Ali BADEMCİ
Bugünkü dünyada milletlerin yerel-bölgesel-ülkeler çıkarları her şeyin üzerindedir; ülke olarak kendini koruyamayan devletlerin millet hayatının devam etmesi mümkün değildir! Batı Türkleri, tarihi bir miras olarak çıkarlarını batıda aramaktadır; Doğu Türkleri, bırakınız kendileri çıkarlarını doğuda görüyorsa bu istikamette devam etsinler! Arada bu kadar mesafe ve ülkeler olduktan sonra mutlak olarak dostlarımız da düşmanlarımız da farklı olacaktır! Hep kendimizden ufak görmeye alıştığımız Türk Dünyası liderleri bilgi çağında herhalde ahmak insanlar olmadığı gibi biz de dünyanın en akıllı Türkler’i değiliz!
TÜRK DÜNYASINA YENİ BAKIŞ
25 yıldan beri önümüzde açı-seçik bir Türk Dünyası görülüyor. Hamasetin ömrü, gerçeğin ortaya çıkışına ve kendini göstermesine kadar devam eder. Elbette yalnız kalanlar eşlerini ve kardeşlerini ararlar. Biz Türkler 70 yıl böyle bir rüya gördük; fakat bir gün uyandık ki rüya değil gerçeğin tam fotoğrafı ile yüz yüzeyiz! Bu rüyalara birçok adlar taktılar ve insan fıtratı icabı biz de bunları benimsedik; şiirler yazdık, Türküler yaktık, romanlar düzdük! Doğrusunu söylemek lazım gelirse hamaset ve romantizmden realizme de bir türlü geçemedik! Dolayısiyle sağlam tahliller yapıp düzgün sonuçlar da çıkaramadık!
Elbette Türkler’in anavatanı Asya’da ve Türkistan coğrafyası içerisindedir. Fakat İslâmiyet ile birlikte Türkler ve Türk kavimleri tercihlerini yapmışlar, hangi sebeplerle olursa olsun bir kısmı batıya akarken diğer bir kısmı da doğdukları topraklar veya yakın coğrafyalarda kalmışlardır! Bu Tanrı’nın bir takdiridir; yaşandığı için fazla bir şey söylemek ve komplo teorilerine aldanmak da çok yanlıştır! Hele hele suçu dinî inançlara bağlamak ve çapraşık görüşler serdetmek de hiç doğru değildir! Böyle bir yol izlemek Türkçülük değil, aksine Türklüğe ihanettir!
Türkler’in daha Hunlullar’dan itibaren batıya yönelişleri bir serüven değildir; fakat ve ne yazık ki bu yürüyüş asırları devirmiş ve yeni vatanlarda kısmı tutunma ancak İslâmiyet’ten sonra gerçekleşmiştir. Kısmî diyoruz ki bu yürüyüşten Türkler’in elinde kalan yegâne yadigâr Türkiye’dir! İlginçtir ki bugünkü Türk dünyası Türkiye’nin önemini iyi bilirken bizler bu işin çok farkında değiliz! Türkler’in batı yürüyüşlerinin Deşt-i Kıpçak ve İdil-Ural bölgelerinde tutunmasını bir yanı bırakın da, bir zamanlar Türk hanedanların birbirini izlediği İran ve Orta Doğu’da bile çığlık seslerinden başka bir şey yoktur!
Kafa yorulması gereken önemli husus işte budur: Neden böyle? Fikir ve düşüncede mi hatâ var, yoksa güçlendiğimiz kadar yavaş olmayan düşüşün sancılarından mı kurtulamadık; neyi kavrayamadık ve nerede hata yaptık da bu derece dağıldık? Ne yazık ki bu soruları “Takdir-i İlâhi” deyimi dışında birşeyle izah ediyoruz. Türkler’in batıya yönelişlerine kadar Orta Asya bir yanardağ gibidir, sürekli etrafına zarar vermiş, bu sahadan tedricen çıkmayı başaran Avrupa Hunlar’ı ise bu yeni alanda erimiştir. Tarihi devirlerde Orta Asya’da birçok Türk kavimleri adetâ serseri mayın gibidir; Orhun Yazıtları’nda bu hususu daha rahat görüyoruz.
Araplar ile ortaya çıkışında İsalâmiyet hiç de sempatik ve kucaklayıcı bir din değildir. Üstelik daima siyaset içermesi, hedef toplumların kültürlerine hayat hakkı tanımaması da Türk karakteri ile bağdaşır bir husus olmamamıştır. Çünkü Türkler’de din özgürdür; ne savaşa, ne barışa, ne de siyasete karışmaz! O sebeble bir “Kam”ın siyaset yaptığını gösteremezsiniz! Din adamları duacı, daima iyi kehanette bulunan önderlerdir ki, hâlâ genetiğimizde “Büyük Öğüdü” dediğimiz şey bundan başka bir şey değildir! Talas Savaşı’nda aynı cephede bulunmak Türkler’i İslâmiyet’e müdahil kılmak için yetmemiştir; o sebeble hadisler uydurulmuştur! Fakat Türkler iki buçuk asır sonra, “Kılıç Artığı” değil kendi istekleri ile Müslüman olmuşlardır!
Türkler’in Müslüman oluşu ile batı yürüyüşleri aynı tarih devresinde örtüşür. Bugün Anadolu’nın her yerinde Türkler’in geldikleri Türkistan coğrafya adlarının aynıları vardır; dolayısiyle sadece insanların değil bir vatanın da hareket ettiğini elbette düşünürüz! Yeni yurtlara kavuşmak bir eğitim ve çetin uğraştı; o sebeble batıya gelenler bu sefer tutunmasını başarırken kalanlar müstemleke olmaktan kurulamadılar ve bu durum geçen asrın sonuna kadar kadar devam etti! Anavatanda kalanlar kendilerini inkâr etmiyor; örf, âdet, dil, gelenek, tip, tarih hafızası yerinde duruyor; günümüzde bunlara “Türkî-Türksoylullar-Türk Dilliler” deniliyor!
Elbette “Doğu-Batı”arasında derin farklılıklar oluşmuştur; çünkü dünya her zaman iki kutupludur! Tek kutba düşerse milliyetlerin hatta inançların hiç kiymeti kalmaz! O sebeble bugün “Türk Dünyası” denen Doğu Türklüğü’ne bakışımızı, onların devletlerine, hatta bulundukları bloklara kendi düşünceleri ve ahdleri nazarından bakmamız gerekiyor! Elbette kültürel birlikteliği ileriye taşımak hepimizin görevidir; fakat işi siyasete tahvil etmek ne kadar doğrudur? Siyaset herşeyi karıştırıyor ve jenoside yol veriyor! O sebeble Türk dünyasını yapay veya sanal deyimlerin teşkil ettiği bir çember içine sokmanın onlar açısından hiçbir faydası yoktur.
Bugünkü dünyada milletlerin yerel-bölgesel-ülkeler çıkarları her şeyin üzerindedir; ülke olarak kendini koruyamayan devletlerin millet hayatının devam etmesi mümkün değildir! Batı Türkleri, tarihi bir miras olarak çıkarlarını batıda aramaktadır; Doğu Türkleri, bırakınız kendileri çıkarlarını doğuda görüyorsa bu istikamette devam etsinler! Arada bu kadar mesafe ve ülkeler olduktan sonra mutlak olarak dostlarımız da düşmanlarımız da farklı olacaktır! Hep kendimizden ufak görmeye alıştığımız Türk Dünyası liderleri bilgi çağında herhalde ahmak insanlar olmadığı gibi biz de dünyanın en akıllı Türkler’i değiliz!
İyi pazarlar.