ÜÇ YAZI ÜZERİNE
Ahmet B. KARABACAK
Şunu iyi biliyoruz ki, milliyetçilik fedakârlık, kendini idealleri uğruna vakfetmek demektir. Milliyetçi için kendi menfaatleri en son düşüneceği husustur. Milliyetçiler her ülkenin omurgası, belkemiğidirler. Muarızların her zaman hedefi bu belkemiğini kırmak istemeleridir…
Milliyetçi düşünce, milletlerin zor zamanlarında en üstün noktaya gelir, bazen savunma, bazen aksiyon şeklinde kendini gösterir. Yakın tarihimizde, birinci dünya savaşından sonra, Sovyetler bütün dünya milletlerini komünistleştirmek için büyük bir çalışmaya girişmişlerdi. Savaşın galibi olan Amerika’da bile öyle bir duruma geldiler ki, rejimi tehdit etmeğe başladılar. Orada büyük bir mücadele verildi, komünistlerin ve sempatizanlarının cadı avı dedikleri bu mücadelede devletin içine sızmış komünistler temizlenmeğe çalışıldı. Bir Rus hegemonyası olan Sovyetler birliğinin tesiri altına girmek istemeyen ülkelerden bazıları iç savaşlarla, pek çok bedel ödeyerek kendilerini kurtardılar. Kurtaramayanlar ise yakın tarihimize, Sovyetler yıkılana kadar, pek çok da mücadele etmelerine rağmen işgal altında kaldılar. Mücadele edenlerin öncüleri ise o milletlerin milliyetçileri idi.
Bizim tarihimizde ise milliyetçi düşüncenin doruğa çıktığı zamanlar, İmparatorluğumuzun dağılmağa başlaması ile kendini gösterdi. Türklüğün yok olma tehlikesini gören Milliyetçi aydınlar, milletimizi çeşitli şekillerde uyandırmaya çalıştılar, sonra iş başa düşünce öncü olarak bir Milli Mücadele verdiler ve yeni bir devlet kurdular. Türkiye cumhuriyetini kuranlar ilhamlarını Türk milliyetçiliğinden, Türklük aşkından almışlardı. Bir süre devlet bu çizgide idare edildi. Fakat fesatçılar, menfaatçiler, her zaman olduğu gibi, aralarına nifak sokarak bu kadroları parçaladılar. Peki milliyetçilerin bunda kabahatleri yok mu idi? Onlar nifakçıları aralarına sokmama, bölünmeme mücadelesi vereceklerine, milli mücadeleden sonra “biz görevimizi yaptık” diye geriye çekildiler. Bıraktıkları boş alanı, milli mücadelenin asker kaçakları, onların çocukları doldurdu. (Milli Mücadele başladığı zaman askerlik çağında olan insan sayısı 600 bin civarında idi. Fakat ancak, en fazla 300 bin kadar kişi askere alınabildi. Diğerleri ya eşkıya olarak dağlara çıktı, ya da bir deliğe saklanarak neticeyi bekledi, bazı bölgelerden ise bu milli harekete katılan olmadı. Zaten bir kısmı da düşmanla işbirliği yaptı) Milliyetçiler, bu menfaat gurupları tarafından yıllarca devlet hizmetinden uzakta tutuldu. Bazen hapislere, tabutluklara kondu, bazen dernekleri kapatıldı; yani itilip kakıldılar…
1960 sonrası ise bizim gözümüzün önünde cereyan etti. Sovyetler, ortamı boş bularak, Türkiye’yi komünistleştirmek için saldırıya geçti. Bunu hepimiz biliyoruz. O sırada gene milliyetçilere iş düştüğünü gördük. Türkeş, herkesin ümidini kestiği zamanda ortaya çıktı ve dağınık bir şekilde vatanın muhtelif yerlerinde birbirleriyle dertleşen milliyetçileri bir araya toplayarak bir partinin başına geçti. Bu parti sadece, bir iktidarı ele alma partisi değildi. Milli düşünceyi hamasetten kurtarmak, bir sisteme, bir ideolojiye oturtmak mücadelesi verildi ve bu başarıldı.
ÜLKÜCÜ KADRO sitesinde Türkeş’in üç yazısı yayınlandı: “Türkçülük ve Türk Birliği” , “Üçüncü Yol” , “M.H.P.’nin Maddî ve Manevî Temelleri”. Bu yayının bir maksadı vardı elbette: Türk Milliyetçileri elli yıldır genç nesli bu fikirler etrafında toplama mücadelesi vermek istemektedirler. Bunda, tam başarı kazanıldığı, bu günkü M.H.P.’nin ideal şekilde idare edildiği kabul görmese de, gene bir araya gelindiğinde bu fikirler konuşulmakta ve tartışılmaktadır. Bugün, çok zor kurulan Ülkü Ocakları’nda yetişen gençler Türk dünyasının organize olmuş, gerçekten ateş çemberinden geçerek, Türkiye’yi komünizm belasına karşı mücadele edip, onları alt edip bu günlere gelmiş, Türkiye ve Türk dünyasının en kuvvetli, eğitimli ve organize tek gençlik teşkilâtıdır. Bunu dağıtmak, parçalamak isteyen şer güçler elbette boş durmamaktadırlar…
* * *
LİDER BEĞENMEME HASTALIĞI
Millî Mücadele bitmiş, Atatürk cumhurbaşkanı olmuştur. Ona ilk karşı çıkanlar eski silâh arkadaşlarıdır. İsmet İnönü, Atatürk’ten sonra onun yerine geçince ilk yaptığı iş, paraların, posta pullarının üzerine Atatürk’ün yerine fotoğraflarını koyarak, kendinin daha büyük heykellerini diktirerek, beraber kurdukları devletin liderini unutturmak istemiştir. Ama yapamadı.
