Dr. Öğr. Üyesi Fahri Maden/Kastamonu Üniversitesi
Modernleşme tarihimizin ortaya çıkışından bu yana tarikatların durumu bazı aydınlar tarafından tartışılmıştır. Osmanlı’nın son dönemlerinde ivme kazanan bu tartışmalar 1925 yılında cumhuriyet devrimleriyle birlikte tarikatların yasaklanmasına, tekke, zaviye ve türbelerin kapatılmasına doğru evrilmiştir. Modern bir devlet ve toplum meydana getirmek, çağdaş dünyaya entegre olmak, hâsılı Batılılaşmak gibi temel bir hedefle Osmanlı’dan kalan eski kurumlar bir bir ortadan kaldırılmış, bazılarının yerine yenileri ikame edilirken bazılarının bıraktığı boşluğu doldurmak mümkün olmamıştır. Toplumun önemli bir kesiminin nazarında itibar gören tekke, zaviye ve türbeler gibi kurumlar ise yasaklı olarak yaşamaya devam etmiştir. Bu itibarla yine zaman zaman bu kurumları, hatta bu kurumların yanında ortaya çıkan cemaat, dernek ve vakıflar üzerine yapılan tartışmalar, spekülasyonlar gündemden düşmemiştir. Yakın zamanda cemaatler ve tarikatlar üzerine en yoğun tartışmaların yaşandığı dönem 28 Şubat süreci olmuştur. Bugün ise yeni bir zihin karışıklığı ile karşı karşıya bulunuyoruz.
20. yüzyılın onca yasakçı politikalarına rağmen cemaat ve tarikatların toplumdan kazınması, tabiri caiz ise kökünün kurutulması bir yana bunca olumsuz propagandalara ve itibarsızlaştırma çalışmalarına rağmen toplum nezdinde bu kurumlar yaşamını sürdürmüştür. Bugün ortadaki yeni durum FETÖ meselesinden kaynaklanmaktadır. Sıradan bir Müslüman cemaati olarak ortaya çıktıktan sonra; eğitim, kültür, basın vesair faaliyetlerin devamında siyaset, ticaret, kadrolaşma, devleti ele geçirme, dış mihraklarla iş birliği yapma, askeri darbeyle hükümeti ele geçirme, hâsılı kelam işin ihanet noktasına varması bazı mahfillerde cemaat ve tarikatlar üzerinde tartışmaların alevlenmesine ortam hazırlamıştır.
Öncelikle şunu belirtmek gerekir ki cemaat ve tarikatlar insanımız tarafından ihtiyaç görüldükçe varlıklarını sürdüreceklerdir. FETÖ bahanesiyle tümünü toptan yasaklamayı ve ortadan kaldırmayı düşünmek realiteye ve insan aklına terstir. FETÖ’nün dini istismar ederek bireyleri örgütüne toplaması ve bu örgütün güçlenmesi daha çok siyaset kurumunun oy toplama, menfaate dayalı ilişkiler ağı gibi sebeplerle destek ve teşvikleriyle gerçekleşmiştir. Suçu ve kabahati diğer cemaat ve tarikatlara yüklemek kolaycılık ve sorumluluktan kaçmak olur. Hele hele diğerlerine “sizde aynısı olursunuz” gibi yaklaşımda bulunmak meseleyi tamamen indirgemeci bir yaklaşımla ele almaktır. Bu noktada cemaat ve tarikatlara getirilen en dikkate değer eleştiri bireylerin kendi iradelerini teslim etmeleri ve cemaat lideri ne derse onu sorgulamadan mutlak doğruymuş gibi algılamaları meselesidir. Bu konu aslında sadece bu kurumların yozlaşmış olanlarında göze çarpan bir husus değildir. Maalesef ülkemizde her türlü dernek, teşkilat, siyasi parti anti demokratik yöntemler içerisindedir. Her biri kendi adamını, üyesini kayırmanın, kadrolaşmanın derdindedir. Bu sadece cemaatler ve tarikatlar bazında ele alınmamalıdır. Zaman zaman bunun tezahürlerini siyasi arenada müşahede ediyoruz. Elbette bir kuruma bir makama bir kişi görevlendirileceği zaman hangi cemaatten veya tarikattan olduğuna bakılmamalıdır. Ama bizim dernekten mi, bizim partiden mi diye de bakılmamalıdır.
Bir çözüm geliştirmek istenilirse insan aklı doğruyu eğriyi birbirinden ayırabilir. Bu hukuk devletinin ve adaletin de gereğidir. Diyanet İşleri eski başkanımızın “Tarikatlar kendilerine değil, topluma adam yetiştirmelidir” sözü doğrudur. Fakat yıllarca ülkemiz hep sağcı-solcu, ileri-gerici, laik-anti laik, Alevi-Sünni, Kürt-Türk gibi kamplara ayrılarak çatıştırıldı. Herkes farklı fikirleri yok etmeye teşvik edildi. Bazı hükümetlerin büyük, fahiş hataları oldu. Suç ve ceza şahsi olarak ele alınmalıdır. Modern hukuk bunu gerektirir. Her kurumda, toplumsal kesimde sıkıntılar olabilir. Devlet orada varlığını gösterip suçlu ile masumu birbirinden ayırıp farklı unsurları, inanç ve kültürleri bir arada tutmalıdır. Toplum mühendisliği yaparak tek tip insan olsun psikolojisinden uzak durmak gerekir. Din ve vicdan özgürlüğü eğer anayasamızda, sadece kağıt üzerinde kalmayacak ise yasakçı değil özgürlükçü politikalar iş görür. Bu itibarla eğer devlet içerisinde, kurumlarda haksız bir şekilde kadrolaşan, kendi adamını kayıran kişiler varsa tespit edilip rehabilite edilmelidir. İslam tarihi boyunca din alanında faaliyet gösteren, medeniyetimizin dinamikleri cami, medrese ve tekkeler olmuştur. Bunları günümüz şartlarına uygun bir biçimde ıslah etmek gerekir. Yok ettiğinizde yerine neyi koyacaksınız? Bugün tarikatlar yok edilsin demek yerine tarihte bu kurumlardan bunca musikişinas, bunca sanat ve ilim adamı yetişirken bugün niçin yetişmemektedir, sorusunu sormalıdır. Bunalımın pençesine düşen insanımız ruhunu nerede dinlendirecektir. Bugün stadyumlar, kahvehaneler insanla doludur. Toplumu, gençliği kemiren uyuşturucu batağı vardır. Ama bunlar yeterince dikkatimizi çekmiyor.
Bu arada cemaat ve tarikatlar da kendilerini öz eleştiriden ve iç denetimden geçirmelidir. Olan hadiselerden ders çıkarmalılardır. İyi niyet gereklidir, ancak tedbirli de olmak lazımdır. Cemaat olmak, ehl-i tarik olmak başka, cemaatçilik ve tarikatçılık yapmak başkadır. Kalabalık toplulukların bir araya geldiği oluşumlar her zaman suiistimale açıktır. Dini istismar eden, halkın dini duygularını sömüren kişiler her devirde var olmuştur. Hz. Peygamberimizin vefatından hemen sonra yalancı peygamberler çıkmıştır. Tarih boyunca da sahte din adamları görülmüştür. İslam dünyasını parçalamak, İslamı tahrif etmek için casuslar kullanılmış, bunlara din adamı süsü verilmiştir. Bunlar bazen dışarıdan olurken, FETÖ hadisesinde olduğu üzere içerden de çıkmıştır. Bu durum Anadolu Müslümanlığını meydana getiren Yesevilik, Bektaşilik, Mevlevilik, Kadirilik gibi tarikatlara düşman olmamızı gerektirmez. Zaten hedeflenen ve istenen de kaleyi içeriden fethetmektir. O halde tüm cemaat ve tarikatlar yasaklanmalıdır toptancılığı yerine arızaların üzerine gidilmeli, çocuklarımıza maddi ve manevi olarak iyi eğitim vermeli, bu kurumları kişisel menfaatlerimiz ve çıkarlarımız için kullanmamalıyız. Yasakçı yaklaşımlardan ziyade okuyan, sorgulayan, hür düşünceli nesiller yetiştirmeliyiz. Yaşayan mutasavvıf, üstadımız Ahmet Ulukaya’nın da vurguladığı gibi “Ne adına olursa olsun, hür düşüncenin önünü açmıyor, açamıyorsak; büyük adam yetiştirme şansını kaybeder, taklitçilikten kurtulamayız.”
İnsanca Dergisi, Sayı 101, Eylül-Ekim 2017, s.8-9.