Ali BADEMCİ
Bir F.Körülü ve Ö.Lütfi Barkan’ın modern tarih görüşü olarak Türkler ne göçebedir, ne de Osmanlı “Feodal” ve “Teokratik” bir devlettir! Köprülü Avrupa’nın göbeğinde bunu ispat etmiştir! Elbette tarih insanların sadece siyasi duruşları değil aynı zamanda iktisadi-kültür-sosyal alışverişlerinin bütünlüğü ve ilgili coğrafyaya uyarlanmasıdır! Coğrafyasız bir etnoloji de olmaz, çünkü son zamanlarda Rus âlimlerinin yöneldiği gibi coğrafya sadece tarih değil aynı zamanda bir etnoloji bilimidir. Tarihe iktisadi yaklaşımlar aydınlarımız tarafından çok ilgi görmektedir; lâkin belli bir çizgi üzerinde “Türk Tarih Literatürü” oluşmamıştır. Elbette “İktisadi Tarih” aynı zamanda “Sosyal Tarih”dir; “Tarihi Coğrafya”ise tarihin ayrılmaz parçasıdır. O sebeble sosyolog-iktisatçı ve coğrafyacıların tarih açıklamaları yeni ufuklar açmıştır! Bu ufku doğru görmeli ve tarihi şarlatanların elinden kurtarmalıyız! Şüphesiz bu da âlimlerimizin en önemli görevidir.
TARİH VE ŞARLATANLAR
Sürekli olarak tarihimizin yeniden yazılması gerektiğini ifâde ederiz; gerçekten böyle bir şeye ihtiyaç var mı? Elbette Türk tarih yazımında çarpıklıklar var; o sebeble sürekli tarihçi olmayan tarihçiler yaratıyoruz! Öyle ki eline kalem alan tarih yazıyor; bu müsvedde adamlar, tarihimizin köşe taşı olmuş olaylarını çarpıtıyor ve kahramanlarına küfrederek kendilerini ispat etmeye çalışıyorlar! İşin ilginç yanı, siyaset çizgisinde tarih bilmeyen bir takım iktidarlar da bunları örnek alarak politika üretiyor! Bunun en güzel örneğini son 15 yıllık AKP devrinde yaşadık da, 15 Temmuz’dan sonra devlet adamlarımızın akılları başlarına gelmeye başladı! Büyük bir yanlıştan dönüldü mü; bunu anlamak pek mümkün değildir; gerçek tarihçiler ve karşıt politik görüşte olanlar duruma “takiyye” gözü bakmak eğilimindedirler; ama bu kadar da değildir!
XIX. ve XX. yüzyılda genel olarak tarih yazımında ve diğer ilimler veya şubeler ile ilgili yorumlarda fevkâlede değişiklikler oldu! Fakat hiçbir ülkede Türkiye kadar kendine tarihçi süsü vermiş şarlatan yoktur! Açık söyleyelim ki bu gibi adamlar ya birilerinin ajanı veya bir ideolojinin aracıdır! İkisi de yanı kapıya çıkar; İngilizler ilk savaş öncesinde bu metodu denediler ve çok iyi sonuçlar alarak devletimizi parçalara böldüler! Başta İngilizler olmak üzere Avrupalılar’la işbirliği yapan ve ihaneti aşan hareketleri ile “Anasır” önce Avrupa’daki topraklarımızı kaybettirdi! Arkasından “Arap Anasır” hakimiyetimiz altında bulunan İslâm ülkelerini “Batı Sömürgeciliği”ne peşkeş çekti! İşin daha önemli tarafı bir tepki olarak anasır düşmanlık da aynı emellere hizmet etti ve Türkiye kadim dünyasından tamamen koptu!
“Yalan söyleyen tarih utansın-Mustafa Kemal deccaldır-Lozan hezimettir- Enver Türkistan’da telef olmuştur vs.” görüşlerini yeni nesiller tarih sanmıştır! Halbuki tarih hiçbir zaman yalan söylemez! Buna karşılık batıda belli bir literatüre oturan tarihin diğer ilimlerle ilgisi (Annales Okulu), yerli marksistler tarfından eski tarihimizin bir göçebelik, kısmen yeni tarihimizin ise “feodalite”ye dayandığını ileri sürdüler! Cumhuriyet devri dil devrimi ise önemli çıkışlar yapan bir kısım ilim adamlarımızı anlaşılmaz hale getirdi. (Niyazi Berkez-Mustafa Akdağ-Kemal Tahir vs.) Marksistler M. Fuat Köprülü’nün “Annales Okulu”nu görmemezlikten geldikleri gibi Ömer Lütfi Barkan’ı hiç tanımadılar! Dolayısiyle bizler de şimdi Mehmet Genç’i hiç tanımıyor ve bilmiyoruz!
