KISA BİR GİRİŞ
Son günlerine geldiğimiz bu yıl, bu günkü Cezayir devletinin, o günkü halkının İspanyol, Portekiz ve Cenevizliler tarafından imha edilmesini önlenmesinin ve onların Türk deniz kaptanları tarafından kurtarılmasının 500. yıldönümüdür. (1516) O tarihten üç yıl sonra, 1519’da Cezayir halkı Osmanlı Türk devletinin himayesine kendi arzuları ile girmiş, orası bütün Akdeniz bölgesini kontrol eden bir Beylerbeyilik haline gelmişti. Birkaç sene önce gittiğim ve bir süre kaldığım, Türkçeyi unutmuş, ama “ben Türküm” diyen ve secerelerini gösteren insanlarının bazılarıyla tanıştım. Bu ülkenin Türk’lerle olan bağlarını bu yazı dizisi ile anlatmak istedim. Yazının hazırlanmasında Arapça ve Fransızca çevirileri başarıyla yapan torunum Ertuğrul’a elbette teşekkür etmeliyim.
“SULTAN CEZAYİR”
1
Hazırlayan: Ahmet B.KARABACAK
Merak edilebilir; neden Sultan Cezayir? Orada rastladığım Fransızca yazılmış, içinde biraz Osmanlıca şiir ve tekerlemeler, iki de bugünkü harflerimizle yazılmış Türkçe şiir bulunan bir kitabın adı bu. Kitap, Cezayir’de 300 küsur yıllık Türk egemenliğinin edebiyat ve dilde bıraktığı izleri anlatıyor. Kitabın tanıtımından anlıyoruz ki, Jean Dery adlı bir İspanyol Şarkiyatçı 1783-84 İspanya- Cezayir savaşı sırasında “İbrahim Hoca” adlı bir Türk âşığının defterini ele geçiriyor. Çok yıpranmış, bazı sayfaları makasla kesilmiş ve şu anda Cezayir kütüphanesinde olan bu kitaptaki bazı şiirleri de içine alan İspanyolca Yeniçerilerin Cezayir Şarkıları adıyla bir kitap yazmış. Kaddour M’amsadji, (Kaddur Muhamseci) bu kitabı, içindeki bir şiirin son mısralarında geçen Sultan Cezayir nakaratını kitaba isim olarak seçerek Fransızcaya çevirmiş. Yazarın isminden anlayabildiğimiz kadarıyla, büyük ihtimalle kendisi bir Türk aileden geliyor. Cezayir’in önemli ve tanınmış bir yazarı. Pek çok araştırması, biyografik eserleri, romanları, senaryoları var. Bu yazı serisinin başlığında İbrahim Hoca’nın şiirindeki nakaratı ve elimizdeki Fransızca çevirinin kitap adını kullanmak istedim. Kitapta Fransızcası da olan işte o şiirler:
1-
Cezayir’in yüksek olur evleri.
İçinde oturan ağa beyleri
Türkçeyi unutmuş Arapça söyler,
Sokakları mermer taşlı Cezayir.
Cezayir’in harmanları savrulur,
Savrulur da sağ yanına devrilir.
Koç yiğitler selâm der de eğilir.
Yiğitleri hilal kaşlı Cezayir.
Cezayir’in üst yanı kara dağdır kaçılmaz;
Alt yanında deniz derya geçilmez.
Kadir mevlâm kanat vermeyince uçulmaz,
Kadir mevlâm kanat ver de uçalım.
Cezayir’in çeşmesinin başında,
Balık sureti vardır çeşmesinin taşında.
Hanım kız da girmiş on üç on dört yaşına
Güzelleri dökme donlu (elbise) Sultan Cezayir.
2
Cezayir’in Harmanları savrulur
Savrulur da sağ yanına devrilir
Cezayir’e giden yiğit gelmez eğleşir,
Sokakları mermer taşlı Sultan Cezayir.
Cezayir’in üst yanı dağdır kaçılmaz,
Alt yanımız deniz derya geçilmez,
Kahpe felek kanat vermeyince uçulmaz,
Kahpe felek kanat ver de uçalım.
Cezayir’in çeşmesinin başında
Balık sureti yazılıdır taşında,
Güzellerin on üç on dört yaşında,
Güzelleri dökme donlu Sultan Cezayir.
