Ali BADEMCİ
Biz Murad Adji’yi bilgi yönünden tenkid etmekten ziyade eserinin fayda ve zararlarını tartarak karar verilmesi düşüncesindeyiz! Elbette Türk dünyası ve özellikle Rusya’da her etnisiteye “Kıpçak” gözü ile bakmak çok doğru değildir; meselâ Attila’nın “Kıpçak” olduğunu nasıl iddia edebilirsiniz! Orhun Kitabeleri’nde bile “Kıpçak” adı yok! Fakat “Oğuz “adı var; Adji bunu ya bilmiyor yahut da söyleyemiyor! Ayrıca kitabındaki iddialarında, bizdeki “Şamanizm” olgusu gibi Hıristiyanlık özendirilmektedir; bu fikrin neresi doğrudur! Kültürümüze uygun olsaydı Türkler zaten bu dini seçerlerdi; tarihimizde en cazip görülen Hazarlar döneminde bile, Musevilik gibi Hıristiyanlık tali dini düşüncelerdir! Elbette Türkler Araplar’dan nefret ettiği ölçüde İslâmiyet’e sarılmışlar ve bu dini Oğuzlaştırmışlardır! İslâmiyetsiz bir Türklüğü izah edemeyeceğimiz gibi, Türk adını kullanmadan dünyada hiçbir milliyetin açılımını yapamayız!
MURAD ADJİ
Murad Adji Moskova’da yaşayan Türk kökenli bir Rus bilim adamı; kendi ifâdesi ile ortaya koyduğu biyografide “Kumuk” Türkü olduğunu belirtmektedir. Elbette Kumuklar Kafkas etnisitesine dahil bir Türk halk topluluğudur; biz Türkiye’de onlara “Kuzey Kafkasyalı” diyoruz. Bugünkü Kafkasya’da “Azeriler”den sonra en kalabalık Türkler “Kumuklar”dır. 1992 tahminlerine göre dahil oldukları Dağıstan Özerk Cumhuriyeti’nde 250.000 kadar nüfusa sahiptirler! Çeçen ve Osetya bölgelerinde de 50.000 kadar “Kumuk” olduğu ilgili çalışmalarda ortaya konmaktadır. İlmi çalışmalarda Türkistan’ın Kangılıları gibi yaratılış olarak Türk kavimlerinin en muharipleri olarak ortaya konmuşlardır. XIX. Yüzyılda Çarlık Rusyası’nın Kafkaslara yayılma hareketlerinde en önde mücadele etmişler Şeyh Şamil hareketinde başrol oynamışlardır. O sebeble çarlık tehcirine uğramışlar ve çoğunluk olarak Türkiye’ye göçerek Tokat-Üçgözen/Kuşoturağı ile Sivas’ın Yavu köyüne yerleşmişlerdir. Kumuklar Kuzey Kafkasya Kumuk Ovası ve Dağıstan’nın dağlık kesimlerinde yaşarlar; etnik olarak Türk Oğuz ve Kıpçak gurubu özelliklerine sahiptirler. Bölgede Kumuklar’ın varlığı Hazar Hakanlığı’na kadar uzanmakta olup Kaşgarlı divanında bile adlarına ve varlıklarına işaret edilmektedir!
Bu açıklamalardan sonra elbette konumuz bilim adamı Murad Adji; kendisi akademisyen yaşayan Türk asıllı tarihçi! Yankı uyandıran “Polin Polovetskogo Polya” adlı eseri Moskova’da 1994 yılında yayımlanmış ve büyük tartışmalara sebeb olmuştur. Adıgeçen eser “Kaybolan Millet Deşt-i Kıpçak Medeniyeti” adı ile Gazi Üniversitesi’nden Filolog Zeynep B.Özer tarafından gayet güzel bir tercüme ile Türk okuyucusuna 2001 yılında takdim edilmiştir. Eserde ortaya konan görüşler nedense bizim akademik dünyada çok iyi karşılanmamıştır; bunun sebebini üretken olmayan ilim hayatımıza bağlayabiliriz! Elbette Sovyet ilim anlayışı ve terakkisi ile batı oryantalizmi çok farklıdır! Adji’nin görüşlerinde batı ile uyuşmayan hatta yer yer çelişen görüş ve iddialar olabilir; böyle bir durum herşeyden evvel “Doğu-Batı” farklılığıdır!
