Ali BADEMCİ
Başlangıçta ve başta Bitlisi olmak üzere Kürt asıllı Osmanlı düşünürleri yaşadıkları toplum içinde “Kürdoloji” olmadığını biliyorlardı! Bu hususta ilk Cumhuriyet de hatâ yapmadı; önümüzde Gökalp gerçeği var! Ne olduysa demokrasi devrinde oldu! Hiç de ilmî olmayan inkâr politikaları bizleri buralara kadar getirdi! Bizde istihbarat aklı yok; düne kadar komitecler emrindeydi; bir sağa bir sola vurmak! İşin içine yabancıların bu kadar girmesi elbette vehametin boyutlarını genişletiyor! Fakat işin içinden çıkılması gerekiyor! Otuz yıllık bir kara geçmiş var! Yerel üniversiteler ve ilim adamları “Kürdoloji” çalışarak ihaneti toparlayabilir! Halkı tamamen kaybetmeden hadi derin düşünmeye!
KÜRDOLOJİ
“Kürdoloji” elbette “Kürtlük Bilimi” demektir; ilmen böyle bir şey olup olmadığını iyice düşünmek ve araştırmak gerekiyor! Oryantalist düşünceleri siyasete tahvil olup da bir cihan savaşı hazırlanırken Fransa merkezli Avrupa’da kısık sesle bir “Kürdoloji” telâffuz edilmişse de barış konferanslarında “Kürt” mefhumunu milletleştirmeye yetmemiştir! Elbette böyle bir durum Osmanlı’nın ifade tarzı kadar, İran-Türkiye-Irak-Suriye dışında bu adla anılan ehemmiyetli toplulukların bulunmayışından ileri gelmektedir! Halbuki bilimler evrenseldir, dünyanın neresinde zikredilirse edilsin bir anlamı olmalıdır! Kürt adının anlamı en fazla Orta Doğu’da bilinmektedir; o sebeble evrensel olduğunu söylemek mümkün değildir!
Elbette Hindistan’dan Akdeniz’e kadar “Kürt” adı biliniyor, fakat bu coğrafyada bu adla bir devlet kurulmamıştır. Son yüzyılda batılıların teşviki ile hikmeti kendinden menkul Mezopotamya iddialarının da hiçbir değeri bulunmamaktadır. Tarih ilmi devletleşmemeye sebeb olarak demografiyi göstermektedir ki bu görüş doğrudur; bunun yanında bu adı taşıyan toplulukların böyle bir geleneğinin oluşmadığını da düşünmek ve irdelemek gerekiyor! İslâmi yıllarda Hindistan coğrafyasında isim daha çok geçmektedir, sosyalleşmenin bu yönüne bakarsanız bu insanların doğulu olduğuna hükmetmek görüşü öne çıkmaktadır. Bu hareketlenmenin tarihte kesinleşmemiş karşılıkları da bulunmaktadır.
İslâm’ın Asya’da yayılması ancak 10. asırda siyaset ifâde etmeye başlamış ve Araplar’la Farslar’ın dışında Müslüman devletler ortaya çıkmaya başlamıştır. Samanoğulları, Gazneliler, Karahanlılar, Selçukiler, Harezmşahlar bu siyasileşme ve devletleşmenin kuvvetli örnekleridir! Bu arada İslâmi mistizme dönüşen “Horasan” ideolojisini de gözden uzak tutmamak gerekiyor! Bütün bu organizeler içinde az veya çok “Kürt” adı vardır; ki henüz bu adı taşıyan topluluklar Ortadoğu veya İran ile tanışmamıştır. Tarih boyunca Asya’dan Avrupa istikametine kavim hareketlerinin ortaya çıkardığı sonuçlar açısından en önemlisi İslâmi yıllara denk gelenidir. Çünkü İslâm Asya kavimlerine yeni bir ufuk açmış ve yeni bir toplumsal dinamizm kazandırmıştır. Herhalde Emeviler’le başlayan Arap baskıları ve jenosidi de batıya hareketi bir intikam haline getirmiştir. Arabistan’da ortaya çıkan İslâmiyet’in ikinci vatanı elbette İran-Horasan çizgisidir, ki bu coğrafyada İslâmlaşma Araplar’dan ziyade Farslar’ın marifetidir.
Kuvvetli bir görüşe göre sebebleri çok iyi bilinmemekle birlikte Asyalılar’ı batıya çeken güç aynı zamanda Tacikler’den intikamdır; gerçekten İslâm’ın ilk unsuru Araplar Maveraünnehir’de gerekli dersi almışlardır. Türkler’in Müslüman olarak batı hareketlerini incelerken bizler sosyolojiye çok ehemmiyet veririz. Çünkü Türkler bütün Müslümanları kendilerinden daha kuvvetli “Müslim” olarak görmüşlerdir. At sırtında Türk hareketi tam olarak bir kavim ve kabile göçüdür! İran yaylalarına gelindiğinde artık İslâmi toplumsallaşma doruk seviyededir. Anadolu ve Suriye’ye yerleşimde çeşitlilik aramak yanlış değildir.
Akbudun-Karabudun halinde milli âile geleneğinden ayrılmayan Türkler İslâmlaşma ve siyasileşme safhasında aralarına birçok unsur katmışlardır. İran’dan Suriye’ye geçişlerde başta Kürt olmak üzere Gürcü ve Acem unsurlar bilhassa “Sufi” hareketlerde kendini göstermektedir. Kürt ve Tacik’i anladık da “Gürcü” dost edinilmesi cidden çok önemlidir! Bugüne kadar Doğu Anadolu ve bugünkü Tunceli yöresinde “Deylemli” veya “Deylemilik”in izahı yapılmamıştır; aslında bu Anadolu gerçeği için buna şiddetle ihtiyacımız vardır!
