Ali BADEMCİ
sms-whatsapp:
0542.311.1564
Dinle siyaset yapmak ateşle oynamak gibi bir şeydi; çünkü dinî camia bir bütün değildi ve teşekkül eden ideologya yer yer İslâm dünyasını da aşmış ve ipin ucu küresel güçlerin eline geçmişti! 2010’da ülkedeki İslâmcı siyasetin bölüşümünde kavgalar başladı; ne yazık ki hakim siyaset içinde bu işin farkına varanlar azdı; o sebeble 15 Temmuz belki de dünyada terkedilmiş bir siyasetin yeniden sahnelenmesiydi! Elbette bu kargaşalığın gerçek sebeblerini din camiasının iç dinamiklerinde aramak gerekiyor; bu konuda muhalefeti suçlamakla işin önüne geçme imkânı yoktur! 15 Temmuz sosyoloji kanunlarına uygun olarak sahnelendiği için yine aynı usullerle ortadan kaldırılabilir!
MİLLİYET VE DİN POTASI
Din ve milliyet, daha doğru deyimle, İslâmiyet ile Türklük arasına mesafe konması cumhuriyetin handikapı mıydı? Böyle bir mesafenin adı “Laiklik” de olsa siyaset ve ideologyanın sündürülmesi doğru muydu? Milliyetçiler ve İslâmcılar isabetle konulmuş adlar mıydı? Bugün cumhuriyetin 93. yılına girdik; cumhuriyeti Millî Mücâdele’nin dördüncü yılında kabullenmiştik! Cumhuriyet için önce istiklâl gerektiğini Türk insanı tarihe kanla yazdı. Acele mi ettik, gerçekten İslâm ihmâl mi edildi, hep milliyetçiler mi haklıydı? Acaba, istiklâl heyacanı ile o günleri yaşayan ve yaşatanlar, Türklüğün İslâmla sosyalizasyonunun farkına varamadılar mı? O sebeble mi milliyetçilik bugün siyasi hayatımızın bir parçası olmakta zorlanıyor! İllegal milliyetçiliği zamanın siyaseti ile izah edebiliyoruz, fakat İslâmi ifâdeler illegaliteye neden yöneldi? Yoksa küresel güç veya güçlerin sosyolojiye sadece din penceresinden bakmaları mı; Avrupa’da milliyetçilik duygularını geri plâna attırdı! İşte bugün ülkemizdeki ideolojik buhrandan, ancak bu sorulara sağlam cevaplar verip, meselelere doğru teşhisler koyabilirsek çıkış yolu mümkündür! Elbette ateş çemberi içinde bulunduğumuz şu zamanda önce bu meseleyi halletmemiz gerekiyor; devlet hedeflerinde tereddüde düşmemeli, aksine neyi ne için yaptığını bilmeli, toplum da bunu az-çok hissedip, kavrayarak devletine daha sağlam destek vermelidir!
Meseleyi iyi anlayabilmek için evvelâ kendimizden başlamalı, yani çuvaldızı kendimize batırmalıyız! Elbette cumhuriyet, gerek dünya gerekse ülke şartları yönü ile, yeni teşekkül dönemi oluşturmaya çalışmakla işe başladı! Bu bir zaruretdi; çünkü deformasyonun aşılması, devlet ve milletin yeniden formüle edilmesi söz konusu idi! Dolayısiyle cumhuriyetin kuruluş yıllarındaki hatâları bile hoş karşılamak gerekiyor; çünkü imparatorluktan millî devlete dönüşmek o kadar kolay bir iş değildi! Altı asırlık bir yapı yeniden organizeye tabi tutuluyordu; o sebeble milli mücadelecileri suçlamak katiyetle doğru bir tavır değildir!
Osmanlı aydınları genel olarak asker bürokratlar ve ulemadan meydana geliyordu! İkincilerin içinde asrî manada ancak bir avuç insan vardı ki, daha baştan beri geleneksel ulema bunlara pek iyi uyum sağlayamamıştı. İşte millî mücadeleyi böyle üçlü bir içtimai güç başarıya götürdü. Bir anlamda askeri, sivil ve din bürokrasisi el-ele kol kola yürüdü! Elbette daha 93 Harbi’den beri askerlerde milli duygular her şeyin önünde geliyordu! Ne yazık ki Saray ulema ile askerler arasında denge unsuru olmak bir yana yapısı gereği din bürokrasisinin yanında olmuştu! Bu tartışmalar bizde en az bir asır devam etti! Çöküntü ve ayrışma din kaynaklı olunca milliyetçiliğin dozu arttı! İşte bir türlü barışmayan cepheler böyle teşekkül etti! İşe milliyetçiler gözü ile bakarsanız ulema ihanet ediyor ve istiklâlcileri meczediyordu! Dolayısiyle cumhuriyetin kuruluş döneminde, sonradan ve siyaseten “Sarıklılar” denilen bu cepheye haksızlıklar yapıldığını artık kabul etmeli ve mağduriyetleri bir daha gözden geçirmeliyiz!