Türkiye’de Cumhuriyet dünyada gelişen yeni tarih anlayışlarına uyum sağlamak bir yana kötü kopyalar ortaya koydu! Meselâ tarihimizin bölümlenmesi veya devirlere ayrılması böyle iyi olmayan bir oryantalizm taklididir! Halbuki “Annalesçiler” ter toplumun tarih yorumunun değişik olacağını savunuyorlardı! Dolayısiyle karşımıza birbirini dahi anlamayan ”Yeni-Yakın-Ortaçağ-Genel-Eski-İnkılâb” gibi tarihçiler çıktı! “Sosyoloji” marksistlerin tekelinde, “Arkeoloji” Hitit uygarlığında, “Antropoloji- Etnoloji” ders kitaplarında, “Coğrafya” ise ilk mektep müfredatında kaldı! O sebeble ortaya çıkan boşlukları “Şarlatanlar” oldurdu! II. Abdülhamid çağdaş anlamda gerçekten büyük hükümdardı; lâkin onun devrinde “33 senede bir karış toprak kaybedilmedi” yalandır! O zaman Avrupa’dan Türkler’in tehcirini açıklamak, 93 Harbi’ni ve Balkanlar’da istiklâl ilân eden “Anasır”ın durumunu açıklamak gereklidir!
Belli bir zamandan sonra “Arap Anasır” (Aslında bu deyim doğru değildir, çünkü biz onları Kavm-i Necib olarak gördük) için çok ileri gidildiğini bilmek gerekiyor; kışkırtma devrini bir yana bırakırsak, İmparatorluk içinde her zaman Türkler’den fazla olan Araplar ne Selçuklu ne de Osmanlı’dan devlet talep etmemişlerdir. Buna karşılık küsuratın küsurunun 30 yıldan beri macera kabilinden akıttığı kanlara bakınız! Osmanlı da dahil Türkiye’de uygulanan rejimde ana unsur olarak sanki yerleri yok mudur? Ne yazık ki tarih ihaneti affetmiyor ve militarizmin yarattığı düşmanlık Arap ihanetinin boyutlarını aşmıştır! Ayrılıkçılık tarih şarlatanlığından nemalanıyor; birlikte yaşayan halklar arasında din bile uzlaşmayı sağlayamamaktadır! Doğru olan geçmişin sağlam analizlerini yapabilmek!
Bir F.Körülü ve Ö.Lütfi Barkan’ın modern tarih görüşü olarak Türkler ne göçebedir, ne de Osmanlı “Feodal” ve “Teokratik” bir devlettir! Köprülü Avrupa’nın göbeğinde bunu ispat etmiştir! Elbette tarih insanların sadece siyasi duruşları değil aynı zamanda iktisadi-kültür-sosyal alışverişlerinin bütünlüğü ve ilgili coğrafyaya uyarlanmasıdır! Coğrafyasız bir etnoloji de olmaz, çünkü son zamanlarda Rus âlimlerinin yöneldiği gibi coğrafya sadece tarih değil aynı zamanda bir etnoloji bilimidir. Tarihe iktisadi yaklaşımlar aydınlarımız tarafından çok ilgi görmektedir; lâkin belli bir çizgi üzerinde “Türk Tarih Literatürü” oluşmamıştır. Elbette “İktisadi Tarih” aynı zamanda “Sosyal Tarih”dir; “Tarihi Coğrafya”ise tarihin ayrılmaz parçasıdır. O sebeble sosyolog-iktisatçı ve coğrafyacıların tarih açıklamaları yeni ufuklar açmıştır! Bu ufku doğru görmeli ve tarihi şarlatanların elinden kurtarmalıyız! Şüphesiz bu da âlimlerimizin en önemli görevidir.
Muhabbetle.