9 Şubat Kutlu Olsun!..
Şükrü Alnıaçık
“Hepiniz Birer Türk Bayrağısınız!..”
Başbuğ Alparslan Türkeş’in, 70’lerdeki etkili salon konuşmalarını süsleyen bu sözler, bundan 40 yıl kadar önce binlerce genci bir anda coşturmaya yetiyordu. Salona sığmayan milyonlarca MHP’li de Türk milletinin en önemli kutsallarından biri olan Türk bayrağına benzetilmekten memnundu, gururluydu.
Cümlenin ikinci bölümü ise uyarı amaçlıydı ve Başbuğ, bu lekesiz Bozkurtlarının bayrak gibi istikrarla dalgalanmasını, hep yükseklerde kalmasını istiyordu.
“Bayrağı lekelemeyin, kirletmeyin, yere düşürmeyin!..”
Ülkücüler, o günden bugüne asimetrik bir psikolojik savaşın mağdur tarafı oldular. Çünkü bu savaş, Ülkücülerinen zayıf oldukları alanlarda, en acemisi oldukları silahlarla yürütülmüştü. Bu alan, basın yayın ve medya alanı, silahlar ise kalem, kâğıt, klavye ve ekrandı.
Önce 12 Eylül askeri rejimi, Ülkücüleri itibarsızlaştırmak için onlara devlet düşmanı muamelesi yaptı. Vatan hainlerinin bile hak etmediği işkencelerden geçirdi, alelacele yargıladı ve idam etti. Bir Ülkücünün idamıyla bin Ülkücünün idamı arasında bir fark yoktu. Darağacında sallanan, aslında Türk Milliyetçiliğiydi. Türkiye bugün bunun vebalini ödemektedir.
Ülkücüler, materyalist devrimcilerden farklı olarak ileri derecede maneviyatçıydı. Bu yüzden kendilerini devletten, halktan ve dünyadan alacaklı görmek gibi maddeci bir tutum içine girmediler, işkencelere ve ölümlere devrimciler gibi ağıtlar yakarak beşeri sempati kazanmaya çalışmadılar. Madalya ve minnet arayışı içinde olmadılar.
Şehadet ve onu takip eden uhrevi mertebelerin dünyevi ödül veya intikam talepleriyle lekelenmesi ihtimali, onları içine kapattı. Allah’ın rızası yeterliydi. Bu yüzden kendilerini kimseye anlatmadılar. Son ihanet yıllarına kadar, politik bir karşılık almak için bile 70’li yıllardaki o fedakârlık günlerini kimsenin başına kakmadılar. Ülkücüler, Türk töresine uygun olarak kahramanlıklarını yaptılar ve öylece yürüyüp gittiler.
Başbuğ, metafizik sonuçlar elde etmek için fiziki fedakârlık yapmak konusunda ısrarlıydı:
“Millete hizmet yolunda başarı, şahsi menfaatlerden, şahsi zevklerden feragattir. Vazgeçmektir. Kişiler kendilerini millet için feda ederler. Türk Milleti’nin büyüklüğü böyle yükselecektir. Onu sizler yaşatacak, sizler yükselteceksiniz.”
Alparslan Türkeş, bu sözleriyle de “Allah rızası“nın yanına “millete hizmet için kendini feda etmek” gibi yeni bir manevi değer ihdas ederek, Ülkücülerin dünya menfaatlerinden bir adım daha uzaklaşmasını talep ediyordu. Millete hizmet ideali, Allah’ın rızasına göre hiç şüphesiz dünyevi karşılıkları da olan, nispeten siyasi bir hedefti. Halkımız, milletin yükselmesi için kendisini feda eden gençlerin değerini anladığında bu adanmışlığın, siyasi sonuç vermesi mümkündü.
Böylece dervişane bir siyasi terbiye alan Ülkücüler, kendi aralarında adeta uhrevi bir “adanmışlar cemiyeti” gibi tanışır ve bilişirken, dışarıdaki maddeci dünya erleri tarafından geliştirilen Ülkücü imajı yüzünden büyük haksızlığa uğradılar. Gün geldi, “Ülkücüyüm” veya “MHP’liyim” demekten imtina eder oldular.
Ülkücülerin, “asker tarafından bir günde bitirilen anlamsız bir kavganın tarafı” olarak gösterildiği 1980’lerde Ülkücülerin göğsünü gere gere “MHP’liyim, Ülkücüyüm” diyebilmesi zorlaşmıştı. Yani 12 Eylül öncesinde zaten ateşten bir gömlek olan MHP’li olmak, 80’den sonraki 15-20 yıl boyunca kitle partilerinin popüler seçmenlerine oranla bir marjinallik ifadesiydi. Bu durumun ilk sebebi, şüphesiz, MHP’nin popülizme ve satın alınmalara karşı, “Başbuğ refleksleriyle” direnen bir ideoloji partisi olmasıydı. Siyasi menfaat için halk dalkavukluğu veya ideolojik dansözlük Ülkücünün işi değildi. Ülkücü daima onurlu, daima başı dik yaşadı.
MHP’nin kuruluşunun 44. yılında moralimizi bozmamız için hiç bir sebep bulunmuyor. Tam tersine yıllar öncesine göre çok daha gururluyuz. Çünkü biz, iktidardan uzak geçen bunca yıla rağmen ihanet etmeyerek, “MHP’li olmanın saygınlığını yaşıyoruz. Ülkücü olmanın herkes tarafından milli bir kahramanlık olarak algılandığı” zorlu bir dönemden geçiyoruz.
Bu imajın oluşmasında hiç şüphesiz, MHP’nin Başbuğ’un son yıllarındaki kitleye açılma politikasını ehliyetle sürdüren Devlet Bahçeli devlet adamlığının, onun beyefendi liderliğinin büyük rolü vardır. En büyük şeref ise ihale ve istihdam menfaatçiliğine, yani “ferden satılmaya” karşı sürdürülen 44 yıllık direniştir.
“Ülkücüler, insanlık âlemi içinde ne uşak olmayı, ne de başkalarını uşak olarak kullanmayı kabul etmeyen, şerefli bir bayrağın taşıyıcısıdır.”
Bu lekesiz bayrak, ilelebet dalgalanacaktır!..
9 Şubat, MHP’nin 44. kuruluş yıldönümü kutlu Olsun!..