ÜlkücüMilliyetçiTürkçüTürkeşÜlkü OcaklarıdövizakpchpmhpAhmet b.karabacakhasan külünk
DOLAR
27,4020
EURO
28,9706
ALTIN
1.652,62
BIST
8.264,77
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
İstanbul
Az Bulutlu
24°C
İstanbul
24°C
Az Bulutlu
Cuma Gök Gürültülü
24°C
Cumartesi Gök Gürültülü
23°C
Pazar Az Bulutlu
22°C
Pazartesi Az Bulutlu
22°C
ÜÇ HİLAL'İN HİKAYESİ Ahmet B. Karabacak

13. HİKÂYE ÜZERİNE İLK İZLENİMLER

13. HİKÂYE  ÜZERİNE İLK İZLENİMLER
13.12.2019
1.296
A+
A-

Metin Savaş

13. HİKÂYE ÜZERİNE İLK İZLENİMLER

Salur Kazan’ın Yedi Başlı Ejderhayı Öldürdüğü Boy’u ilk olarak Ayarsız dergisinin Ağustos 2019 sayısından Metin Ekici aktarımıyla okuyabildim. Şöyledir böyledir, sözü uzatmaksızın 13. hikâyeye dair ilk izlenimlerimi ve düşüncelerimi yazıya dökeyim dedim. Mircea Eliade canavar tarafından yutulmaktan söz eder. Yutulmanın anlamı ölüm ve yeniden doğuştur, zamansal akışın yıpratıcılığını telâfi edebilmek için ölünür, mitik başlangıca dönülür, orada yeniden güç kazanılır ve yıpranmışlıktan arınmış olarak yeniden doğulur. Bunlar zaten bilinen mevzular olduğu için uzun uzadıya malumatfuruşluk taslamaya gerek görmüyorum. 13. hikâyede canavar (ejderha) tarafından yutulma dolaylı olarak karşımıza çıkıyor. Salur Kazan ejderhayı oklayarak öldürüyor, yedi başını da kılıçla kesiyor ve ejderhanın üzerine bağdaş kurup karizmatik bir şekilde çöktükten sonra da derisini yüzdürerek kendisine giysi diktiriyor. Salur Kazan’ı ejderha kılığında gören Oğuzlar “O şimdi ejderha olmuştur” diyerek, hepimizi yutar endişesiyle beylerini ok yağmuruna tutma kararı alıyorlar. Tabii sonradan işin aslı anlaşılıyor. Konumuzun biraz dışında olarak 13. hikâyedeki şu ifade çok anlamlıdır: “Oğuz ile Türk temiz ve saf bir inanca sahiptir ki ‘İnsan nasıl ejderha olur?’ demezler.” Salur Kazan’ın ejderhaya dönüştüğüne kolayca inanmaları Türklerdeki felsefi veya bilimsel düşünüşün zayıflığına işaret olarak yorumlanabilir. Konumuza dönersek, Salur Kazan’ın ejderha donuna girmesi mitik evrendeki canavar tarafından yutulmaya karşılık gelmektedir. 13. hikâye metni bunu aslında apaçık söylüyor: “Lala Kılbaş yerlere saçılan alevleri görünce sandı ki ejderha Kazan’ı yuttu.”

Yedi başlı ejderhanın yedi ağzından püskürtülen alevler yine mitik evrendeki “ateş üzerinde hâkimiyet kurma” ritüeline tekabül ediyor. Salur Kazan yedi başlı ejderhayı mağlup etmekle ateşe hâkimiyet sağlamış oluyor. Ejderhanın yedi başı da kesilince ağızlarındaki ağu yere saçılıyor, ortalığı alev kaplıyor. Alevin sebebi olduğu anlaşılan ağunun yeryüzüne dökülmesiyle Salur Kazan kendi erkini güncellemiş oluyor; deyim yerindeyse, iktidarlık seçimini yeniden kazanmış ve beylerbeyliği makamına yönelik liyakatini bir kez daha perçinlemiş oluyor. Mitik anlatı Salur Kazan’ın bir kez daha sınavdan geçirilmesini gerekli görmüş gibidir. Eliade’nin söylemiyle, ateşe hâkimiyet yoluyla şaman (hikâyemizde Salur Kazan) insan olmanın ötesine geçerek tinlerle bütünleşir. Tinlerle (ataların ruhlarıyla) bütünleşme esasen meşruiyet kazanmadır ki kut dediğimiz olgudur. Kut gökten gelir ve ataların ruhları da göklerdedir. Salur Kazan yedi başlı ejderhayı yenerek (ateşe hâkimiyet kurarak) yeniden, tazelenmiş bir güçle erginleşiyor. Mit onun yeni bir sınavdan geçirilmesini niçin gerekli görmüştür diye sorduğumuzda spekülatif bir cevap bulabiliriz. 13. hikâyede Salur Kazan ilkin ürküyor, yedi başlı ejderin heybeti karşısında bir gözü bulanarak kan çanağına dönüyor. Salur Kazan o bilindik cesaretini biraz yitirmiştir, şu halde yeni bir sınavdan geçirilerek tekrardan erginleştirilmesi ihtiyacı doğmuştur. Kaldı ki Salur Kazan da kendisini kınayarak “Senin gibi namert göz benim gibi mert yiğitte neyler?” diyor. Burada artık gözü peklik deyimine telmih vardır. Ve haliyle 13. hikâyedeki göz unsuru bizlere ister istemez Tepegöz’ü anıştırıyor.