Bizim âlimlerin itirazları ; “Avrupa Türkler ve Büyük Bozkır, Kıpçaklar” adı ile 2106 Ocak baskısı ve Hacahanım’ın yeni dizaynı ile karşılanmış görülmektedir. Lâkin bizim hocaların tamamen teferruatla ilgili, genellikle yüzeysel meselelere takılmaları cidden ilginçtir. Rusya ve Batı için bu tartışmaları normal karşılayabiliriz; çünkü onlar son 100 yılda gerçekten fevkalade ölçülerde tarih-sosyoloji-sosyal antropoloji-coğrafya-tarihsel sosyoloji çalışmışlardır! Bizler hâlâ olay tarihçiliğini aşamamış, F. Köprülü’den beri duraklamışız! O sebeble kırıcı ölçülere kadar varan tartışmalara girme hakkına sahip olmadığımız kanaatindeyiz! Sosyoloji gibi “Tarih Sosyolojisi” de tarih ve kültür tarihi bilmeyenlerin hegemonyası altındadır; bunların eserlerini sadece “Dil” yönüyle anlamak bile mümkün değildir! Coğrafyacılığımız hâlâ yüzey şekilleri vs. gibi ilk mektep seviyesini aşmış değildir; dolayısiyle “Tarihsel Coğrafya” hiç yok! Tekrar edilen ve çoğu zaman hikayeleştirilen tarih herhangi bir coğrafyaya oturtulamıyor! Tamamen sosyoloji konusu olan kültürün tarih üzerindeki baskıları görmemezlikten geliniyor; netice itibariyle coğrafya bir etnololoji bilimidir, ki bunun da farkında değiliz! Antropolojik arkeoloji ile zaten hiç ilgilenmiyoruz; akademilerde çalışma kürsüleri ve araştırma guruplarının olduğunu sanmıyoruz!
Bu şartlar altında bırakın Murad Adji’yi Rus tarihçi ve Türkologları tenkit etmeye hiç hakkımız olduğunu düşünmüyoruz; çünkü elimizdeki müsavi sayılabilecek imkanlara rağmen onlardan en 50 yıl gerideyiz! durum bu iken Türk âlimlerinin veya çalışanların böbürlenmeye ve kendilerini büyük görmeye hakları yoktur! Evet son yıllarda bir hayli genç âlim yetişti, Türk tarihi ve Türkolojinin her alanında başarılı çalışmalar yapıyorlar; fakat bunların çağın tekniklerine uygun biçimde coğrafya ve sahaya dayandığını söylemek mümkün değildir! 1992’den sonra Türk dünyası ile yakınlaşma, yapılan ferdi veya kolektif çalışmalar bir hayli değerlidir; “Türk Lehçeleri” kurulan kürsülerle bir hayli mesafe katetmiştir; lakin devlet çalışmalarının bunlara uyum sağladığını söylemek mümkün değildir! Devlette hâlâ “Soğuk Savaş” döneminin komünizm korkusu vardır! Âlim böyle nitelendirilmek ve yanlış anlaşılmaktan çekiniyor! Dolayısiyle ilimde genişliği anlayabilmiş değiliz! Maalesef geniş maddi imkanları olan kurumlar siyasetin kucağına düşmüştür; Dil Kurumu bir türlü Osmanlı Sözlükleri’nden sonra Türkçe’nin en büyük sözlüğü olan Büyük “Özbek Lügatı”nı Kiril’den Latin’e aktarmaktaktan acizdir!
Biz Murad Adji’yi bilgi yönünden tenkid etmekten ziyade eserinin fayda ve zararlarını tartarak karar verilmesi düşüncesindeyiz! Elbette Türk dünyası ve özellikle Rusya’da her etnisteye “Kıpçak” gözü ile bakmak çok doğru değildir; meselâ Attila’nın “Kıpçak” olduğunu nasıl iddia edebilirsiniz! Orhun Kitabeleri’nde bile “Kıpçak” adı yok! Fakat “Oğuz “adı var; Adji bunu ya bilmiyor yahut da söyleyemiyor! Ayrıca kitabındaki iddialarında, bizdeki “Şamanizm” olgusu gibi Hıristiyanlık özendirilmektedir; bu fikrin neresi doğrudur! Kültürümüze uygun olsaydı Türkler zaten bu dini seçerlerdi; tarihimizde en cazip görülen Hazarlar döneminde bile, Musevilik gibi Hıristiyanlık tali dini düşüncelerdir! Elbette Türkler Araplar’dan nefret ettiği ölçüde İslâmiyet’e sarılmışlar ve bu dini Oğuzlaştırmışlardır! İslâmiyetsiz bir Türklüğü izah edemeyeceğimiz gibi, Türk adını kullanmadan dünyada hiçbir milliyetin açılımını yapamayız!
Sağlıcakla kalın.