Hazırlayan: Ahmet B.KARABACAK
CEZAYİR’DE TÜRKLER
Kıymetli araştırmacı F. Gülay Mirzaoğlu’nun, Cezayir Türk âşıklarından birinin, zamanında yazdığı Cezayir Türküsü adlı bir şiiri ele alarak yayınladığı araştırması var. Ben de bundan yararlanmak istedim. Türkü şöyle başlıyor:
Cezayir’in ufak ufak evleri
İçindedir ağaları beyleri
Türkçe bilmez mâni söyler dilleri
Tunus, Tarabulus ve Cezayir of!
Kuzey Afrika ülkesi Cezayir, 1516-1830 yılları arasında Osmanlı İmparatorluğu hâkimiyetinde bir eyalettir. Türk denizcilerinden Oruç Reis ve Barbaros Hayrettin Paşa tarafından Osmanlı topraklarına bağlanmıştır. Türk reislerin 16. Yüzyıldaki deniz seferleri sonucunda Cezayir, Tunus, Trablus Osmanlı topraklarına katılmıştır. Bu süreç içinde, söz konusu bölgelere, İstanbul’dan yeniçeriler ile Antalya, Denizli, Aydın, İzmir, Manisa, Balıkesir gibi batı Anadolu vilâyetlerinden leventler gönderilirdi. İmparatorluğun sınırlarına dâhil olan Cezayir, Tunus ve Trablus’a Türk idarî teşkilâtında Osmanlı yönetimince “Mağrip Ocakları” veya “Garp Ocakları” adı verilirdi. Yalnızca bu yerlerle sınırlı kalmayıp, bütün Akdeniz’de etkin bir güç haline gelen Türk denizcilerinin reisleri, Osmanlı idaresi tarafından çeşitli yerlere bey olarak tayin edilir ve “Cezayir Dayıları” adıyla anılırdı. “Dayı” denilen bu kişiler, Türk denizcileri olarak Kuzey Afrika’dan Anadolu’ya, Ege kıyılarından Rumeli’ye uzanan oldukça geniş bir coğrafyada etkin bir kuvvet haline gelirlerdi. Bu etkin olma, savaşmaya dayalı bir hayat tarzına bağlıdırlar.
Bu geniş coğrafya, Osmanlı döneminde Cezayir beylerbeyliği olarak tek bir eyalet oluşturmuştur. Bu eyalet 16 ve 17. Yüzyıllarda çok genişlemiş, Girit’ten başka (Girit sonra alındı) bütün Ege adaları, Gelibolu ve Biga yarımadaları, Ege ve Yunan deniz sahilleri ile Kuzey Afrika kıyılarının bir kısmını içine almakta idi. Buraların tamamının idaresi ve sorumluluğu ise Cezayir Beylerbeyinin üzerinde idi.
Türk denizci reislerinin Akdeniz’deki gücü; giderek yayılması, doğal olarak, yeniçerilere ilâveten, Anadolu’nun çeşitli illerinden donanmaya binlerce askerin katılımıyla gerçekleşir. Bunların büyük bir kısmı, Anadolu’da, dönemin hukukî terimiyle “çiftbozan” diye tanımlanan çiftçi köylülerden oluşuyordu. Ünlü Cezayir Dayılarından biri olan ve 1570 yılında Tunus’u ele geçiren Uluç Ali Reis’in emrinde dört-beş bin asker vardı.
Cezayir beylerbeyliğinin 18. Yüzyıla gelindiğinde kuvveti ve hâkimiyeti zayıflamağa başlar. Fransız donanmasını 1681’de mağlup ederek yirmi dokuz gemisini ele geçiren Cezayir ocağının, sonraki yüzyıllarda donanması zayıflar ve daha önce burada bulunan asker sayısı yirmi bin iken, bu devrede beş bine, iki bin beş yüze kadar düşer. Dayılar tarafından yönetilen Mağrip Ocakları (Cezayir, Tunus, Trablusgarp) 18. Yüzyıldan itibaren eski kuvvetini kaybeder. Bu gelişmede dayıların birbirleriyle çarpışmalarıyla beraber, imparatorluktan bağımsız hareket etmeye eğilimleri etkili olmuştur. Cezayir’de Türk siyasî hâkimiyeti 1830’da Fransızların Türk-Arap kuvvetleriyle çarpışarak burayı ele geçirmesiyle sona ermiştir…
BARBAROS VE CEZAYİR
Türklerin Malazgirt savaşından sonra Anadolu topraklarında hızla ilerlemeleri ve Ege kıyılarında denizle tanışmaları bize büyük bir denizci kazandırmıştır: Çaka bey… Oğuzların Çavuldur boyundan olan Çaka bey İzmir civarında bir beylik kurdu ve kuvvetli bir donanma meydana getirerek, beyliğini Midilli ve Sakız adalarına kadar genişletti. İlk Türk korsanları Çaka Bey’in donanmasında yetişti dersek pek hata etmemiş oluruz.