Cezayir’in gemileri yağlanır,
Yağlanır da ilimana bağlanır,
Cezayir’e giden gelmez eyleşir,
Sokakları mermer taşlı Sultan Cezayir.
***
Cezayir’i kanaatimce, Osmanlının eski bir toprağı idi diye söyleyip geçmemek gerekiyor. Osmanlı’nın çekildiği pek çok yerden gelen âdetler ve gelenekler vardır bugünkü yurdumuzda. Fakat bazı bölgelerden gelen ve orada Türklerin bıraktığı izler şimdi de devam ediyorsa, ilgimizi bu ülkelere biraz daha fazla çevirmemiz gerekiyor.
Cezayir, bilindiği gibi Afrika’nın kuzeyinde, kıtanın Sudan’dan sonra toprağı en geniş ülkesi. Başşehrin adı da Cezayir. Şu anda nüfusu 40 milyon civarında. Nüfus çok genç. Toplam nüfusun yüzde yetmişi 30 yaşın altında. Kuzey tarafı, Akdeniz kıyısı aynı bizim Antalya, Mersin gibi bir iklime sahip. Bitki örtüsü hemen hemen aynı. Güneye inildikçe çölleşiyor; Büyük Sahra… Orada ise dünyanın en büyük doğalgaz ve pek büyük petrol rezervi var. Petrol pahalı iken bütçesi hehem hemen her yıl kırk-elli milyon dolar fazlalık veriyormuş. Şimdi bilmiyorum. Önceki yıllarda Avrupa bankalarından alınan kredileri, faizlerini de peşin vererek zamanından önce ödemiş. Hiç bir ülkeye bağımlı kalmak istemiyor. Dış güçlerin ilgisinin sebebini fazlaca aramağa gerek yok… Bir de şu var; bizim Yeni Osmanlıcılar akıllarını başlarına alsınlar, fazlaca hayale kapılmasınlar. Artık hiçbir millet kendisine hami istemiyor…
BİRAZ TARİH
İyi bilinen eski tarih Finike’lilerden başlıyor. Ortaya çıkışları orta Mağrip kıyılarında (Cezayir, Tunus, Libya) iskeleler ve limanlar kurmaya başlamalarıyla kendini gösteriyor. Tirliler’in Kartacayı kurmalarından sonra (İ.Ö. 814-813) Cezayir kıyılarını ele geçiren Kartacalılar buralarda ticaret tesisleri kuruyorlar. Kartacalılar, güney kesimlerdeki bölgenin en eski halkı Berberi kavimlerini birbirine düşürerek bir süre burada tutunuyorlar. Romalılar da, Zama Zaferi’nden sonra (İ.Ö.202) Kartaca yıkılıncaya (İ.Ö. 146) ve Numidia kralı Jugurtha bozgununa uğrayıncaya kadar (İ.Ö. 105) aynı siyaseti izliyor. Thapsus savaşından (İ.Ö. 46) sonra Sezar, Numidia’yı bir Roma eyaletine dönüştürüyor. Octavius, Mauretania’da sömürgeler kuruyor, ama ülke ancak İ.S. 42’de ilhak ediliyor ve Muluya arada sınır olmak üzere ülke ikiye bölünüyor. İmparatorluk o tarihten başlayarak ülkenin zenginleşmesini sağlıyor. Bu zenginleşme Cezayir’in Romalılaşmasına ve Hıristiyanlığı kabul etmesine sebep oluyor. Roma’nın bir Afrika eyaleti olan bu bölge 429 da Vandalların egemenliğine giriyor. 533 de bu kere bölgeyi Bizanslılar işgal ediyor. İslâm’ın ilk zamanlarındaki heyecan, İslâm ordularının bu bölgeye doğru akmasına yol açıyor. Bizans bu akınlara direnemiyor ve bölge Müslümanların kontrolüne geçiyor.