1950 seçimlerinde büyük bir başarı kazanarak iktidara geçen Demokrat Partinin lideri Menderes’e, önce en yakınları muhalefet etti. Yaylacılar diye bir gurup kurarak onu başbakanlıktan düşürmek istediler. Ama yapamadılar.
Türkiye’nin kuruluşunda imzası olan İsmet İnönü’ye kendi partisinin bir bakanı olan Bülent Ecevit karşı çıktı, parti kurdu. İktidar da oldu. Ama sonunda kurduğu parti ile kaybolup gitti.
Yıllarca başbakanlık, sonra da cumhurbaşkanlığı yapan Süleyman Demirel’e partisinin en güçlü olduğu sırada, partisinde meclis başkanlığı da yapmış olan Ferruh Bozbeyli, o da başkanını beğenmeyerek arkasından gelen bazı partililerle, ayrı bir parti kurdu. İlk seçimde siyasiler mezarlığına gömüldü.
Partisini iktidara taşıyan Turgut Özal’a, Necmettin Erbakan’a, daha önceleri Osman Bölükbaşı’na beğenmeyenler tarafından hep karşı çıkıldı, hareketlerine zarar verildi.
Peki, son dönemin en önemli milliyetçi lideri Alparslan Türkeş beğenildi mi? Daha ikinci kongrede onu genel başkanlıktan düşürmek için, ihtilâlin teğmenleri, komite üyesi olarak generallere emir verirken ayıp olmasın diye yüzbaşı yapılanlar ve partide görevlendirilenler komplo kurmağa başladılar.1969 Adana kongresinde partiyi bölmeye, olmazsa yıkmağa çalıştılar. Ama yapamadılar.
Daha sonraki yıllarda, Türkeş’in elinden tutup milletvekili yaptığı Muhsin Yazıcıoğlu gene Türkeş’i beğenmeyenler kervanına katılarak beş arkadaşı ile ayrıldı ve ayrı parti kurdu. Ne oldu sonunda? Kurduğu parti Milliyetçilere karşı olan partilerin uydusu oldu, onlar tarafından kullanıldı. Halen kullanılıyorlar.
1980 yılı sonrası Türkeş, beş yıl cezaevinde yattıktan sonra, vefakâr arkadaşları tarafından kurulan partinin başına geçti. Yasak edilen eski partinin yasağı kalkınca, Türkeş’i siyasetten silmek isteyen birileri, mirasa konma ümidiyle M.H.P. ismini ele geçirmek istediler.İsim vermek istemiyorum. Onları herkes biliyor. Onlar da beceremediler.
Son dönemde gene ibretle seyrettik: Devlet Bahçeli’nin, daha önce karşısına çıkanları affederek, hatta milletvekili, bakan yaparak yeniden siyasete kazandırmak istediği kişiler, ülkücü hareketin hiçbir döneminde, ülkücülerle en ufak teması olmayan, o günün lider ülkücülerinden kimsenin tanımadığı, hep liberal partilerde siyaset yapan, konuşma ve hareketleriyle liberal düşünceleri savunan ve bence Devlet Bahçeli’nin yanlışıyla partiye alınıp iki dönem milletvekili seçtirdiği, oportünist (faydacı) bir bayanın peşine takılıp, önce partiyi ele geçirme, beceremeyince hangi fikri savunduğu meçhul başka bir parti kurup milliyetçilerin evi olan M.H.P.’yi yıkmağa çalıştılar…
ÇATIŞMAYIN, YARIŞIN
Peki, bir hevesle, hayalle parti kurdunuz. O zaman sormak lâzım: İçinizde bazı milliyetçi olduklarını söyleyenler var. Bu elbette doğrudur. O zaman milliyetçilikte yarışın, neden Türkiye’de ve dünyada bu kadar muarız varken birbirinize saldırıyorsunuz? (Bu sözüm her iki partiyedir.) Ayrılanların en yakın oldukları, yılana sarılır gibi işbirliği yaptıkları parti de, 1944’den beri, yetmiş küsur yıldır milliyetçilerin karşısında olan, fırsat buldukça zulmeden C.H.P.
Evet, şer kuvvetlerin yıllardan beri dertleri M.H.P. ‘yi yıkmak, onun potansiyelini ele geçirmektir. Hatırlatmak istiyorum: ALPARSLAN TÜRKEŞ’in ruhaniyeti ve onun DOKUZ IŞIK doktrini, partinin MİLLİYETÇİ ismi, göz kamaştıran ve ruhumuza huzur veren, şanlı tarihimizden miras ÜÇ HİLÂL amblemi, heyecanla havaya kaldırılan BOZKURT işareti ve bunların bekçisi ÜLKÜCÜ GENÇLİK oldukça hevesler kursaklarda kalacak ve bölmek isteyenler bir seçim sonra siyaset mezarlığında kaybolup gideceklerdir. Kazançları, milliyetçilerin arasına soktukları nifak ve soğukluk onlara ebediyen miras olarak kalacaktır.