplenenlerimiz oldu; fakat o siyaset bizi hiç sahiplenmedi; ne yer ne içer bu yaralılar diyen olmadı! Herkes bir masa teklif edip kullanmak istedi!
İstihbaratçılar açıkça “Size işkence yaptığımıza pişman olduk” dediler; ama siz onlara bakmayın; ya direkt veya vasıtalı olarak bizi kandırıyorlar! Fakat benim gibi çok konuşanları aldatamadılar, neden biliyor musunuz? Klastan düşmüş emekli olmuş bir amcaya dedim ki,”Allahaşkına sizin kayıtlarınızda benim için nasıl düşmüşler.” Amcanın cevabı iki kelime, ”Ağzında yaş bok ıslanmaz.” Ne güzel değil mi? Hayret ederim ki amcalar gazeteci ile istihbaratçıyı, köle ile başı dik insanları birbirine karıştırmış! Dedim ki arkadaş gazeteci ne yapar; ya konuşur yahut da yazar! İşte bendeniz de böyleyim!
Nedense, vebâlden kurtuluşumuzu, sokaklardan çekilmek gibi biçimsiz bir slogana bağladık! Yani sokağa çıkanlar ve canını ortaya koyanlar suçlu muydu ki, sanki cüzzamlı gibi onlara yaklaşamadık! “Ne Amerika Ne Rusya Bağımsız Türkiye” dedik de bizi sahiplendirmediler; “Kanımız Aksa da Zafer İslâm’ın” diye haykırdık, lâkin parsayı başkaları topladı! Ne yazık ki elimizde hiç de benimsemediğimiz bir “Irkçılık” kaldı;¸”Esir Türkler”i bile elimizden aldılar; çünkü 12 Eylül’den 8 sene sonra bunlardan 5 Türk devleti çıktı! Aman yarabbi bizi suçlayanların yüzlerine bir kere tüküremedik de üzerimize atılan çiçekleri çamur sanıp temizlemeye çalıştık!
Ülkücülük bir bütündür, ülkücüler ortaya çıkışından beri hiçbir kötü iş yapmamışlardır! Bakınız cumhuriyet tarihinin en büyük ihânet hareketi olan 15 Temmuz’da adam gibi ülkücüler yoktur da birkaç kendini bilmez ve kendini ülkücü sanan mukallidin adı geçiyor! Onlar da kaç kişi bir elin parmakları kadar; enişte-dayı-kayın birader ve kafayı yemiş sapık âlim bozuntuları! Bu ihanette ülkücüleri ilişkilendirecek en küçük bir emare bulabilir misiniz? Fakat diyorlar ki şöyle dört başı mamur bir sorgulama yapılsa ihânet olayından içeriyi boylamayan “Millî Görüşçü” kalmaz! Yanlış mı acaba?
Ah şu kalabalık âilelerimiz, fazlalıkmışız gibi inanın bizi sahiplenmediler! 12 Eylül sorgusunda okumuş biri olan anam ziyarete gelmişti de işkence müdürü ile kapıştılar! Yan odada ben duydum,”Anam şimdi mi çocuklarınız aklınıza geldi; vatana ihânet ediyorlardı.” diyen müdüre, eli sopalı 18 çocuk doğurmuş anam dedi ki,” Oğlum ben çıkardım sokağa attım; bıraktığım zaman vatanseverdi, dediğin doğruysa bunu siz yaptınız.” Bir daha ne anam, ne eşim, ne de çocuklarım gelmedi! Reyhanlı’da tezkere aldım! Lakin başım dertten kurtulmadı; Kırcı gibi gel gitler oldu ama bir kulp takamadılar!
Bakınız şu yazıda sadece bir kişiyi seçtik; Halûk Kırcı! Ne var bu adamda da ömürünün yarısını (27 yıl) cezaevinde geçirdi; çıktı girdi, tekrar çıktı, tekrar girdi, yine çıktı yine girdi! Lastik gibi sündürülen hukuk, utanılacak bir yargı! Kırcı doğru veya yanlış bir eylem yapmış, 8 Ekim 1978 günü Bahçelievler’de 6 TİP’linin ölümüne karışmış; kendisi de “Keşke olmasaydı” diyor! Dâvâda Kırcı’nın dışında Abdullah Çatlı, Ünal Osmanağaoğlu, Bünyamin Adanalı, Ercüment Gedikli, Mahmut Korkmaz ve Kadri Kürşat Poyraz adlı ülkücü gençler de yargılanmış ve sanırım Kırcı kadar olmasa da hepsi cezalandırılmıştır! Bakınız Adana’da bir “6 Ülkücü Öğretmen Cinayeti” vardır; fâilleri aramızda dolaşıyor ve mutlu bir hayat sürdürüyorlar, avukatları da eski bakanlardan Hasan Fehmi Güneş! Zamanın Ülkü Ocakları Başkanı Çatlı’nın akıbetini biliyoruz, Ünal Osmanağaoğlu da 30 Haziran 2014’de Hakk’ın rahmetine kavuştu! Sanıyorum diğer yiğitler kalan takatları kadar kör-topal bir hayat sürdürüyorlar!
Abdullah Çatlı ve Halûk Kırcı’nın şahsında onlar bir demet çiçek; biz ülkücü şahıslar olarak tanımasak da gönlümüzün yegâne aşkları! Yani vatansızlar kâtil değil de, sâdece bunlar mı kâtil! 30 yıla yakın yatarak cezalarını da adam gibi çekmişler! Utanılacak hangi halleri vardır; para bilmezler, dünya nimetinin farkına bile varmamışlar; hepsi ikinci kuşak ülkücü ve olay tarihinde 20’li yaşlardadırlar! Çok ilginçtir ki biz Türkler düşmanlarımıza olduğu kadar gönül çiçeklerimize saygılı değiliz! Düşmanın kazığını hemen unutur gönüllerimizin incitilmesine hiç kulak asmayız! Halbuki düşmanını bilmeyen dostunu hiç bilmez der dururuz! Halûk Kırcı, birçok ülkücü kardeşimiz, hain veya gafil basının mağdurudur; yargı basının koşusuna gelmiş ve bir daha bir daha yakalama çıkarılarak ömrünün çoğunu cezaevinde geçirmiştir.
Tekrar söylüyoruz, Kırcı sadece bir örnek; ya bilmediklerimiz, ya görmediklerimiz! Acaba onları arayıp bulabiliyor hallerini sorabiliyor muyuz? Örneğimiz Kırcı’nın, nerede yaşadığını ne yaptığını biliyor muyuz? Samimiyetle îtiraf edelim ki şahsen bendeniz onların “Cürmü” olduğum halde bilmiyorum! Bir ağabey olarak kendime kızıyorum ve şahsımı protesto ediyorum! Kahramanı olmayan dâvâlara ülkü denir mi? Halbûki şühedâmız gibi onlar da bizim ve câmiamızın kutsallarıdır, tabularıdır! Kutluyorum ki kurucusu olduğumuz Hatay Ülkü Ocakları mahallin ülkücü şehidlerinin kabirlerini yaptırarak onları ölümsüzleştirdi! Sağ olsunlar bizleri de arayıp sorarlar! Hep böyle olmamız gerekmiyor mu? Kırcılar’a kâtil de deseler inanmıyorum, onlar canlarım benim!
Muhabbetle.