Cumhuriyetin kuruluş döneminden sonra bu ülkede herkes büyük hatalar yaptı; milliyetçiler İslâm’a uzak kaldı, İslâmcılar ise milliyetçiliği kültür hayatımızdan tamamen sildi! Ekonomik güçlükler siyaseti köşeye sıkıştırırken askeri bürokrasi sık sık yönetime el koyarak demokrasiyi cuntacılığa tahvil ettiler! Devlet ile din, din ile devlet milliyetçiliği bir türlü barışamadı! Dolayısiyle uzun tarihi dönemlerimizde disipline edilen din eksenli teşkilâtlanmalar tamamen illegâl hale geldi! Zaman zaman bunların reylerine tamah eden iktidarlar onlara büyük tavizler verdiler ve çok büyük imkânlara sahip olmalarını görmemezlikten geldiler! Elbette bu noktada İslâm’ı içten yıkmak isteyen küresel güç de eski Osmanlı topraklarında tamamen emperyal bir zihniyetle, en az bin yıldan beri İslami kültür içinde nizasız yaşayan insanlar arasına ayrılıklar soktu! Bu durum İslâm dünyasını tesirsiz hâle getirirken daima lokomotiflik görevi yapan Türk düşüncesini de tamamen dışlamıştır!
Küresel güçler bin yıl bir arada yaşayan Müslümanlar arasına evvelki asrın başından itibaren fiili harekete dönüşen ayrılık duvarları ördüler ve ilk savaşta kavim, kabile, hatta aşiret milliyetçiliği ile İslâm dünyasını parçalara ayırdılar ve yutulacak lokmalar hâline getirdiler; öyle ki Türkiye’de bunlara karşı nefret duygularını tırmandırdılar! Mantıklı düşünebilsek bu unsurlar Türkler’den bin yıl, ne devlet ne de hükümet istememişlerdi; lâkin bizler “Ne Arab’ın yüzü, ne Şam’ın şekeri” gibi anlamsız söylemleri Türk milliyetçiliğinin sloganı haline getirdik! Bunun da ötesinde köpeklerimizi bile “Arap” diye çağırmaya başladık! İşte milliyetçilik adına işlenen bu cinayet ülkemizde bir tepki hareketi olarak 1980’den sonra kendini kuvvetli bir taban ile iktidara taşıdı!
Dinle siyaset yapmak ateşle oynamak gibi bir şeydi; çünkü dinî camia bir bütün değildi ve teşekkül eden ideologya yer yer İslâm dünyasını da aşmış ve ipin ucu küresel güçlerin eline geçmişti! 2010’da ülkedeki İslâmcı siyasetin bölüşümünde kavgalar başladı; ne yazık ki hakim siyaset içinde bu işin farkına varanlar azdı; o sebeble 15 Temmuz belki de dünyada terkedilmiş bir siyasetin yeniden sahnelenmesiydi! Elbette bu kargaşalığın gerçek sebeblerini din camiasının iç dinamiklerinde aramak gerekiyor; bu konuda muhalefeti suçlamakla işin önüne geçme imkânı yoktur! 15 Temmuz sosyoloji kanunlarına uygun olarak sahnelendiği için yine aynı usullerle ortadan kaldırılabilir!
Devlet dört elle cumhuriyete sarılmış görülüyor; ülke adı konmamış büyük bir savaş içindedir! Sağduyulu müslümanlar ihanet edenleri örnek almamalı, milliyetçiler ve cumhuriyetçiler de artık hatalarını görmelidir. İslâmı milletimizin dini olduğu için değil, ecdadımızın müktesabatı olduğu için anlamlandırmalı ve yaşamalıyız! İslâmı milliyetçiliğin edebiyatı olarak görmemeliyiz, İslamcılar da bir an evvel çadırlarını siyasetin dışına çekerek milliyetçilerle cumhuriyeti paylaşmanın yollarını bulmalıdır! Cumhuriyetçiler yenilenme görüntüleri taşıyan ülke siyasetinin teşekkülüne katkı yapmalı ve devlet hedeflerini belirlemede etkili olmalıdırlar! Türkiye’yi ancak böyle bir düşünce, yani Cumhuriyet-İslâm-Milliyetçilik düzlüğe çıkarabilir! Dikkat ediniz ki küçüğünden büyüğüne kadar Hıristiyan dünyası böyle bir yol üzerindedir!
İyi pazarlar.