Tarihimize Cezayir beylerbeyliği ile bütün Akdeniz’i hediye eden Barbaros Hayrettin Paşa’yı anlatmadan önce, onu yetiştiren ağabeyi Oruç Reisi, leventlerinin ifadesiyle Baba Oruç’u anmalıyız: Midilli’de, Tımarlı sipahi Nurullah Yakup’un dört oğlundan ikincisi olarak doğdu. Fatih Sultan Mehmet döneminde Midilli’nin fethine katılan, sonra adada kalarak orada çömlekçilik yapan babasının yanında bir süre çalıştı. On sekiz yaşında denizciliğe heveslenerek kardeşi İlyas ile korsanlığa başladı. Diğer Türk korsanlarıyla birleşerek kuvvetlendi ve korsan filosunun başına reis seçildi. Bu arada Ege adalarında gemilerle taşımacılık yapan kardeşi Hızır’ı (Barbaros Hayrettin Paşa) yanına çağırdı ve beraber çalışmağa başladılar. Yavuz Sultan Selim, batı Akdeniz’i kontrol etmeğe başlayan Oruç Reis’e Anadolu ‘dan tayfa alma izni verdi ve gemiler hediye etti. 1516’da kendisinden yardım isteyen Cezayir’e gelerek, orayı daha önce işgal etmiş İspanyolları bu ülkeden çıkardı. Cezayir’li Müslümanlar kendisini oranın Emir’i yaptılar. 1518 de İspanyollarla savaşırken şehit oldu ve yerine Hızır Reis (Barbaros Hayrettin Paşa) geçti.(Barbaros için Cezayirli seçkinlerin Yavuz Sultan Selim’e mektubunu ileride vereceğim.)
BARBAROS HAYRETTİN PAŞA
Cezayir, daha doğrusu Kuzey Afrika ile Akdeniz coğrafyasını Osmanlı Devleti’ne hediye edenin Barbaros Hayrettin Paşa olduğunu söylersek abartmış olmayız. Yukarıda yazdık; eski bir sipahinin oğlu olan Hızır, (Barbaros) Saros ve Selânik çevresinde gemi işleterek ticaretle uğraşırken, Akdeniz’de korsanlık yapan en büyük ağabeyi Oruç’un daveti üzerine Cerbe adasına giderek korsanlığa başlıyor. Korsalık yaparken bir ara Rodos şövalyelerine esir düşüyor, fakat kurtuluyor. Ağabeyi Oruç Reis ile beraber büyük bir donanma kurarak, Anadolu’dan getirdikleri leventlerle Avrupa’nın güney sahillerine, İspanya’nın işgalindeki Kuzey Afrika kıyılarına, Akdeniz’deki adalara baskınlar düzenleyerek kuvvetlerini ve şöhretlerini artırıyorlar. Tunus Sultanı Ebu Abdullah, ganimetlerinden pay vermek şartıyla kendilerine Tunus limanı ağzındaki bir kaleyi veriyor. Yukarıda yazdık: Endülüs’teki Müslümanları katleden ve Cezayir’i işgal eden İspanyol’ları bu ülkeden atmak için, Cezayir’li Müslümanlar Oruç Reisten yardım istiyorlar. Barbaros kardeşler buradan İspanyol’ları çıkarıyor, Oruç Reis oranın Emir’i oluyor. 1518’deOruç Reis İspanyol’larla savaşırken şehit düşüyor ve Hızır Reis (Barbaros) Cezayir Emir’i oluyor.
Turgut Reis gibi, Akdeniz’de büyük hedefleri olan Hızır Reis zamanın padişahı Yavuz Sultan Selim’e hediyeler ve haberciler göndererek, hedeflerini anlatarak güçlenmek için yardım istiyor. Kendisine emirlik beratı ile beraber, hilat ve meşhur üç hilâlli Barbaros sancağı, savaş araç ve gereçleri, Anadolu’dan asker toplama yetkisi veriliyor.
