
AKLI TANRILAŞTIRANLAR TARİH YAPAMAZ!
Şükrü Alnıaçık
Günümüzden dört bin yıl önce Babil ülkesinde büyük bir kıtlık baş göstermişti. İnsanlar yiyecek almak icin Nemrud’un sarayına gidip önünde diz çöküyorlardı. Nemrud her gelene, “Senin Rabbin kim?” diye soruyordu. “Sensin” diyenlere yiyecekler veriyordu.
Hz. İbrahim de saraya yiyecek almaya gelmişti. Nemrud aynı soruyu ona da sordu. İbrahim Aleyhisselam, aklıyla değil, gönlüyle cevap verdi: “Benim Rabbim dirilten, hayat veren ve öldürendir” dedi. Nemrut Hz. İbrahim’i önce zindana, sonra da ateşe attı. Ama onun imanı, “azmi ve sadakati tam”dı. Odunlar balık oldu. Urfa’da ateş, balıklı göle dönüştü. Hz. İbrahim, yanmadı, yakılamadı, uzun yaşadı ve peygamberlerin atası oldu.
O’nun soyundan gelen Hz. Muhammed, Hicret’ten sonra yapımı 7 ay süren Mescid-i Nebevi’nin inşaatında bizzat çalışmış; Müslümanların 1000 metrekarelik bir camisi olmuştu.
Hicret sonrası gelişmeler, Mekkeliler’i daha da kızdırmıştı. Ebu Cehil, Medinelilere mektup yazıyor; “ya siz Muhammed’i öldürür veya yurdunuzdan çıkarırsınız; yahut biz erkeklerinizi öldürür kadınlarınızı esir alırız.” Diyordu.
Müslümanlar, “rasyonel sayılarla” fazla ilgilenmiyorlardı. Vahye itibar ederek, kendilerinin üç katı olan müşriklerle savaşmak gerektiğine inanmışlardı.
Bedir Savaşı, tarihin gördüğü en büyük “kardeş kavgalarından” biriydi. Bir tarafta Hz. Ebu Bekir, diğer tarafta oğlu Abdurrahman vardı. Mekke ordusu komutanı, Utbe b. Rabia’nın karşısında ise oğlu Huzeyfe bulunuyordu. Hz. Muhammed’in amcası Abbas ile damadı İbnü’l- As müşriklerin arasındaydı. “Akîl” de (isim gerçektir) kardeşi Hz. Ali’ye karşı müşrik ordusunda yer almıştı.
İkindiye doğru müslümanlar, İslam Tarihinin en büyük zaferlerinden birini kazandılar. Daha savaş bitmeden “Ebu Cehil ölmüştü.” O’nun yıkmaya yemin ettiği Mescid-i Nebevi, imanla inşa edilmiş, Bedir Savaşı, tevekkülle kazanılmıştı. Bunlar, “aklın alacağı” şeyler değildi.
Zaferden sonra Mescid-i Nebevi’de genişletme çalışmaları başladı ve caminin oturumu, 2500 metrekarelik bir alana yayıldı. Cami, Hz. Ömer döneminde 3575, Emeviler döneminde 7500, Abbasiler döneminde 9300, Sultan Abdülmecid döneminde de köklü bir tezyinatla 11.000 metrekareye ulaştı. Hz. Muhammed, “Benim şu mescidimde kılınan bir namaz, Mescid-i Haram haricinde diğer mescitlerde kılınan namazlardan bin kat hayırlıdır.” Diyordu. ( Buhârî, Fadlü’s-Salât / 1190)
2008’de Suudi Arabistan, Hz. Muhammed’in mezarına da ev sahipliği yapan Mescid-i Nebevî’ye, 6 milyar dolarlık “rasyonel” bir cami projesi için buldozer sokmaya kalkıştı. Washington merkezli düşünce kuruluşu Gulf Institute’a göre son 20 yıl içerisinde Mekke ve Medine’de bulunan tarihi eserlerin yüzde 95’i yıkılmış ve yerilerine “akıllıca” yeni binalar yapılmıştı. “Akil” Suudiler, 2002 yılında Osmanlı döneminde Kabe’yi korumak amacıyla inşa edilen Ecyad Kalesi’ni yıkarak, yerine lüks oteller yapmışlardı. Mekke’de inşa edilen “Jabal Ömer Kompleksi”nin 520 restoranı ve 4 bin 360 dükkanı vardı.
İslami Mirası Araştırma Vakfı Başkanı Dr. İrfan el Alevi’ye göre, tarihi eserleri yıkarak bu tür projeler yapmak, “zengin elit hacılardan çok para kazanma aklı”na hizmet ediyordu. Nitekim, AKP döneminde bizde de müftülükler aracılığıyla “Zemzem Tower”dan devre mülk satışları başlamıştı.
Prof. Nevzat Yalçıntaş, Suudilerin Hz. Muhammed’in mezarının yıkılmasına yönelik 1926 yılındaki teşebbüsünü Atatürk’ün önlediğini hatırlattı. Atatürk, Suudilere “eğer bir tek taşına bile dokunursanız ordumu aşağı gönderirim” diye telgraf çekerek yıkımı önlemişti.
Atatürk doğu dünyasına “akılcılığı” tatbik eden adamdı, ama ondan da önce Türk’e mahsus akıl- gönül sentezinin bir mensubuydu. Uyuyan kediyi uyandırmamak için “aklını kullanarak” hırkasının eteğini kesen bir “gönül insanının” ümmeti olduğunun farkındaydı. Hacıları barındıracak otelleri, yerin altına da üstüne de gün gelir havaya da kurardınız. Ama 6 Milyar dolar da verseniz, duvarlarını Hz. Muhammed’in ördüğü bir mescit daha yapamazdınız.
Tarih, sadece akılla yapılsaydı; muhtemelen bugün Türklüğün esamesi okunmaz, İslamiyet diye bir din de olmazdı. Yani akıl, tarih yapımında kullanılan en son değerlerden biridir. Madde-mana, sentezinin doğru kurulduğu zamanlarda insanlık tarihi ileri gitmiş, akıl-gönül dengesi, medeniyetin lokomotifi olmuştur.
Akil adamların 15-20 kadarı, zaten Kürtçülük davasına hizmet eden, kendi davalarının gönül adamlarıdır. Akıl sanki problem çözümünde zekadan, imandan, gönülden, duygudan, şevkten, ilhamdan, cesaret ve tevekkülden daha makbul bir değermiş gibi 40-50 tane uslu ve gönülsüz adamı PKK ile uzlaşma sürecine payanda yapmak, karnını doyurmak için Nemrud’u tanrı yapmakla veya otel yapmak için peygamber mezarı yıkmakla aynı anlama gelmektedir. Usul, anlayış, duruş, söylem ve eylem tamamen değer-tanımaz Vehhabi mentalitesidir. Lâfı tâ Peygamberler Tarihinden Suudilere kadar getirmemizin sebebi budur.
Allah’a iman ve tevekkül ederek hak yolda yürümek yerine, aklı tanrılaştırarak karınlarını doyuranlar, Tarih yapamazlar.