Ali BADEMCİ
sms-whatsapp:
0542.311.1564
Şurası anlaşılabilmiş değildir; Osmanlı’nın tarihe gömülmesinden sonra yine Osmanlılar aslî unsur olan Türkler’in yaşadığı ve 30 Ekim 1918 tarihi itibariyle orduların bulunduğu yerleri sınır kabul eden bir amaçtır! Elbette Millî Mücadele’nin de hedefi buydu! Şimdi bu ideallerin bir kısmı gerçekleşmemiş ise o günün kahramanlarını suçlamak kaabil olmadığı gibi, o ülkülerin belgesini uluslararası bir belge kabul etmek de imkânsızdır! Misak-ı Milli sadece Türk insanı ve Türk milliyetçilerinin gönüllerinde yatan aslandır! Millî mücâdeleden üstün bir başarı ile çıkan Türk Milleti elbette Sevr’i de Mondros’u da büyük ölçüde geçersiz hâle getirmişti! Fakat bilinmelidir ki Lozan hariç geriye kalan uluslararası anlaşmalar daha mücadele sırasında kabul edilmişti!
MİSÂK-I MİLLÎ ÜZERİNE
Maşaallah ilmimiz bol; âlimimiz de çok; Devlet Başkanı Lozan’ı hezimet olarak değerlendirip, “Misak-ı Milli” üzerine tarih dersi verdi ya, hepimiz durumdan vazife çıkarıp, sanki uluslararası bir anlaşmaymış bu deyime yapıştık ve analizler yapmaya başladık! İnanın başka ülkelerde olsa herkes bize güler! Tapuyu bırakıp da muhtar senedi kadar değeri olmayan ve kendi dışımızda belge özelliği taşımayan dipsiz bir kuyu ile uğraşıyoruz! Devlet başkanının tamamen iç politikaya yönelik sözlerini izaha çalışıyoruz ama, ağlayan çocukların ellerine tutuşturulan elmalı şeker farklı bir durum yok! Sanıyorum bu ismin ihtiva ettiği düşünce II. Meşrutiyet’den itibaren aydınlar, askerî ve sivil bürokrasi, hatta devlet adamlarımız tarafından konuşulmaya başlamıştır! Sultanın bu işlere işe dahli katiyyen sözkonusu değildir, çünkü “Memalik-i Osmaniye”nin büyücek kısmı elden çıkmaktadır. Önce buna “Peyam-i Milli” demişler de sonradan “Misak-i Milli” ve “Ulusal Ant” tabirleri çıkmış!
İddialara göre Padişah Vahideddin, Mustafa Kemal’i plânlı olarak Anadolu’ya göndermiştir. Böyle bir şeyin ispatı mümkün değildir; çünkü Vahideddin Mustafa Kemal’e “Anadolu’ya git de mülkümün bir kısmından vazgeç” demez; böyle bir davranış saltanat teamülünün ruhuna aykırıdır! 30 Ekim 1918 Mondros’tan sonra İstanbul işgâl altındadır ve Padişah da onların elinde oyuncak, kukla bir adamdır! 19 Mayıs 1919’da Samsun’a çıkan Mustafa Kemal, Erzurum’da yapılan kongreden sonra 7 Ağustos 1919’da kararları açıklanmıştır. Maddelerden birisi işte bu Misak-ı Milli’dir; görelim bakalım, milliyetçiler işe başlarken ne demiş:
“İtilâf devletlerinden ateşkesin imzalandığı 30 Ekim 1918 günündeki sınırlarımız içinde kalan ve her bölgesinde olduğu gibi, Doğu Anadolu illerinde büyük çogunluğu islâm olan ve kültürel ekonomik üstünlüğü müslümanlara ait bulunan, birbirinden ayrılması imkânsız öz kardeş, dindaş ve soydaşlarmızın oturdukları memleketlerimizin bölünmesi düşüncesinden vazgeçerek , bağımsızlığa ve tarihî, ırkî, dinî haklarımıza saygı gösterilmesi ve bu sûretle hak ve adalete dayanan bir karar verilmesi beklenir.” (Bkz: F.Kırzıoğlu, Erzurum Kongresi Kararları, Ankara 1993, s.243-246). Bildiğimiz üzere 4/11 Eylül Sivas Kongresi kararları da Erzurum kararlarını tensip ve tasdik etmiştir. Meselenin ilk perdesi budur; gelelim şimdi ikinci perdeye.
Kim ne derse desin Osmanlı İmparatorluğu I. Cihan Harbi ile kuruluşundaki yüksek heyacanla tarihe gömüldü; belki de son olarak başpehlivan olarak mindere indi ve dünya ile savaştı! Ne yazık ki bu ölüm kalım savaşının tam bir tarihi yazılmadı; hâlâ battık mı çıktık mı diye tartışıyoruz ama Allah’ın bahşettiği dayanaklılık iksirinde Türkler kendilerini ziyâdesiyle ispat etmişlerdir! Elbette Mondros yumuşatılmış bir Sevr’dir! Büyük savaşın Sadrıazamı Talât Paşa 8 Ekim 1918’de Sedaretten çekildi veya azledildi! 30 Ekim’de Mondros imzalandı ve mes’uller 8/9 Kasım’da İstanbul’u terkettiler! 5 gün sonra 13 Kasım’da da İstanbul İtilâf güçleri tarafından işgâl edildi! Saray ile başta ordu olmak üzere zinde güçler ve aydınlar ayrı düşünüyordu! Nasıl düşünürseniz düşünün Makam-ı Ali ve bir kısım mütareke aydınlarının “Mandacı” olmadığı ispat edilememiştir; ki ideolojik olarak en azından İslâmcılar ve bir kısım Milliyetçiler de bu görüşlere yatkındır.
Elbette Mustafa Kemal’in 19 Mayıs’da Samsun’da Anadolu’ya ayak basması çok önemlidir; en azından bir gerçek olarak ortaya çıkan İmparatorluğun tasfiyesi ve Türkler’in yaşadığı yerlerle sınırlandırılması ilk, belki de nihaî hedef olarak benimsendi ve eski adı, yani Misak-ı Millî adıyla kabul görerek, Millî Mücadele’nin ana belgesi oldu! Meseleye bu yönden bakarsanız Misak-ı Milli İmparatorluğun dağılmasını kabullenmek anlamına geliyordu! Mütarekede Sadrıazam, Ahmet İzzet Paşa idi; fakat Vahideddin’in güya Mustafa Kemal’i görevlendirip de 19 Mayıs’da Samsun’a çıkmasını sağladığı günlerde Sadrıazam meşhur Damad Ferid’dir! Artık ona göre siz şu görevlendirme hikâyesini düşünün!
Mustafa Kemal’in Misak-ı Milli bildirisinin 28 Ocak 1920 oturumunda son Osmanlı Mebuslar Meclisinde kabul edildiği doğrudur da son hükümet değildir! Çünkü işgâl altındaki İstanbul’da Mondros’tan Misak’ın kabul edildiği oturuma kadar dört hükümet değişmiştir! Misak dâhil Mustafa Kemal’in görüşlerini ve eylemlerini kabul etme şerefi Sadrıazam Ali Rıza Paşa’ya aittir! Görevde bulunduğu beş ay içinde kuvay-i milliyeciler öbek öbek Anadolu’ya aktılar! O sebeble Ali Rıza Paşa görevden alınarak 19 Kasım 1922’ye kadar ikinci defa aralarında Damad Ferid’in de bulunduğu üç hükümet daha kuruldu ve Tevfik Paşa ile Osmanlı tarihin sarı sayfalarına gömüldü!
Şurası anlaşılabilmiş değildir; Osmanlı’nın tarihe gömülmesinden sonra yine Osmanlılar aslî unsur olan Türkler’in yaşadığı ve 30 Ekim 1918 tarihi itibariyle orduların bulunduğu yerleri sınır kabul eden bir amaçtır! Elbette Millî Mücadele’nin de hedefi buydu! Şimdi bu ideallerin bir kısmı gerçekleşmemiş ise o günün kahramanlarını suçlamak kaabil olmadığı gibi, o ülkülerin belgesini uluslararası bir belge kabul etmek de imkânsızdır! Misak-ı Milli sadece Türk insanı ve Türk milliyetçilerinin gönüllerinde yatan aslandır! Millî mücâdeleden üstün bir başarı ile çıkan Türk Milleti elbette Sevr’i de Mondros’u da büyük ölçüde geçersiz hâle getirmişti! Fakat bilinmelidir ki Lozan hariç geriye kalan uluslararası anlaşmalar daha mücadele sırasında kabul edilmişti!
Lozan’ı hezimet kabul edip de gönüllerimizi bir hamaset olarak ortaya koymak acaba neyi ifâde eder! Elbette Lozan’ın da nihaî amacı Misak-ı Milli idi! Türkiye’nin tapusu olan Lozan’ı bütün görüşme safhaları ile ortaya koyup gözden geçirmek, ucuz kaybettiğimiz petrol hakları gibi ihanetleri canlandırmak, bu konu etrafında tartışmalar yapmak varken neyi tartıştığımızın farkına varmalıyız. Herşeyden evvel Lozan ve 1926 Ankara Antlaşması size sınırlarınızı koruma imkânı ve Irak’a müdahale hakkını vermektedir. Neden bunun üzerinde çalışmıyoruz, tekerleme yapıp duruyoruz!
Hoşçakalın.