Barbaros kısa zamanda hazırladığı güçlü donanmayla Avrupa kıyılarına baskınlar düzenliyor. İspanyol’ların baskınıyla bir ara kaybedilen Cezayir’i yeniden alıyor ve orayı merkez yapıyor. Endülüs’te ezilen Müslümanları (yüz binden fazla) Afrika kıyılarına taşıyor. Akdeniz’de büyük bir şöhreti olan Barbaros, Cezayir ileri gelenlerinin isteğiyle Yavuz Sultan Selim tarafından 1519’da bu ülkenin önce beyi, 1532’de de Kanuni Sultan Süleyman tarafından İstanbul’a çağırılarak Osmanlı devletinin kaptan-ı deryası (Amiral) ve Cezayir beylerbeyliği ile ödüllendiriliyor. Barbaros bu tarihten sonra bütün Akdeniz sahillerinde düşmanın korktuğu bir kuvvet haline geliyor. İspanya, İtalya, Venedik ve Ceneviz’lerin hâkim olduğu sahillerini vuruyor, Akdeniz’deki hemen bütün adaları ve Tunus’u Osmanlı’ya bağlıyor. Bu zaferlerin Hıristiyan Avrupa’da büyük yankılar uyandırması üzerine Venedik’in çağrısı ve papanın teşvikiyle Türkleri Akdeniz’den çıkarmak için, o zamanın en kuvvetli denizci devletleri olan Venedik, Ceneviz, Malta, İspanya, Portekiz’liler tarafından çok kuvvetli bir haçlı donanması hazırlanarak ünlü amiral Andrea Doria’ya veriliyor. Barbaros kendi donanmasından çok kuvvetli bu donanmayı Preveze’de bozguna uğratarak Türk tarihinin en büyük deniz zaferini kazanıyor.(28 Eylül 1538) Bu büyük zaferi içine sindiremeyen V. Karl üç yıl sonra yüzlerce gemi ve binlerce askerle Cezayir’e saldırıyor. Bu donanma’da Barbaros tarafından bozguna uğratılıyor. O tarihten sonra Cezayir, Fransız işgaline kadar Osmanlı devletine bağlı kalıyor. Türk tarihinin en büyük amirali, bütün Akdeniz’i bir Türk gölü haline getiren Barbaros Hayrettin Paşa 1544 yılında İstanbul’da vefat ediyor.
OSMANLI SİSTEMİ CEZAYİR’DE NASIL KURMUŞ?
Merkeze uzak olan bu bölge Osmanlı’nın hâkimiyetine girdikten sonra, orada kendine özgü bir sistem kuruluyor. Merkez Cezayir şehri . Buraya, bütün Akdeniz coğrafyasını kontrol eden bir Beylerbeyi İstanbul’dan tayin ediliyor. Buna Cezayir Dayısı deniyor. Ayrıca, Akdeniz’i kontrol etmek için Cezayir, Tunus, Libya ve adalara kaleler yapılarak buralara gemi reislerinden kumandanlar tayin ediliyor. Bunlara da Dayı deniyor. Savaş sıralarında bunlar kuvvetlerini birleştirerek seferlere çıkıyorlar, baskınları beraber önlüyorlar, bölgeden vergi toplayıp İstanbul’a gönderiyorlar. Sistem, Osmanlı bu topraklardan çekilene kadar, fakat dayıların zaman zaman birbirleriyle rekabete girmeleri sebebiyle, gittikçe zayıflayarak devam ediyor.
CEZAYİR’DE TÜRKLERDEN KALANLAR
Cezayir’deki Türk izlerini anlatmadan önce, Cezayir’in Türkiye’yi, daha doğrusu bugünkü Anadolu insanını ne ölçüde etkilemiş, onu kısaca hatırlamak gerekiyor. Cezayir’de, Anadolu’dan giden, bazısı geri dönen, pek çoğu da orada kalan şair askerlerimiz var. Ayrıca oranın giyim kuşam âdetleri de bir zaman özellikle İstanbul bıçkınlarını etkilemiş. Cezayir kesimi denen bu giyim şekli son asra kadar devam etmiş. Şairlerin deyişleri Çankırı yaren sohbetlerinde, Maraş’ın Göksun ilçesinde, Bingöl, Gaziantep, Erzincan, Bursa ve daha pek çok yerde, düğünlerde, gelin almaya gidilirken, gelin getirilirken, kına gecelerinde oyunlarla beraber halen söyleniyor. Bu düğünlerde ve sohbetlerde söylenen Cezayir’in gemileri yağlanır/ Yağlanır da tersaneye bağlanır/ Cezayir’de koç yiğitler eğlenir dizeleri oradaki Türk yiğitlerin içinde bulundukları fizikî ve tarihî şartları da gözümüzün önüne getiriyor.