MÜSLÜMAN CEZAYİR
Arap ordularının bu bölgeye gelmesi, belki Bizans kuvvetlerince pek dirençle karşılaşmamış. Fakat bölgenin eski, yani yerli halkı Berberiler, burada çıkarı ve gözü olan Vandallar bu yeni gelen ve yeni bir din taşıyan yabancılarla kıyasıya bir mücadeleye girişiyorlar. İlk önce Vandallar kovuluyor. Berberiler ise daha güneye, verimsiz bölgelere sürülüyorlar. Elbette bunlar bölgeye bir istikrar getirmiyor. Çeşitli Arap kavimlerinden olan istilâcılar birbirlerine düşüyor. Çıkar kavgaları, bölgenin tamamen Müslümanlaştırıldığı 720 yılından 1514-16 yılına, yani Barbaros’un ağabeyi, denizciliğe korsan olarak başlamış Türk Denizcisi Baba Oruç, kardeşleri İlyas ve sonraki yıllarda Osmanlı’nın tarihteki en büyük amirali olacak Hızır (Barbaros Hayrettin Paşa)’ın Cezayir’e, Tunus’a ve Trablus’a hâkim olduğu zamana kadar sürüyor.
KORSAN
Barbaros kardeşlerden söz açınca, elbette korsanlığı, korsanlığın geçmişini, hukukunu ve Osmanlı devletindeki korsan sınıfını ve görevlerini anlatmamız gerekecek.
Sözlüklere bakınca korsan, deniz hırsızı, denizlerde soygun, baskın yapan demek. Ama tarihte korsanlık bu değil. Elbette başıboş, kendi çıkarı için bu işi yapan kişiler var. Fakat büyük çoğunluğu bir devlete bağlı çalışan ve o devletten himaye gören ekipler, savaşçı gemiciler…
Konumuzdan fazlaca uzaklaşmadan anlatalım: Akdeniz’de korsanlık Arap orduları henüz Kuzey Afrika’ya gelmeden elbette vardı. Emeviler Tunus’ta bir tersane kurarak, kendilerini devamlı rahatsız eden İspanyol, Venedik, Ceneviz, Pisa, Sicilya Normanları ve Aragon korsanlarına karşı kendi korsan birliklerini kurdular. 16. Yüzyıl başlarında Osmanlı hükümetinin de desteğiyle Kemal Reis, İber yarımadasının güney sularına kadar sokularak Malagayı yağmalayıp Cerbe adasını Berberilerden alarak burada üslendi. Sonraki yıllarda Barbaros kardeşler ve Turgut Reis de burayı kullandı.
Osmanlı devletinde korsanlar deniz komando sınıfı idi. En büyük üsleri Cezayir idi. Hemen bütün büyük Türk amiralleri bu sınıftan yetişmişlerdir. Bunların pek çoğu birden fazla dil bilirler, cesur ve akıllı insanlardır. Osmanlıda korsan, karadaki akıncının denizdeki mukabilidir. Bunlar Osmanlı Türklerinin devamlı savaş halinde bulunduğu İspanya ve İtalya kıyılarını basar, oraları zaafa uğratırlardı. Ayrıca Türk ve himayelerinde olan devletlerin gemilerini ve yollarını Akdeniz’e kıyısı olan diğer düşman ülkelerin ve başıbozuk korsanların saldırısına karşı korur, savaş olursa derhal Donanmay-ı hümayuna katılırlardı. Devletin sulh halinde bulunduğu Hıristiyan ve hiçbir şekilde Müslüman devletlere ait gemilere dokunmazlardı. Devletin harp halinde olmadığı devletin bayrağına saldıran korsan gemisi reisinin derhal başı vurulurdu.
EN BÜYÜK TÜRK KORSANI
TURGUT REİS
Büyük amiral Barbaros Hayrettin paşanın “Turgut benden ileridir” dediği büyük denizci Turgut Reis Muğla’nın Seroloz ilçesine bağlı bir köyde doğdu. Ailesi çiftçi idi. Baba mesleğini sevmedi ve denizde çalışmayı tercih etti. Genç yaşta, gündelik ile çalıştığı gemide kısa zamanda reis oldu ve Akdeniz’de korsanlığa başladı. Denizlerde kıymetli avlar yakalar; yakalayamazsa Osmanlıya düşman kıyıları vurarak büyük servetlerle üssüne dönerdi. Bir süre kendi başına korsanlığı sürdürdükten sonra, daha önce Barbaros Kardeşlerin himayelerine aldığı Cezayir’e giderek Hayrettin paşanın emrine girdi. Barbaros ile katıldığı Preveze deniz savaşında (18 Eylül 1538) yedek donanmaya komuta etti ve görevini başarıyla yerine getirdi.
