Ali BADEMCİ
Şartlar ne olursa olsun, siyaset nerede bulunursa bulunsun, geçmişten aldığımız derslerle yeniden bir gelecek yaratmalıyız! Bilgili, donanımlı, tam eğitimli nesiller yetiştirmeliyiz! En önde gidenlerimiz milliyetçiliği tarif edemezken 12 Eylül’ün eğitimsizleri ne yapsın? Artık hamaset, yiğitlik, kabadayılık fobisini aşmalıyız! Elbette yiğide çok ihtiyaç var, fakat bu avantajı düşüncede kullanmalıyız! Hiçbir kimse veya hareketten geri kalmış değiliz; o fikirlerin modası geçer de “varoluşumuzu” nasıl dışlarız! Yapacağımız şey yaradılışı “ebed-müddet” anlayışı içinde güçlü ve varlıklı yaşayışa çevirmektir.
GEÇMİŞ VE GELECEK
Evvelki gün “Hâtırâlardan” başlıklı bu sütûnlarda bir yazı yazmıştık; gördüğü okuyucudan ziyâde bir hayli müdâhil olanlar oldu! O sebeble birden bire bizleri o ihtişam geçmişine götürdü! İlginçtir ki o zaman ana karnına bile düşmemiş o âilelerin çocuklarından da bir hayli mesaj aldık! Yine söyleyelim ki bu yazı da siyasi bir yazı değildir; nostalji veya geçmişe özlem olarak değerlendirebilirsiniz! İsterseniz bu yazı üzerine siyaset binâ edebilirsiniz; bu sizin bileceğiniz iş! Lâkin yazının siyasi hareketin kurumsal duruşuna destek olmadığını bilhassa bilmelisiniz; çünkü bu safhaları çoktan aşmamız gerekiyor! Çünkü yine bizleri kandırmak için sırada büyük bir iştaha ile bekleyen mecnunlar var! Biz aşamadıysak da neslimiz olan yeni kuşaklar bu durumu mutlak olarak geride bir hâtırâ olarak bırakmak zorunda! Aslında bizim siyaset hareketi son 20 yılda hiçbir şey yapmadı; kökler eskiden ve bizlerin âilelerinden destekle ayakta duruyor; hemen hemen yeni bir şey veya misyon yok! Onun için kederlenmeyin, hayıflanmayın, mutlak olarak büyük ve aşılmazlar sizlersiniz! Bizim yüzümüzden batacaksa batsın bu dünya, içinde bizler olmadıktan sonra!
12 Eylül jenosidinde siyasileri bir kenara bırakın, çoğu tesadüfî veya siyasette bir yer kapmak için içimizde bulunanlardandı! Yıllar sonra bunlardan ve tepede bulunan birisi “Wikipedia” dünya ansiklopedisine kendisinin “ Abaza asıllı Türk gazeteci ve siyaset adamı” olduğunu yazdırmadı mı? Sizden yazan olmadığı için, bu gibileri çok okudunuz da, sizin çocuklarınız sizleri aştığı halde o namerdin yavrusu Mustafa Kemal iftiracılığı ile ün yaptı; lâkin 15 Temmuz karanlığında cehennem oldu gitti! Ve o adam da hayalinde olan gazete sütûnlarına oturduktan sonra fikir ve eylem misyonumuz Enver Paşa’ya “Yunan İstiklâlcisi” deyip çıktı!
O yılları düşünün; bir coşkulu hareket var, ilmî var, âlimi var ama yazanı çizeni yok! Hâlâ öyle değil mi? O kuşaktan jenosid hücrelerinde belki de en yaşlı bendim ki henüz otuz beş şiirine dört yıl vardı! Şimdi yaş 69, seneye yetmiş! Acı, tatlı, fakat zorlu yıllar, ne de çabuk geçmiş’ Fakat değişmeyen bir şey var; ülkücünün açlıkla terbiyesi! Bunu devlette “Türk görülmek istenmiyor” diye de düşünebilirsiniz! Hani o “Bekaa” meselesinin bahanesi! Derine gidersen Sultan Sencer ile başlayıp Baba İlyas’dan geçen ve şu bizim “Aşiret İmparatorluğu”nda da devam eden gelenek! Dünyada Türk insanının yarıdan fazlası gizli veya açık “Heteredoks” Müslüman, lâkin hâlâ geçerli ilmihalimiz “Ortodoks” İslâm! Ne kadar tuhaf değil mi? İşin ilginç yanı koltukta başkaları da otursa, hâlâ o bayrağı bizler taşıyoruz!