Zaman içinde Cezayir’de belli başlı dört sınıf meydana gelmiş. En üstte İstanbul’un tayin ettiği Dayı’lar ve onların yakın adamları. İkinci, oraya asker olarak gidip yerli halktan kızlarla evlenenler ve bunların çocukları. Bunlara KULOĞLU deniyor. (Önemli tarihçi Orhan Koloğlu ‘nun dedelerinden biri o bölgede Dayı, yani vali imiş. Soyadı buradan geliyormuş) Kendileri Türkçe bildikleri için Dayı’ların en büyük yardımcıları ve devletin memur sınıfı. Üçüncü Araplar, dördüncü ise Berberiler. Araplar ziraat ve ticaretle, Berberiler ise verimsiz bölgelerde ziraat ve hayvancılıkla uğraşıyorlar. Bunlar Cezayir’de siyasî ve ekonomik olarak varlıklarını gösterenler. Ayrıca bir de Endülüs’ten, katliamdan kaçan Yahudiler var. Bunlar sadece ticaret ve faizcilikle uğraşmışlar. Bugünkü durum ise şöyle: Araplar, Kuloğulları, Berberiler ve pek az Türkler. Fransız işgalcilere karşı yapılan millî mücadeleden sonra Fransızlarla beraber, onların uyruğunda olan yabancılar ve özellikle Yahudiler bu ülkeden çıkarılmışlar. Bugün Cezayir’de iş yapanlar dâhil, tek Yahudi yok…
Bunları anlattıktan sonra Cezayir’de bıraktığımız Türk izlerini, pek etraflı olmamak kaydıyla anlatabiliriz: Fransız işgalinden önce Cezayir’de yüzden fazla Osmanlı’nın yaptığı mescit var. Şimdi onlardan pek az kalmış. Kaleler, saraylar hep bu oran içinde. Bunların pek çoğu Osmanlı-Endülüs mimari karışımı… Mimarları orada yetişenlerle beraber, İstanbul’dan gidip Cezayir’e yerleşenler. Fransızlar Türk izlerini silmek ve ülkeyi Fransızlaştırmak için bu eserlerin büyük bir kısmını yok etmişler. Oruç Reis’in mezarını bile kaybetmişler. Ayakta kalan ve bu günkü yönetimin onardığı en önemli eser Cezayir Dayılarının 1830 yılına kadar kullanımında olan “Daru’s-Sultan (Sultan evi). Burası Topkapı sarayından sonra Osmanlı coğrafyasındaki en büyük ve gösterişli saray. Baba Oruç ve Barbaros’un Cezayir’in bir körfezinde kurduğu eski başkent el-Kasba (Türkçedeki kasaba karşılığı) mahallesi ve 65 senede tamamlanan kale. Burası önceleri sadece askerî iken, sonraları Dayı’ların da kaldığı bir merkez oluyor. Biraz ilerde, sahilde Amirallik binası. Çevresinde üç adet Osmanlı burcu var. Bunlardan birisinin adı Burc-ı Hay İstanbul. Amirallık binasının yakınında yeniçeri camii. Cezayir kalesi, Lala Hadvac sarayı, Hakim Bahçeleri, el-Ahmer Hapishanesi, Ağa Burcu şimdi de ayakta. Gene körfezde, Oruç reis ve Barbaros tarafından kurula leventlerin kaldığı büyük yapı ve amirâllik binası. Restore edilmiş, ziyaretçilere açılmış. Bunlardan başka ayakta kalanlardan bazıları ise, benim öğrenebildiğim kadarıyla şunlar: Osmanlı beylerine ait Muhammed Bey camii ve Bey Sarayı, Mescid-i Bey Muhammed Kebir, Oran şehrinde Muhammed Sağir Bey camii, Tlemsen şehrinde Sidi İbrahim camii, Sidi Bel Hasan camii, Şeyh Senusi camii, Sidi Halevi cami, Camii kebir