Turgut Reis, Batı Akdeniz’deki Hıristiyanları en fazla korkutan bir denizci olmuştu. Başta İspanya olmak üzere, bütün Hıristiyan devletler onu yakalamak için büyük servetler harcıyorlardı. Bu büyük çabanın sonunda, kendisi de Cenova’lı eski bir korsan olan meşhur Andrea Doria’nın yeğeni Giannetino Doria 1540 yılında Korsika adasının Girolata körfezinde Turgut Reis’i gemilerini yağlarken pusuya düşürdü ve Salih Reis ile beraber esir etti. Üç yıl sonra, Cenova’yı kuşatan, Turgut ve Salih reisler verilmezse her tarafı yıkacağını söyleyen Barbaros’a bu iki kaptanı teslim ettiler. (1543) Cenovalı’ların sonradan serbest bıraktıklarına pişman oldukları ve yeniden ele geçirmek için uğraştıkları Turgut Reis, Barbaros’un desteği ile yeni bir donanma kurarak Akdeniz’de korsanlığa başladı. Napoli körfezine üslenen İspanyol gemilerini batırdığı gibi, körfez kıyılarından çok sayıda esir aldı. Tunus’ta Küçük Sirte körfezindeki Cerbe adasını kendisine üs yaptı. Türk, Arap korsanlarını etrafına topladı; Tunus hükümdarı Molay Ahmet ile anlaştı. Tunus hükümdarı ona erzak ve cephane, Turgut Reis de elde ettiği ganimetten pay verecekti. Turgut Reisin büyümesinden endişe duyan İspanyollar Cerbe adasını bir baskınla kuşattılarsa da, Turgut Reis, Fatih Sultan Mehmet’i örnek alarak, gemilerini yağlı kızaklar üzerinden adanın arka tarafına taşıdı. Bu baskının sonrasında İspanyol’ların hâkim olduğu Susa, Manastır ve Sfax’ı aldı. Çeşitli Fas limanlarında üsler kurdu. Daha sonra çağırıldığı İstanbul’da kendisine Karlı ili sancakbeyliği verildi.(1551) Kanuni Sultan Süleyman, Trablusgarp(Libya) alınırsa onu buraya beylerbeyi yapacağını söyledi. Kent alındı, fakat kendisinden daha yaşlı bir reis olan Hadım Murat ağa beylerbeyi tayin edildi. Turgut Reis bazı kaynaklara göre buna kırılarak, tekrar Akdeniz’e açıldı ve korsanlığa devam etti. İki yıl süreyle denizlerde ve kıyılarla büyük başarılar elde etti, 15 000 kadar esir ve çok sayıda ganimetle İstanbul’a döndü. Bu başarısından sonra Trablusgarp Beylerbeyiliğine getirildi.(1554) Barbaros’un vefatından sonra Kaptanıderya Piyale paşa ile birlikte pek çok sefere çıktı. Cerbe savaşında bulundu (1560) İlerlemiş yaşına rağmen, Cezayir beyi Hasan bey(Barbaros’un oğlu), Midilli valisi Salih Reis, İskenderiye beyi Uluç Ali Reis’in de içinde bulunduğu, başarısız geçen Rodos kuşatmasın katıldı, ön saflarda savaşırken şehit düştü. (20 Haziran 1565) Cenazesi Uluç Ali Reis tarafında Trablusgarp’a getirilerek oraya gömüldü.
Turgut Reis, Akdeniz’de büyük hedefleri olan biri idi. En büyük isteği Mısır’dan Fas’a kadar Kuzey Afrika’nın bu kıyılarını içine alan bir beylik kurarak Osmanlı’nın batı sahillerini emniyete almaktı. Bunun için çok çalıştı, yerli yöneticilerle anlaşmalar yaptı. Endülüs devleti yıkıldıktan sonra İspanyolların soykırımına uğrayan Müslümanları gemileriyle kuzey Afrika kıyılarına ve İstanbul’a taşıdı. Bugün bize düşmanlık yapan İsrail’in soydaşlarını Osmanlı topraklarına taşıyanlardan biri de Turgut reistir.