“Geçmiş” ve “Gelecek” toplum hayatında iki önemli öge! Her şey bu iki oluşum arasında doğar, büyür, gelişir; tıpkı bir ağaç misali! Bu iki mefhumla izah edilemeyen ne tarih, ne coğrafya, ne sosyoloji, ne kültürün hiç anlamı olmaz! Yaşadığımız geçmişi ancak yaşayacağımız gelecekte fark ederiz! İşte o geleceğe hazırlıklı ve donanımla gidersek mutlak olarak başarılı oluruz! Ülkücü harekette bizler bu sosyolojik döngüyü yakalayamadık! Çünkü şartlar ne olursa olsun milyonu aşan bir militarist hareketin düşünceye dönüşmesi ve olgu yaratması kesinlikle çok zordu! Uzun yıllar içeride kalanların “Yusufiye-Taşmedrese” adlı oluşumları da işte böyledir ve gerçekte ülkücülüğün fikri alt yapısı ile hiçbir ilgisi yoktur; işte “Menzilcilik” ve sonradan “Hizmet Hareketi” gibi! Elde ne var, sıfır! Ne camidesin ne de kilise de!
İslâm kurgusunu kafamıza yerleştirebildik mi, asla! Medrese tutkunlarımız bile adam gibi “gusül” bilmez! Din, ne “Allah’la kul arasında”, ne de “Her koyun kendi bacağından asılır!” Ülkücülük bul karayı al parayı kâbilinden ne “Nakşi” halkası olan “Türk-İslâm” sentezi, ne de kimlik problemi olan sahte “Alperenciler”in “Anadolu mozaiği!” Ülkücülük Gökalp ideolojisindeki gibi “Geçmişten gelen gelecek!” Bu görüş üzerine hangi ilmi kuralları koyabildik de bir sosyoloji ifâde edebildik! İşte asıl mesele budur? En mülâyim arkadaşlarımız on yılda üniversite bitirdi, bizden bildiğimiz hocalar “Aman şu hocaya yaklaşmayın” şeklindeki tamamen yetersizlik ürünü algılarını bize aşıladılar; güya “marksist” diye sosyoloji yapan hocalardan nasiplenemedik! Çünkü o muzır güç bizlere “marksizm”i “komünizm” olarak göstermişti; çok sonraları bu olgunun bir “sosyoloji” olduğunu öğrendik!
Görülüyor ki 12 Eylül zindanlarının sadece okuyamamışları değil biz okuyanları da düşünce hayatının çok gerilerinde idik! İlmî olup da âlimsiz kalanların yanında yazacak çok şey oluğu halde ”yazarlar-çizerler” olamadık! Sonradan yarım kalan diğer okulları da bitirdik ama neye yaradı? Şimdi merak ediliyor “Neden siyaset yaratamıyoruz” diye! Bir numaralı adam “Turan” deyip de bunun ne olduğunu bilmez, düzgün “Türkçe” konuşamaz, babasının cenaze namazında saf tutacak kadar “İslâm”dan haberdar olmazsa hangi siyaseti ortaya koyabilirsiniz? Bunları kınamak veya tenkid için söylemiyorum, çünkü ülkücüler olarak bir büyük âlileyiz! Durum bu, özeleştiri diyorlar da neden kendimizi eleştirmiyoruz?
Mahfillerde bilen de bilmeyen de arkadaşlarımızın soyu sopu ile ilgili dedikodular yapıyor! Böyle bir şey bizim kültürel kimliğimize yakışır mı; veya İslâmî izahı var mı? Türk olmak için böyle olduğunu ikrar etmek yetmiyor muydu? Doğrudur; “E.Durkheim” Gökalp üzerinden en fazla Türk düşünce adamlarını etkilemiştir; fakat ve netice itibariyle o başka bir kültürün insanıdır! Bizim tarihimizde “milli devlet” yok; ya federasyon veya konfederasyonuz! O çağlar böyle imiş; şimdi “ulus devlet” çağında kendimizi neostilize etmeyecek miyiz? Eğer böyle olsaydı belki sağ-sol ve mezhepçilik gibi takıntılara yakalanmayacaktık! Hiç zararı olmasa da imajımız bozulmuştur!
Şartlar ne olursa olsun, siyaset nerede bulunursa bulunsun, geçmişten aldığımız derslerle yeniden bir gelecek yaratmalıyız! Bilgili, donanımlı, tam eğitimli nesiller yetiştirmeliyiz! En önde gidenlerimiz milliyetçiliği tarif edemezken 12 Eylül’ün eğitimsizleri ne yapsın? Artık hamaset, yiğitlik, kabadayılık fobisini aşmalıyız! Elbette yiğide çok ihtiyaç var, fakat bu avantajı düşüncede kullanmalıyız! Hiçbir kimse veya hareketten geri kalmış değiliz; o fikirlerin modası geçer de “varoluşumuzu” nasıl dışlarız! Yapacağımız şey yaradılışı “ebed-müddet” anlayışı içinde güçlü ve varlıklı yaşayışa çevirmektir.
Muhabbetle.