Ali BADEMCİ
Önemli bir soru ile yazımızı tamamlayalım: Suriye’de tarihi Türk-Türkmen iskanı nerededir veya nerede kalmıştır? Bu sorunun cevabı basittir: Türkler Tolunoğulları ve İhşidler’le bölgeye halk olarak değil paralı askerler olarak gelmiş ve devlet kurmuşlardır. O şartlarda hâkim devlet geleneği ve kültüründen uzaklaşmak imkânı yoktur. Osmanlı’ya geçene kadar da “Gulam-Memlûk” dediğimiz kültür budur! O sebeble Batı İdlib’de, Haleb’in bazı mahallerinde, Hama-Hums-Şam’da Türkler (eski) Türkçe konuşmadığı için Türklüğü-Türkmenliği izah edemiyoruz! Fakat Türkmen asıllı Baasçı gazeteci Hüsnü Mahalli durumu çok iyi biliyor ve “Direnen Suriye” kitabında bunlara “Türk Araplar” diyor. (Destek Yayınları, İstanbul 2014,s.81). İşte mesele budur. En iyisi bizim sosyolojik Suriye Sendromu kitabımızı mutlaka edinin.
MENBİC
Sayın Cumhurbaşkanımız öteden beri Menbiç’in bir Arap kenti olduğunu söylemektedir, elbette bunun siyasi sebebleri vardır; yoksa makamın burayı bilmeyecek kadar bilgisiz olduğu söylenemez. İşin bu yönünü siyasete bırakarak “ Arap kentlerinde ne işimiz var” diyenlere bazı bilgiler sunmak istiyoruz! Mutlaka Türkiye’nin bugünkü gayretleri hudud güvenliği ve Irak’da olduğu gibi bölgemize olası taciz olaylarıdır. Suriye oyuncuları içerisinde Türkiye gibi böyle haklı sebebleri olan başka bir ülke düşünmek mümkün değildir. Ülkemizin ve devletimizin bir türlü oturmamış ve cetvelle çizilmiş hudutları koruması devletin korunması ile eş değerdedir. Yani bugün devletimizin aldığı tedbirler ve verdiği uğraş dünya harbinin Çanakkalesi olarak düşünülebilir. Veya 1916’dan sonra silâh patlamayan Irak Cephesi’inden bir adım geri çekilme olarak da değerlendirebilirsiniz!
Membic-Mehbic-Manbic-Münbic-Menbic adlarının hepsi doğru; hatta yerli ve Türkçe telâffuzlarda tarih sürecinde Mabbog-Mabug-Mempeze gibi adlandırmalarla da karşılaşıyoruz! DİA’ya göre Bambyke veya Sami kökenli Süryanice’de Mabbug-Mempez olarak adlandırıldığı da vakidir! Bu açıklamalardan şunu anlıyoruz ki Menbic Afrin gibi sonradan oluşmuş bir kent olmayıp tarihi bir yerleşim merkezidir. Arapça Afrin, Kürt telâffuzu ile Efrin aslında adını Kilis Dağları’ından çıkan ve Reyhanlı’da aksi istikamet, Golan Tepeleri’ndan gelen Asi Nehrine kavuşan Afrin Çayı’ndan almaktadır! Selçuklular devrinde böyle bir yerleşim yoktur; hatta bugün Hatay-Halep hududunu oluşturan güya Kürt Dağları’nın adı da Qurt Dağları’dır! Anadolu hayatımız hep bu adamlara yaranmakla geçtiği için Osmanlı devrinde bu dağ adı birden bire “Cebel-i Ekrad” oluvermiştir ki, bu ad bile etnitizimden ziyade bölgede yoğun Türkmen eşkıyalıklarla ilgilidir. Zamanın Valisi Cevdet Paşa’nın Tezakiri’nde bu hususu açıkça görürüz!
Her ne ise Cumhurbaşkanımız “Burası bir Arap kentidir” derken bölgede Kürt bulunmadığını ifâde etmek istemektedir! Türkiye’nin niyeti de yayılma veya etnitizm olmayınca bu ifâdeyi tarih olarak yanlış da olsa siyaseten doğru kabul etmek durumundayız! Adından da anlaşıldığı kadarı ile Araplar’a Süryaniler’den geçmiş, fakat 1400 yıldan beri İslâm, 1000 yıldan beri de Türk ve Türkiye toprağı olmuştur. Bu tarihi gerçeği geriye götürüp de değiştirmemiz mümkün değildir. Öyle tasavvur edildiği gibi burası ne Kobani örneğinde olduğu gibi bir Alman şantiyesi ne de son yıllarda oluşan Kuzey Irak’da Duhkuk ABD umumhanesidir! Cihangir Celâleddin Harzemşah ile bir Emir Timur şahzadesine mezar olan Duhkuk’la ilgili hâtıralarımız ve ırkımızın intikamı elbette saklı tutulmaktadır. İnşaallah o günler de gelecek ve herkes kendi çöplüğüne gidecektir! Elbette Osmanlı’nın asıl vatandaşlığını ABD pezevenkliğine tercih eden Barzani âilesi de tarihe hesap verecektir. Mezarından çıkarıp Bitlisi’ye veya Şerefhan’ın babası Şemseddin’e durumu sorabilirsiniz! (Bkz.Şerefnâme, namı diğer Kürt tarihi)
Menbic Ortadoğu ve Anadolu coğrafyasında Oğuzlar’ın ilk kalıcı yerleşim bölgesi olan Haleb’in 91 km. kadar kuzeydoğusunda ve mücavir alanı düşünülmezse büyük ölçüde Fırat’ın batı kıyısında bulunmaktadır. Aynı şekilde Kilis’in 117 km. güneydoğusu, Urfa’nın 172 km. güneybatısı bugünkü Türkiye sınırına uzaklığı da 40km. uzaklıkta bir coğrafi konumdadır. Selçuklu ve Osmanlı devirlerinde sürekli olarak Haleb’in ilçesi olan Menbic’in 19. yy. gelinceye kadar hiçbir surette nüfusu artmamıştır. İlginçtir ki 1536’da 7693 olan ilçe Nüfusu 1896’da 6425’e düşmüştür. Daha evvel de bu sütünlarda ve kitaplarımızda konu ettiğimiz Osmanlı Salnameleri’ne göre Menbic’de çoğunluk sırası ile Türkmenler-Araplar-Kürtler yaşamaktadır. En oynak nüfus reçberlikle geçinen Kürtler’dir ki bunlar sürekli olarak Haleb’in altın ovalarına koşmuşlardır. Türkmen etnisitesi ile uğraşanlar ilk Menbic Türkmenleri’nin Halep veya Şamlular’dan farklı olarak Menbic-Azez-Lazkiye hattı Türkmenleri olduğunu tesbit etmişlerdir.
Bugünkü Menbic’i anlayabilmek için 93 Harbi Kafkas göçlerini iyi bilmemiz gerekiyor. Savaş sonunda teşkil edilen “Muhacir Komisyonu” marifetiyle sadece Menbiç’e Tatar-Çerkez-Nogay-Kıpçak adlarını taşıyan 80.000 Türk iskan edilmiştir. ”Suriye Sendromu” adlı kitabımızda biz bu konuyu etraflıca ele aldık. (Yeditepe Yayınları, İstanbul, Eylül 2017 s.326-330). 1900’lerin başında Menbiç artık Türk nüfusu taşıyamaz hale gelmiş, bugün bile nüfusu 20 binden aşağı olmayan Musalar Türkmen mahallesi güneyinde Haleb’e daha yakın Türkmenhalebi adlı büyük bir şehir ortaya çıkmış, fakat Baas devrinde bu şehir Şam diyarına taşınmıştır. Çevrilmiş durumda tetkik edilmesi ve çalışma yapılmayı bekleyen “Kafkas Göçleri Muhacirin Raporları” mutlaka görülmelidir. Ayrıca arşiv mütehassısı Enes Demir’in Misak-ı Milli serisi belgeleri görülmelidir. Prof. Mustafa Kafalı ve Cengiz Orhonlu’ya göre Cumhuriyetin ilk yıllarında Menbiç’in yüzde yüz Türkmen 100’ün üzerinde köyü vardır.(S.Sendromu,s.329) İlginçtir ki Menbiç Türkmen yoğunluğu sadece batı istikametinde değil Fırat’n doğusunda da Musul’a kadar devam etmektedir.
Önemli bir soru ile yazımızı tamamlayalım: Suriye’de tarihi Türk-Türkmen iskanı nerededir veya nerede kalmıştır? Bu sorunun cevabı basittir: Türkler Tolunoğulları ve İhşidler’le bölgeye halk olarak değil paralı askerler olarak gelmiş ve devlet kurmuşlardır. O şartlarda hakim devlet geleneği ve kültüründen uzaklaşmak imkânı yoktur. Osmanlı’ya geçene kadar da “Gulam-Memlûk” dediğimiz kültür budur! O sebeble Batı İdlib’de, Haleb’in bazı mahallerinde, Hama-Hums-Şam’da Türkler (eski) Türkçe konuşmadığı için Türklüğü-Türkmenliği izah edemiyoruz! Fakat Türkmen asıllı Baasçı gazeteci Hüsnü Mahalli durumu çok iyi biliyor ve “Direnen Suriye” kitabında bunlara “Türk Araplar” diyor. (Destek Yayınları, İstanbul 2014,s.81). İşte mesele budur. En iyisi bizim sosyolojik Suriye Sendromu kitabımızı mutlaka edinin.
Hoşçakalın.