Bölgede Türkler’in devletleşmesi de çok ilginçtir; çünkü Türkistan’ın Gulamlığı bu yeni coğrafyada Arapça “Memluk” adını alsa da, âile Gulamlığına şahid oluyoruz! Bunlar Arap türü paralı askerlik değil başka ırklardan çocukların Türk âileler yanına alınarak onların aile gelenekleri ile yetişrtirilmesidir. Selçukiler’in aldığı Türk, Türk zedeganın aldığı “Kürt Gulamları”nın oluşumu böyledir. Bu bakımdan devlet kurucusu Selahaddin Eyyubi’yi mutlak olarak İbni Haldun gözü ile incelemeliyiz! Bir Zengi Gulamı olan Eyyubi ne yazık ki Haçlı mücadelesi ve devlet kurumunda kendi toplumundan insan kullanamamış ve Haldun’a göre tecrübesi de olumlu sonuç vermemiş ki “En iyi leşker leşker-i Türkman’dır” demiştir.
Yine de Eyyubiler’den sonra bugünkü coğrafyada Kürtler’in toparlandığını söylemek mümkündür. İlginçtir ki öyle devlet kurma gibi bir istek ve eğilimleri olmamıştır. Bir batı kışkırtması olan Türkler’in engeli ise tam olarak yanıltmadır. Bölgede Kürtler’in yaşamasını Türkler teşvik etmiştir; o sebeble Müslim unsur olarak bunları Araplar’dan daha fazla kendine yakın bulmuştur. Yavuz-Kanuni devri bölgede bir Kürt reorganizesi ortaya çıkarmıştır, ideolojinin ötelediği Şeyh İdris Bitlisi’nin de bilhassa bunlar tarafından yeniden değerlendirilmesi gerekiyor! Bu devirde Kürtler’den birçok insan paşalığa kadar yükseldiği gibi ilmiye sınıfında da birçok yetişkin şahsiyet görüyoruz! Bu devre bir Kürt rönesansı gözü ile bakmamak mümkün değildir!
1.Cihan Savaşı’nda Arap önderler tıpkı Ermeniler gibi ihanet etti; fakat Türk Kürt muhabbeti bozulamadı! Lâkin batılılar Milli Mücadele’de bunu gördüler ve onları tahrik ettiler! Halbuki bilhassa Güney ve Güneydoğu Anadolu’da sosyal-dini-siyasi hayatta Türk ile Kürd’ü ayırt etme imkânı yoktu! Güney’de Fransızlar, Güneydoğu ve Irak-ı Arap’da İngilizler kendilerine taraftar bulmuşlardı! Fakat bu gelişmelerde Lozan Kürtler’i Kürt olmaktan ziyade “Müslim” kimliği ile zikretti! Dolayısiyle “Kürt Teali” gibi cemiyetlere rağmen toplumsal delik büyütülemedi! Şeyh Sait olayı tıpkı Menemen, Saidi Kürdi ve Fethullah Gülen gibi bir “Nakşilik” oyunu idi! Bunu görmekte çok geç kaldık!
Büyük yanlışlık Cumhuriyet tarihi boyunca Kürtler’e yanlış gözle bakılmasıdır; devlet kontrolünde ideolojik ve mesnetsiz izahlar yapıldı; ilginçtir ki buna kimseyi inandıramadık! Bakınız Güney’de bir “Bilgili” âilesi vardır; bunlar yedi kardeştir ve Kürt’ür. Büyük Ağabey Ali Fransızlar’la iş tutan Ermenici Adana Ferda Gazetesi’nin sahibidir, ortanca kardeş Mesut sanırım Osmaniye mutasarrıfıdır ve Fransa’da “Kürdoloji” doktorası yapmıştır, Osmanlı hukuk adamıdır. Bir kardeş Çanakkale şehididir! Biri de Duhkuk’a hicret etmiş Kürtçe öğrenmiştir! Âilede şehid dışında birkaç kardeş Lozan’ın 150’liklerindendir! Âile kültür olarak Filozof Rıza hayranı kuvvetli edebiyatçılardır ve Kürtçe bilen de yoktur! Benzer çok ilginç olaylar var; Mesut Bey bu satırların yazarının hocası olmuştur! Öyle ki çocuklarına matematik dersi vermiş kendisi de edebiyat dersi almıştır! Mesut Bey’de hiç de aldığı eğitimin ve ilmin izleri yoktu! Cemil Meriç ve Filozof Rıza yazılarında bahsi vardır!
Başlangıçta ve başta Bitlisi olmak üzere Kürt asıllı Osmanlı düşünürleri yaşadıkları toplum içinde “Kürdoloji” olmadığını biliyorlardı! Bu hususta ilk Cumhuriyet de hatâ yapmadı; önümüzde Gökalp gerçeği var! Ne olduysa demokrasi devrinde oldu! Hiç de ilmî olmayan inkâr politikaları bizleri buralara kadar getirdi! Bizde istihbarat aklı yok; düne kadar komiteciler emrindeydi; bir sağa bir sola vurmak! İşin içine yabancıların bu kadar girmesi elbette vehametin boyutlarını genişletiyor! Fakat işin içinden çıkılması gerekiyor! Otuz yıllık bir kara geçmiş var! Yerel üniversiteler ve ilim adamları “Kürdoloji” çalışarak ihaneti toparlayabilir! Halkı tamamen kaybetmeden hadi derin düşünmeye!
Hoşçakalın.