Rezaletin Hava Sahası!
Şükrü Alnıaçık
“Adaletin timsali” Hz. Ömer anlatıyor:
“Resulullah (sav) minbere çıkıp yüksek sesiyle şöyle nidâ etti:”
“Ey diliyle Müslüman olup da kalbine iman nüfuz etmemiş olan(münafık)lar! Müslümanlara eza vermeyin, onları kınamayın, kusurlarını araştırmayın. Zira kim Müslüman kardeşinin kusurunu araştırırsa, Allah da kendisinin kusurlarını araştırır. Allah kimin kusurunu araştırırsa, onu, evinin içinde bile olsa rüsvay eder.”
Görünen o ki Başbakan ve AKP kurmayları, TRT sayesinde bütün dünyaya rezil olmuşlardır.
Başbakanın uçağı, dün gece yarısını birbuçuk saat geçe Atatürk havalimanına indi. Uçak biraz gecikmişti ama önceden bildirilen programın o kadar da dışına çıkmamıştı. Uçak alana vaktinde inmiş olduğu halde Halk TV ekranında “Flaş! Kalabalığın artması için uçağa havada tur attırıldığı söyleniyor!” alt yazısı okunuyordu.
Kalabalık gerçekten de başbakanın moralini yükseltecek kadar artmıştı ama bunun havada tur atmakla ilgisi yoktu. Başbakan, alana indikten sonra uçakta 1 saat kadar oturup, bu programsız miting için çok da yakışıklı olmayan bir konuşma hazırlamıştı.
Bu arada AKP İstanbul teşkilatı, “baş belası” sosyal medya üzerinden organize olmuş ve birkaç sat içinde 5-10 bin kişiyi Yeşilköy’e toplamayı başarmıştı.
Halk TV önce centilmence ekranı bölerek Taksim ve Yeşilköy’ü ayrı ayrı gösterdi. Galiba “o saate hangi peygamber tavuğu makarnacı yatağından kalkıp da alana kim gider” diye düşünüyordu. Ancak kalabalığın, Taksim’i nicelik ve nitelik yönünden geride bıraktığını görünce o da rakipleri gibi hareket etti ve kutuplarda o yana bu yana devrilen Penguen görüntülerini “Yeşilköy” penceresi içinde yayınlamaya başladı.
Bu sırada “TRT ekranları” devredeydi. Her gece memlekette “prime time“da yaşanan tencereli tavalı, çatışmalı yangınlı sosyal çalkantıya bir kamera bile göndermeyen TRT derhal, “miting vaziyeti” almıştı.
Yani MHP’nin kendi hallerine bıraktığı bu iki “büyük” siyaset erbabı, “al birini vur ötekine” tarzı icraatlarına devam ediyordu.
Neredeyse bütün Bakanlar Kurulu da oradaydı. “En zor anında yanındaydık” fotoğrafı vermeye çalışan ne kadar bakan, partili ve bürokrat varsa Yeşilköy’e toplanmıştı. Başbakanın damatlar dahil ailesi de otobüsün içine doluşmuş, ön sıralar ve pencere kenarları Erdoğanlar tarafından parsellenmişti.
Başbakanın konuşması bize “tanıdık” gelen şiirsel tekbirlerle ve yakası açılmamış sloganlarla kesiliyordu. “% 50’yi evlerinde zor tutuyorum” tehdidinin insan kaynağını oluşturan öfkeli kalabalık sonunda “rezaletin hava sahası“na girerek, dilinin altındaki baklayı çıkardı.
“Yol Ver Gidelim – Taksim’i Ezelim!”
İşte burası Allah’ın “müntekim” ismiyle kaim olup, Hadis’te vurgulanan “intikam anı“ydı. Başbakan’ın iman ve istikrar gösterip, “ne Taksim’i ne ezmesi, bizim kitabımızda vurmak kırmak yok!” demesini bekledik ama boşuna…
Erdoğan, yüzü kızarsa da sadece tatlı tatlı gülümsemekle yetindi ve belli ki bir “sükut-u hayal“e sebebiyet vermemek için “sükûtun ikrarına” sığınarak uzun uzun bu talihsiz sloganı dinlemekle yetindi. Eliyle bir “sus” işareti bile yapamadı.
Oysa aynı Başbakan daha iki ay önce, akıl almaz hain süreçlere isyan eden, infial halindeki MHP seçmeninin tamamen umumi bir disiplin takdimi olan, belli bir hedefi bulunmayan “‘Vur de vuralım öl de ölelim” sloganı için Devlet Bahçeli’ye yüklenmiş “Bizim kitabımızda ne vurmak ne de öldürmek var. Biz hayat vermeye geldik” demişti.
Şimdi ise aynı şehrin içinde, vurmak, ezmek, yani katletmek için sadece Başbakanı sevmeyen bir kitleyi “nokta hedef” olarak belirlemiş ve kendisinden yol isteyen taraftarlarını susturmuyor, “biz vurmaya kırmaya değil, hayat vermeye geldik” diyemiyor.
İşte burası “Allah’ın siyasi münafığı rezil ettiği” yerdir.
Hadis çok net!..
“Kınamayınız, kınadığınız şey başınıza gelmedikçe ölmezsiniz.” (Hz. Muhammed)
Dünkü yazımda eylemcilerin “Türk gibi davranmaması” ve mesela polise karşı abuk sabuk hareketler yapması halinde bunun bir “kültürel kırılma” olacağını ve o zaman “Tarihin çivisinin çıkacağını” ifade etmiştim.
Dün geceki ayarsız AKP mitinginde, -kim olursa olsun- muhalif bir sanatçı için hazırlanan ve aile masuniyetini ayaklar altına alan o “küçük pankart“ı görünce bu tarafta bir “vatansız” kimliğin Türk kimliğine galebe çalabileceği yönünde yoğun kaygılar beslemeye başladım.
Bu, duruş, bu kutlu ocak nöbeti, 60’lık genç yüreklere bile zor geliyor belki ama… Bu meydan bizim, çıktığımızda “zafer“den önce geri dönmeyeceğimiz “er meydanı” değil!..,
Bu meydan, insana bütün değerlerini unutturabilen, bildiğimiz o sıradan, adi siyasetin meydanı…
Biz çok şükür ki her türlü rezaletin dışında, “ocağımızın başında,” o kutlu iktidarın yollarındayız.