Ali BADEMCİ
Dil zevki insanın kişiliği gibidir; gerçekten insanların kişiliğinde ilk tesbitler konuştukları dille ortaya çıkar! Dilde özenti olmaz, bir bilim adamı Türkçe’ye ne kadar uyarsa o derece bilim adamlığını sağlamlaştırır. Türkçe’de önemli bir kural da ağır ağır konuşmak,kelimeleri seçerek yerine koymak ve karşınızdakinin de anlamasına zaman tanımaktır. Eskiden sırf bu sebeble ağdalı değil, güzel konuşanlara “hatip” denmiştir.
DİL ZEVKİ
Son zamanlarda siyasetçilerden başlamak üzere “yâr” ve “ yardımcı” deyimlerini birlikte kullananların sayısı bir hayli arttı. Halbûki Türkçe’de bu sözcüklerden müteşekkil bir temenni yok! Kulağa da hoş gelmiyor, fonetiğe de uygun değil, lisan zevkini de karşılamıyor! Şahsen Devlet Başkanı’nın Türkçesini beğenirim, özellikle eski deyim ve istilâhları hakkını vererek kullanıyor! Yeni veya yabancı dillerden alınan sözcükleri kullanımda da bir hâtâ görmedim! Halbûki bizim siyasiler düzgün Türkçe konuşmaz, hattâ konuşamaz, neden derseniz eğitimde hendek atlar gibi Türkçeyi atlamışlardır! Şiir derseniz yine Sayın Erdoğan’ın hakkını yiyemezsiniz, çok düzgün okuyor ve zamanın devrik mısralardan ibaret şiir zevkine hiç özenmiyor!
“Yâr” da “Yardımcı” ayrı ayrı kullanılırsa hiç de kulağı rahatsız etmiyorlar! Tanrı’ya elbette “yâr” diyebiliriz, ne de olsa”tasavvuf”la iç içe bir milletiz! Bu özelliğin dilimizde ifâde bulmaması mümkün mü? Tanrı’ya karşı “yardımcı” sözcüğü hiç de doğru değildir! Yapılacak zor bir işin kolaylaşmasını en büyükten niyaz etmek ne kadar ayrı ve doğru ise, Allah’ı sanki ikinci güç durumuna düşürüp, “yardımcı” pozisyonuna düşürmek o kadar ayrı ve yanlıştır! Canım”O şekilde anlamayın” diyebilirsiniz, o zaman birileri çıkar da “doğru ifâde edin” derse ne yapacaksınız? “Kolaylaştırmak” anlamında zor işi Allah’ın vereceği güçle biz fânilere itici güç anlamında ”yardımcı” olması niyazında bir hatâ yok! “Allah yardımcımız olsun, işimizi rast getirsin” diyoruz!
İki sözcük bir arada ve bugünkü şekilde kullanılınca dil zevki zedeleniyor! Yoksa ve elbette “Allah yârimiz olsun, işimizi rast getirsin” dersek daha zevkli hâle getirmiyor muyuz? Fevkalâde bir dilimiz var, imlâsız sandığımız “Yazıtlar”ın Türkçesinde bile imlâ vardır, Arap harfleri döneminde ise Arapça’da olmayan kurallar bile edinilmiştir. Çok riayet eden olmuyor ama yeni harfli dönemde de bir hayli kurallaşma sağlanmıştır! Yazım kurallarımız her yıl değişiyor ama orada da bir hafiflik başladı; birkaç yıl evvel hem tırnak hem de italik kullanıyorduk da, ne oldu bilemeyiz ama şimdilerde ya tırnak veya italik kullanıyoruz! Yani aşırmalar artmıyor mu dersiniz, hele şu akademik tezlerde, bilim adamına hiç kıymet verilmeyip, 5 satırlık bir paragrafta 5 dipnot atılıyor! Bu da ayrı bir mesele!
Yazıya iki sözcükle başladık ama Türkçe kullanımında hem iyi hem de iyi olmayan durumlar da var! TDK’nun uydurma sözcükleri hâlâ bir kısım çok kıymetli bilim adamlarımızın gözdesi! İlginçtir ki evlerinde eşleri ile öyle konuşmuyorlar! Bu konuda biz ve bizim gibiler de aşırı derecede tutucu, birçok uyduruk kelime artık halkımız tarafından kullanılıyor, madem ki halkın konuştuğu dille yazacağız artık o kelimeleri de en azından tam anlaşılmamız için cüzzamlı durumundan çıkarmalıyız! Mecburen imlâya ve kulak zevkine uydurarak kullanacağız!
Şimdi büyük hastalık özellikle yazım işinde güya bilimsellik artsın diye yabancı kelimeler kullanmak! Maalesef akademisyen arkadaşlarımız bu konuda müzmin bir rahatsızlık içinde! Anladık dil biliyorsunuz ama, artık herkes bir yabancı lisan biliyor, çeviri programları da var! Birçok ilkokul mezunu mekteplilerden daha iyi “İngilizce” konuşuyor, artık bu işte eğitim önceliği de yok! Yani bilim adamı olmak, bilimsel yazı yazmak için çok insanın anlayamayacağı yabancı sözcükler kullanmak hiç de bilimsellik değildir!
Hangi ilim olursa olsun önce kendi dilimiz, kendi deyimlerimiz ve kendi sözcüklerimiz ile ifâde etmeliyiz! Tıbbî veya teknolojik deyimlerin dilimizde karşılığını bulamıyorsak açıklama cihetine girmeliyiz! Elbette her biyolojik, fiziki olgu gibi sosyal ve kültürel bir varlık olan diller de değişiyor ve gelişiyor! Önemli olan bin yıllardan beri oturmuş ve bilimle açıklanabilen kurallara uymaktır. Türkçemiz bu hususta çok hassas ve ince ayarlara sahiptir! Bin yıldan fazla tarihi dönemlerde konuşulan Türkçe’yi anlayabiliyorsak, bunun da olmazsa olmaz kuralı kelimelerin yabancı olmaması!
“Osmanlıca” deyimlerin kullanımında da çok hatâ yapıyoruz, özellikle çoğul kelimelerde! “Niye böyle” diye sorarsanız “efendim galât-ı meşrû” cevabını alıyorsunuz! Yâni bu da lâf mı? Misâl vereyim “meşrubât” sözcüğü çoğuldur ve “şuruplar” anlamına gelir! Fakat bizimkiler “meşrubâtlar” deyiverir, tıpkı “hafriyât-hafriyâtlar” gibi! Adı “hastahâne” olan ismi de “hastane” yaptık çıktık! Bunlar hiç de meşrû sayılabilecek hatâlar değil, “kârhane” yerine “kerhâne” makûl kabul edilebilir, çünkü ayıp ifâde ediyor, halk ince bir ayar yapmışsa mutlaka kabul edeceğiz!
Dil zevki insanın kişiliği gibidir; gerçekten insanların kişiliğinde ilk tesbitler konuştukları dille ortaya çıkar! Dilde özenti olmaz, bir bilim adamı Türkçe’ye ne kadar uyarsa o derece bilim adamlığını sağlamlaştırır. Türkçe’de önemli bir kural da ağır ağır konuşmak,kelimeleri seçerek yerine koymak ve karşınızdakinin de anlamasına zaman tanımaktır. Eskiden sırf bu sebeble ağdalı değil, güzel konuşanlara “hatip” denmiştir.
Saygı ile.