ve en önemlisi Ebu Medyen camii türbe ve medresesi. Cezayir’in Mustaganem şehri, zamanında dört bölgeye ayrılmış. Bunlar Berberilere, Osmanlılara, Fransızlara ve Cezayirlilere kendiliğinden ayrılmış semtler. Türklerin çoğunlukta oldukları semte Tophane ve Ayn Safa adı verilmiş. Burada halen Türk aileler ve Kuloğullarının çok olduğu söyleniyor. Burada Cami-i Kebir ve Türklerin yaptığı bir hamam halen ayakta ve kullanılıyor. Mustaganem’in son dayısı Mustafa Beyin sarayı Fransızlar tarafından yıkılmış, enkaz halinde. Cezayir Şehrini koruduğu yaygın olarak söylenen Veli Dede Türbesi de ayakta ve devamlı ziyaret ediliyor…
………………………………………………
CEZAYİR TÜRK ŞAİRLERİ
Kuzey Afrika’da yetişen halk ozanlarına Türk Edebiyatında Cezayir Şairleri denmiş. Askerî ocaklarda yetişen bu şairler Anadolu’daki âşıklar gibi, atışmalar yapmışlar, Türk zaferlerini dile getirmişler, reislerine övgüler düzmüşler, hasret şiirleri söylemişler. Oğuz Ali, Geda Muslu, Çırpanlı, Armutlu, Kul Çuha, Benli Ali, Nakdî, Seferlioğlu, Mağriplioğlu, Kara Hamza, Kayıkçı Kul Mustafa ile Türk Halk edebiyatının büyük ustası Kuloğlu Vs…
CEZAYİR TÜRK ŞAİRLERİNDEN
KULOĞLU
17.Yüzyıl “Âşık Edebiyatı”nın önemli şairlerinden bir bakıma öncülerinden biridir. Şiirlerinden asker-ozan olduğu görülüyor. Hem karada, hem de denizde savaşmış. Adı Evliya Çelebi’nin seyahatnamesinde geçiyor. Araştırmacılara göre Safranbolu’ludur. Oğlu da dönemin Muhasip Mehmet Paşa adıyla tanınan sayılı bir devlet adamıdır. 40 yaş civarında öldüğü söyleniyor. Yaşadığı dönemde yaygın bir şöhreti ve saygınlığı varmış.
CEZAYİR ÖVMESİ
Cezayir çevresi ol yüce dağlar
İçinde oturur ağalar beyler
Koç yiğit sılasın anar da ağlar
Şahbaz yiğit ile dolu Cezayir
Cezayir dilberi on beş yaşında
Geyinir kuşanır hotoz başında
Her birisi bir yiğidin peşinde
Şahbaz yiğit ile dolu Cezayir
Açılmış kıbleye doğru kapısı
Cennet misalidir anın yapısı
Gazi olur varanların hepisi
Şahbaz yiğit ile dolu Cezayir
İçindedir kırklar ile erenler
Şehit olur sahrasında ölenler
Medhin söyler senin varıp gelenler
Şahbaz yiğit ile dolu Cezayir
Kal’aları vardır toplu tüfekli
Bekleyen yiğitler aslan yürekli
Sanki gemileri demir direkli
Şahbaz yiğit ile dolu Cezayir
Balyemez topları yalıya bakar
Düşmanı gelince ateşe yakar
Her köşe başında bir çeşme akar
Şahbaz yiğit ile dolu Cezayir
Batı tarafından üç top atıldı
Şiddetinden aylar günler tutuldu
Ecel bize miskal ile satıldı
Şahbaz yiğit ile dolu Cezayir
Gör neler eyledi bize ol felek
Seni görmek için ben oldum helek
Yer yüzünde insan göklerde melek
Medhini ederler cümle Cezayir
Hakk’a uyup beş vaktini kılanlar
Din uğruna deyip kılıç salanlar
Mağrip’te, Tunus’ta şehit olanlar
Medhini ederler cümle Cezayir
Kuloğlu der âşık olanlar bende
Ben dahi vasfını ederim günde
Urum’da, Acem’de Hint’te Yemen’de
Medhini ederler cümle Cezayir
KULOĞLU