İlk başta ürkek davranan Salur Kazan’a kendi lalası Kılbaş’ın akıl ve cesaret vermesi de mânidardır. Nitekim Salur Kazan yedi başlı ejderi öldürdükten sonra kendisini kutlayan Lala Kılbaş’a şöyle diyor: “Canım Lala! Ejderhayı ben öldürmedim. Senin bana verdiğin cesaret ve güç öldürdü.” Göz unsuru üzerinden Tepegöz’e eğildiğimizde İt-Baraklara kadar uzanabiliyoruz. İt-Baraklar adlı çalışmasında Emre Erzincan köpek-kafalıların coğrafyasını karanlık ormanlar, yüksek dağlar, sarp kayalıklar ve akarsularla pınarlar olarak belirliyor. Bilindiği üzere Tepegöz’ün doğduğu yer Uzun Pınar’dır. (Uzun Pınar’daki uzun sıfatını da ayrıca değerlendirmek gerekebilir.) 13. hikâyedeki Salur Kazan ise yedi başlı ejderhanın heybeti karşısında Tanrı’dan yardım dilenince Salur Kazan ile ejderhanın arasında birdenbire bir kaya parçası zuhur ediyor. Salur Kazan’ın ardına sığındığı bu kütle bir sarp kayalıktır. Kayalıkların kuytularında yılanların yaşadıklarını düşünürsek 13. hikâyede Lala Kılbaş’ın “ejderhanın aslı yılandır” demesi de yersiz kaçmıyor. Ayarsız dergisinin söz konusu sayısında Gürol Pehlivan’ın yayımladığı “Kazan’ın Yedi Başlı Ejderhâyı Depeledügi Boyı Beyân Eder” başlıklı varyantta Salur Kazan ulu dağları aşarak Kaplan Gedügi denen korkunç bir yere varıyor. Burası da taşların yuvarlandığı tehlikeli bir dağdır. Yine burada yüksek geçitler bulunuyor. Salur Kazan buraya vardığında bir kara taş gümbür gümbür yuvarlanıyor ve taşın yamacında uykuya çekiliyor. Metin Ekici’nin aktardığı varyantta da Salur Kazan ansızın peydahlanan kayanın korunaklı tarafını kendine siper ediniyor. Yada taşından ötürü çok iyi bildiğimiz taşların kutsallığı inancı bir yana, bunun bir de sınır çekici boyutu bulunuyor. Şöyle ki: “Genelde onlarla (Köpek-kafalılarla) medeniyeti temsil eden insanlar arasında bir eşik vardır ve bu eşik çoğu kez karanlık, yoğun bitki örtüsü, su ya da yükseklik ile sınırlandırılmıştır. Kutsal hayvanların mitleşme sürecine değinen Roux bu hususta, kutsallaştırılan hayvanların ya da canlıların vahşi olması, zor ulaşılabilir olması, gizemli olması ve bunlara ek olarak yaşadığı yerlerin de farklı, uzak ya da bilinmez olması gerektiğini savunur.” Bütün bunlar bize hem birtakım mitik hayvanların hem de hayvansı insanların türedikleri yer olan kuzey coğrafyasını işaret ediyor. Dede Korkut metinlerindeki karlı dağlar bizlere Ural Dağları coğrafyasını düşündürtüyor.

Oğuznamelerde Oğuzlar yaman düşmanları İt-Barakları (Kıl-Barakları) yenebilmek için İt-Barak kadınlarından yardım alıyorlar. Yardım alma motifi 13. hikâyeye Salur Kazan’ın Lala Kılbaş’tan cesaret ve akıl alması şeklinde yansımış görünüyor. İt-Baraklara Oğuzlarca Kıl-Baraklar da denmesiyle birlikte Salur Kazan’ın yardımcısının hikâyemizde Lala Kılbaş olarak karşımıza çıkması tesadüfî değil gibidir. Bütün bu benzerlikler kadim zamanlardaki destanlardan Dede Korkut hikâyelerine ulaşmış olan kırıntılardır. Kaldı ki Dede Korkut metinlerinin büyük ve kadim bir Oğuzname anlatısından kopmuş olabileceği yaygın kanıdır. Zeki Velidi Togan Kıl-Barak yurdunu karanlıklar ülkesi olarak tanımlıyor. Salur Kazan ise yedi başlı ejderhanın yaşadığı muhite varınca ejderhanın gözlerinde yanan meşale gibi ışıkları fark ediyor. Işıkların fark edilmesi nedeniyle buranın karanlıklar ülkesi olduğunu varsayabiliriz. Tepegöz’ün barındığı yer de zaten dağlıktır. Salur Kazan ürküntüye kapıldığında kendisini kınayarak kendi gözlerini deşmeyi düşünüyor ki Basat da nitekim Tepegöz’ün tek gözünü oymaktadır. Kadim Oğuzname’den kopan unsurlar bir şekilde hep karşımıza çıkıyor. Basat’ın hikâyesinde peri kızını gebe bırakan Sarı Çoban uzun pınara geri döndüğünde yıldır yıldır parıldayan bir yığınak buluyor. Aynı pınara Bayındır Han vardığında ise bir ibretlik nesne görüyor. Bu nesnenin içinden Tepegöz çıkacaktır. 13. hikâyedeki Salur Kazan ise meşale gibi yanan yedi ışıklara vardığında tepe gibi bir cismi yatar görüyor. Bu cisim yedi yer evreni ejderhadır. Yedi başlı ejderha her hamlesinde Salur Kazan’ın kalkanına çarpıyor.

