Prof. Dr. Namık Açıkgöz
En ciddi konuları bile umursamaz bir üslupla anlatmasına kurban olduğum İlber hoca, bir televizyon programında Suriyeli mültecilerle ilgili bi laf etti, gene ortalık karıştı. İlber hocanın lafını gazeteler ve milliyetçi arkadaşlar “Haddinizi bilin” parmak sallamasıyla paylaştıkları için üzerime alındım. Çünkü ben Balkan, Kafkasya, İspanya, Kırım göçmenleri ile Suriyeli göçmenleri bir tutan biriyim. Hepsi mağdur ve mazlum olduklarında bu topraklara sığındılar ve hepsini bağrımıza bastık. Bazı yerlerde lokal karşıtlıklar olmasına rağmen toplumsal zıtlaşmaların yaşanmaması, bu milletin âli-cenaplığındandır. 93 harbi (1877-1878) muhacirleri için de aynı şeyi düşünürüm, 1913 Balkan bozgununda, 1925 Lozan mübadelesinde, 1952 ve sonrasında, 1989 Bulgaristan zulmünde ve 199’de Saddam Kuzey Irak’tan göçüp gelen Kürtler için de…
MESELE ÂLÎ-CENAPLIKSA, GERİSİ TEFERRUATTIR
Mağdur ve mazlumlar güvenip size sığınıyorlarsa, bu yüce millete düşen, onları bağırlarına basmak ve yaralarını sarmaktır. Yüzde yüz eminim İlber hoca da böyle düşünüyor. Böyle düşündüğü için 13 Eylül 2015 günü Milliyet’teki yazısında şöyle diyordu:
“Türkiye büyük göçmen kitlelerini kabul etmeye üç asra yakın bir zamandan beri alışkındır. Büyük Petro Rusya’sından ve Avusturya İmparatorluğu’ndan kaçan gayrimüslimler Rusya’nın attığı Kafkasya Çerkezleri ve Kırım ahalisi o zaman için çok yüksek rakam sayılan yüz binler halinde geldiler. 15’inci yüzyılda İspanya’dan gelen Yahudilerin yanına 19’uncu asırda Rusya İmparatorluğu’ndan göçen Eşkinaz Yahudiler de katıldı.”
İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra Türkiye’yi kalkındıran Marshall yardımı değil, Makedonya ve Bulgaristan’dan gelen teknisyenler ve becerikli tarımcılardır. Gelecekte Suriyelilerin de böyle bir rol oynayacağına inananlardanım.”
Can alıcı cümle sonda. Tekrar edelim: “Gelecekte Suriyelilerin de böyle bir rol oynayacağına inananlardanım.”
PERHİZ VE LAHANA TURŞUSUNA DOĞRU
Gevrek gülüşüne kurban olduğum İlber hoca, yukardaki cümleleri hiç sarf etmemiş gibi, 2019 Ocak ayında, Suriyeli göçmenlerle ilgili “had bildirme”li bir cümle kullanıyor. Gazetelerde ve paylaşımlarda sarf edilen cümleler şunlar:
Prof. Dr. İlber Ortaylı,Türk vatandaşlığı verilen Suriyeliler ile Rumeli göçmenlerini karşılaştıranlara “Haddinizi bilin” diye seslendi:
“Kaybolan imparatorluğun hatta ana vatanın içinden gelen insanlar, sizin mütalaanızın haricindedir, haddinizi bilin. Suriyeliyi tutacaksan, burada kalsın diyeceksen kalsın, fakat kalkıp ama sizde zaten Rumeli’den geldiniz, yok adalardan geldiniz demesin. Nereden geleceklerdi ki, Fatih’in zamanında devlet-i Aliyye’nin sınırları neresiydi. Bosna Hersek, Arnavutluk, Yunanistan’ın aşağısına inmişiz yani, bitmiş.”
TV programlarında uyuklamasına yandığım İlber hoca, 13 Ocak 2019 tarihli Hürriyet’teki yazısında ise “Suriye nüfusunun kalitesini çok abartmaya gerek yok.” diyor. İşte perhiz ve lahana turşusu burada gündeme girmeye çalışıyor ama ben buna müsaade etmiyor, “Ben dururken sana gerek yok” diyerek sözüme şöyle devam ediyorum.
BALKANLAR VATAN DA SURİYE DIŞ KAPININ MANDALI MI?
Mülahham vücuduyla barışık İlber hoca da çok iyi bilir ki, toprak ve vatan sınırlarını Fatih dönemi belirlemez. Bunun öncesi de var. Selçuklu öncesi beylikler, Selçuklu, Selçuklu sonrası beylikler, Gazneliler gibi dönemler ne olacak? Onları red mi ediyoruz? Değil balkanlardan Konya’dan, Bursa’dan Edirne ve İstanbul’dan önce Türk olan Kuzey Irak ve Kuzey Suriye “anavatan” değil miydi?
Sevgili Yağmur’un evinde sohbet esnasında şekerlemeye dalan ve uyandığında ilk duyduğu cümleden konuya dalışına bittiğim İlber hoca 13 Ocak 2019 tarihli yazısında “Balkan Savaşı’nda imparatorluğu değil Rumeli’deki anavatanı kaybettik.” diyor. Kuzey Irak ve Kuzey Suriye’de kaybettiğimiz topraklar “anavatan” değil miydi sevgili hocam? Tuna, Meriç, Arda, Tunca gibi türkülerimize ruh katan yerlerin yanında Şam, Halep, Fırat, Dicle yok muydu?
Benim şaştığım husus, anlı şanlı İlber hocanın 2015’te yazdıkları ile 2019’da yazıp söylediklerinin birbiriyle çelişmesidir.
YA BİZİMKİLER?
İlber hoca kendisiyle çelişir, çelişmez… O kendini ilgilendirir; Suriye göçmenleri ile ilgili olarak üzüldüğüm nokta, milliyetçi arkadaşların, çekik gözlerine yandığım İlber hocanın dediklerini heyecanla paylaşmalarıdır. Bizim milliyetçilik tarihimiz, “Yemen’de ne işimiz vardı?” ilkelliğiyle mücadele içinde geçti. Milliyetçi arkadaşların hangi arada, “Orada burada ne işimiz vardı? Onların burada ne işi var?” çizgisine geldiklerine şaşıyorum. Suriye mültecilerine ilk karşı çıkış Perinçekçiler tarafından organize edilmişti. (İnternette dolaşın, göreceksiniz Perinçekçilerin gösterilerini.) Onlar mezhepçi bir saikle karşı çıkmışlardı göçmenlere. Çünkü gelenlerin hepsi sünnî idi. Perinçekçiler ve Suriye’deki DHKPC’li Mihraç Ural, Esed’in yanından ateş ediyorlardı Sünnilere.
Milliyetçiler nasıl oldu da bu çizgiye geldiler? Gel de şaşma Süheylâ!…
İlber hocanın iki yazısının linkleri: