Kenan Eroğlu
Söz meclislerinde ve sohbetlerde; “prensip sahibi”, “kuralları var”, “düzgün insan” diye övgülerde bulunduğumuz insanlar vardır.
Fakat ne hikmetse o “kural sahibi”, “prensip sahibi” dediğimiz insanlarla karşılaştığımızda ise onun hakkında aynı duyguları ifade edemeyiz.
Kurallara uyan ve düzgün yaşamak isteyen insanlar için “sen de çok kuralcısın” diyerek aslında o kişiyi övüyor gibi yaparak eleştirmiş oluruz.
Sanki kurallara uymak kötü bir meziyetmiş gibi değerlendirilir. Kurallara uyanlar ve kurallı yaşayan insanlar biraz da sıkıcı bulunur.
İnsanlar genel olarak kuralsız yaşadıkları ve kural tanımadıkları için kurallara uyanlara pekiyi gözle bakmazlar.
Hatta başkalarını kurallara uymamakla suçlayanların belki de çoğunluğu kendileri kurallara uymayanlardır. Çünkü insanlar genel olarak kendisi dışındakileri hizaya getirmek amacıyla kurallardan söz ederler.
Hâlbuki kurallı toplumlar, gelişmiş toplumlardır.
Bizde de her şeyin kuralı vardı insanlar o kurallara göre hareket ederlerdi.
Tarikatlar, tekkeler ve zaviyelerde inançlı ve kurallı insan yetiştirilirdi.
Tarihte de Ahi teşkilatlarında esnafların uyması gereken kurallar öğretiliyordu. Sokakta yürümenin dahi kuralı vardı. Mesleki kurallara uymayanlar ikaz ediliyor, ihtar ediliyor, tenkid ediliyor en sonunda meslekten çıkartılıyordu.
Özel olarak ise insanların kendi hayatı ile ilgili kurallar veriliyor, iyi insan, iyi vatandaş ve iyi bir Müslüman olmaları sağlanıyordu.
Hatta evlerde aile büyüklerinin davranışları, konuşmaları, nasihatleri vs kurallı insan yetiştirmeye matuftu.
Üç neslin bir arada yaşadığı evlerde bile düzgün insan yetişir, bu eğitim hayat boyu sürerdi.
Evlerdeki bu eğitim de çocuklar ve aile efradı Yahya Kemal’in dediği gibi:
“Bizi Türk yapan ve bir arada tutan bir Müslüman rüyasıydı. Doğduklarında kulaklarına ezan okunur, odalarda namaza durmuş nineler görünür, mübarek akşamlarda bir minderin köşesinde okunan Kur’an sesi işitilir, bir raf üzerinde duran Kitabullah’ı indirip küçücük elleri ile açar, gül yağı gibi bir ruh olan sarı sayfalarını koklar, ilk ders olarak besmeleyi öğrenir. Kandil günlerinin kandilleri yanarken, bayram topları atılırken sevinir. Cum’a ve bayram namazlarına babaları ile birlikte gider, camilerde şafak sökerken alınan tekbirleri dinler, dinin bu merhalesinden geçerek Türk olur ve hayata atılır.”
Evlerde Müslüman Türk yetişirdi.
Bu gün ne yazık ki pek çok eski kurallarımızı terk etmiş bulunuyoruz. Eski kuralların yerine yeni kurallar koyamadığımız da doğrudur.
Batılılaşma maceramız ile birlikte batıdan bazı kurallar almaya çalıştık. Batılılar gibi davranmaya başladık. Fakat bu kez de eski kurallar ve düşüncelerimizle-
Ne batıyı tam özümseyebildik (!), ne de doğulu olmak gibi kalabildik. Milletimizin genlerine işleyen bazı davranışlar ne yazık ki batı normlarına uymadı. Uymazdı da, bunu yeterince göremedik.
Nihayet tek parti döneminde, tamamen kendimizden ayrılarak batılı olmaya “devlet eliyle” karar verip uygulamış olmamıza rağmen milli karakterimizi hesaba katmayan yöneticilerin bu teşebbüsü hüsranla (!) sonuçlandı.
Müsamere, balo, çeşitli şenlikler en üst düzeyde teşvik edilmiş olmasına rağmen netice elde edilememiş halkımız inançlarına ters gelen davranışları benimsememiştir.
Batı mukallidi, maymun benzeri bazı aydınlar ve sözüm ona “Monşerler” yetişti. Fakat onlar da azınlıkta kaldı. Ya da halkın maskarası oldular.
Törenlerde bayramlarda batılılar gibi giyinip, fötr şapka takıp frak giyince batılı olacağımızı zannedenler yanıldıklarını anladılar ama milli bünyede yaptıkları tahribatı göremediler.
Derken; Ülkede yerli kalan halk ile değişip batılılaşmak isteyen batı hayranları arasında uzun süren çekişmeler meydana geldi. Bu durum sona ermemiş ve hala devam etmektedir.
Batı derken; Bir kısım insanımız sadece batıya yönelmedi. Batılılaşma yolunda zaman geçtikçe kendilerini benzetecekleri başka ülkeler ve ideolojiler de buldular.
Ülkemizde bir kısım okumuşlar Marksist ideolojiyi benimsediler ve komünist ülkeleri, Rusya, Çin, Arnavutluk vs. ideal ülke olarak takdim ettiler. Onlara özendiler.
Okumuş bazı başka guruplar da İran gibi, Libya lideri gibi rejimleri özler, över ve hayran oldular.
Netice itibariyle; Bir insan kendisi olmayınca bir gün bir başkası, diğer bir gün diğer bir başkası gibi olmaya özen gösteriyor.
Aslolan insanın kendisi olmasıdır. Milletler için de bu geçerli bir kuraldır.
Bir insan kendi özüne döndükten ve onu bunu taklit etme yoluna gitmedikçe, batıdan ya da doğudan esen hiçbir rüzgâr onu etkileyemez. O her durumda milletinin menfaatini düşünür. Her konuda kendi milletinin milli menfaatlerini ön planda tutar.
Yine insan kendisi olduktan sonra milleti için her türlü fedakârlığı yapar, her türlü teknolojiyi de üretir, olmadı dışarıdan alır.