Ali BADEMCİ
“Fethullah Gülen Olayı”nı sığ siyasi değerlendirme ve tartışmalardan kurtarıp, Türk Din Sosyolojisi rehberliğinde İslamı her yönü ile incelememiz gerekiyor. Bu hususta Hudgson’ı aşamazsak siyasi polemiklerden kurtulamayız. Bugünkü Türk toplumu, hatta Türk dünyasının incelenmesi, İslami hareketlerin bir kronolojisinin çıkarılması ve meydana geldiği çağın dünyasının incelenmesi şarttır. Burada başta akademilere büyük görev düşüyor; çünkü şahsi imkânlarla böyle kapsamlı ve can alıcı çalışmalar yapmak mümkün değildir.
İSLÂM-SİYÂSET-TÜRKLER
1000 yıldan beri Sünnî olsun, Şiî olsun Türk ırkının kahir ekseriyetinin Müslüman olduğu tahrifi mümkün olmayan bir gerçek olarak karşımızda durmaktadır. Böyle bir gerçek veya kümelenmeye mutlaka bir kılıf uydurmamız gerekmiyor; o sebeble İslâm’ın Türk bünyesi ve Türk sosyolojisine uygunluğu tamamen bir hikâyeden ibarettir. Ne yazık ki yakıştırmaların dışında bu alışılmış iddiaları destekleyen ilmi sayılabilecek materyallerden yoksunuz. Bir kere öyle olsaydı toplumun kendi içinde hiçbir tartışma olmayacak, tartışmalardan etkilenilmeyecek ve Türkler’in tamamı Sünnî veya Şiî olacaktı. Fakat yaşadığımız tarihi süreç bunu doğrulamıyor; Sünnî mezheplerde bir yeknesaklık var; elbette Medine veya Mısır, yani Ortadoğu ekolü Şafiîlik yerine, Bağdat ekolünde Hanefilik bir şark ideolojisi olarak baskın çıkacaktı. O sebeble Hanefilik Türk Ortadoksî inancında tek parça bir ağırlık teşkil ederken, aynı bütünlüğü heteredoksi ağırlıklı Şiî Türk dünyasında göremiyoruz. Bütün bunlara karşılık tasavvufla başlayan tarikat ve cemaat şuuru Türkler’in siyaset misyonu ve tarihî hakimiyet ideolojisini de fevkâlede etkilemiş, kurumları misyon kaybına uğratmıştır; işte asıl farkında olmadığımız gerçek budur.
Şurası katiyen doğru değildir: İslâmiyet katiyen bir göçebe dini değildir; aksine şehirli inancıdır ve Orta Doğu menşeyli olan bütün semavî dinler aynı karakterdedir. Bu sebeble Türk kültürü ve sosyolojisi ile örtüştüğünü söylemek mümkün olabilir mi? Türkler boşluğu olmayan bir tarihi süreçte göçebe bir milletdir ve şehirleşme ancak onların Müslüman olmasıyle başlamıştır; iyi mi kötü mü olduğu çok ayrı bir meseledir. O sebeble temelden itibaren Türk şehri olmuş hiçbir büyükşehir gösteremezsiniz ki kurucusu sadece Türkler olsun. En azından Hodgson’un Nil’den Mavaünnehir’e kadar İslâmın ve medeniyetin mihver bölgesinde böyle bir örnek göstermekte pek zorlanırız; Buhara – Semerkand – Herat – Horasan – Hindistan – İran şehirleri gözlerimiz önündedir.
İslam daha ortaya çıkışından itibaren siyasidir; o sebeble bunu bilerek çare üretmek yerine siyasi islamdan müşteki oluyoruz. Ne ihtilaller ne halife katlleri İslamın bu özelliğini frenleyememiştir. Hz Peygamber zamanında dış fütühat olmaması Arap toplumunda depreşen iç siyasi dalgalanmaların sonucu değil midir? Benzer durumu Fars tarih ve kültüründe bulabilirsiniz, lakin Türk kültür inanç dünyasında İslamiyet’ten evvel fundamentalist eğilimler göstermek mümkün değildir. İster Şaman, Buda veya Mani olsun, isterse Hristiyanlık ve Musevilik denemelerinde devlet hayatında inanç tezahürleri hemen hemen gösterilemez; bir din adamının komutan veya devlet başkanı örneğini göremiyoruz. İslami Türk tarihi inançların da ötesinde cemaat, tarikat gibi eğilimlerle katı bir “Sufizm” ortaya çıkarmıştır. Bu gelişmelerin fayda ve zararları da çok aynı bir konudur. Bir tarikat veya cemaatleşmenin yüzlerce türevi vardır; dünyanın en sağlam sosyal ve iktisadi bünyesi böyle bir ağırlığı kaldıramaz.
İslâm tarihinde tamamen siyaset kaynaklı hiçbir kalkışma, kargaşalık, devlet veya devlet otoritesi ile hesaplaşmanın bir müslüman tarafından adamakıllı tahlili yapılmış değildir. Elbette elimizde bulunan yabancı mahreçli çalışmalarda da bilgisizlikten kaynaklanan birçok yanlışlıklar vardır. O sebeble son yıllarda İslam çalışmalarına artan dünya ilgisinin müslüman toplumlara faydası olduğunu söylemek değildir. Bunları çok taraflı olduğuna şahsen inanmıyoruz; hatta alimin etnik kimliği ile ilminin izahı hiç de doğru değildir. En güzel İslam çalışmalarının Musevi alimlere ait olması çok abartılacak bir olay değildir; netice itibariyle ilim ilimdir ve bilimsel çalışmaları değerlendirmek çok zor değildir.
Çok uzaklara gitmeyelim; iki yıl önce yaşadığımız 15 Temmuz nedir? Kimine göre terör, kimine göre elli yıllık illegaliteden sonra ülkede müesseseleşen İslamın kabına sığmayışı, kimilerine göre de ABD yönlendirmesidir. Acaba bunların hangisi doğrudur? Selçuklu’nun “Babailiği”, Osmanlı’nın Alevi kalkışmalarını henüz anlayabilmiş değiliz ki, Şeyh Bedrettin, Anadolu seyyahı dede Şeyh Cüneyd’i izah edelim. Şimdi bunlara raflara bırakıp şu 15 Temmuz’ı mercek altına almak zamanı geçmiyor mu?
“Fethullah Gülen Olayı”nı sığ siyasi değerlendirme ve tartışmalardan kurtarıp, Türk Din Sosyolojisi rehberliğinde İslamı her yönü ile incelememiz gerekiyor. Bu hususta Hudgson’ı aşamazsak siyasi polemiklerden kurtulamayız. Bugünkü Türk toplumu, hatta Türk dünyasının incelenmesi, İslami hareketlerin bir kronolojisinin çıkarılması ve meydana geldiği çağın dünyasının incelenmesi şarttır. Burada başta akademilere büyük görev düşüyor; çünkü şahsi imkânlarla böyle kapsamlı ve can alıcı çalışmalar yapmak mümkün değildir.
Hoşçakalın.