Şimdi gelelim Uygurca Oğuz Kağan Destanına: “O çağda, orada büyük bir orman vardı; birçok dereler ve ırmaklar vardı. Buraya gelen avlar ve burada uçan kuşlar çoktu. Bu ormanın içinde büyük bir gergedan vardı. At sürülerini ve halkı yerdi. Büyük ve yaman bir canavardı. Ağır bir eziyetle halkı ezmişti. Oğuz Kağan cesur bir adamdı. Bu gergedanı avlamak istedi. Günlerden bir gün ava çıktı. Kargı, yay, ok, kılıç ve kalkanla ava gitti (…) Gergedan geldi ve başı ile Oğuz’un kalkanına vurdu. Oğuz kargı ile gergedanın esc antalya başına vurdu ve onu öldürdü. Kılıcı ile başını kesti, aldı gitti.” Büyük gergedanın at sürülerini ve halkı yemesi ile Tepegöz’ün koyunlarla insanları yemesi arasında hiçbir fark yoktur. Salur Kazan’ın ejderhayla savaşındaki kalkan Oğuz Kağan Destanında da tabii olarak karşımıza çıkıyor.

Yedi yer evreni ejderha, yedi başlı ejderha ve yedi yerde meşale gibi yanan gözlerden çıkarsayabiliyoruz ki Salur Kazan’ın devirdiği ejderhanın her başında tek göz bulunmaktadır. Şu halde yedi başlı tepegöz (canavar) söz konusudur. Buradan sonra artık yedi simgeciliğini ele almak gerekiyor. Fakat bunu burada enine boyuna kurcalamaktansa kısaca birkaç cümleyle geçiştireceğiz. Yedi rakamı merkez simgeciliğiyle ilintilidir. Kutsal dağın zirvesine, yaratılışın merkezine, kozmik zamanın başlangıcına erişmek ve yükselmek amaçlıdır. Yedi çentikli (basamaklı) merdiveni (direği, hayat ağacını) tırmanarak kutsal esc adana zamana ve kutsal mekâna ulaşma çabasıdır: “Şamanik ağaç, Evrenin ortasında yükselen ve zirvesinde Yüce Tanrının veya Güneş Tanrının bulunduğu Dünya Ağacının bir yansımasından ibarettir. Şamanik ağacın 7 veya 9 kertiği kozmik ağacın 7 veya 9 dalı, 7 veya 9 gök katını simgelemektedirler.”

Bu bağlamda ejderha türünden canavarlar da kutsal alanın içerisindedirler. Sergen Çirkin’e bakalım: “Stellerde görülen bazı tasvirler de bu tip astronomik olaylara atıf yapar. Örneğin yılan ve yılanın önünde çizilmiş Güneş tasviri, antik Asya mitolojilerinde yer alan bir efsaneyi hatırlatır. Efsaneye göre Güneş’e doğru ilerleyen yılan, bir süre sonra Güneş’i yutar ve böylelikle geceler oluşur.” Meseleye gerçekçilik açısından yaklaşırsak mitik evrendeki yılanın güneşi yutması gerçek hayattaki düşmanın bir kavme musallat olmasıdır. Düşmanın çökmesi karanlığın çökmesidir. Düşman, bir kavme ekonomik ve demografik darbeler esc bursa de indirir ki, sürülerin yağmalanması ve erkeklerin öldürülüp kadınların kaçırılması bu darbeler arasındadır. Tepegöz’ün koyunları ve insanları yemesinden kasıt budur. Bir kavim güçlü (canavarsı) düşman karşısında yenilir. Bu yenilip yutulmaktır. Düşman yer ve yutar. Daha da ötesinde, Eliade’nin “bağlayıcı tanrı”nın olumsuz yüzü olarak gördüğü korkunç hükümdar tanrılara kurban olarak insan ve hayvan sunmak da (vergi vermek olarak düşünürsek) birer ekonomik ve demografik kayıptır ki mitik çağlardaki insanların bu duruma içten içe tepkili olduklarını ve tepkilerini hükümdar tanrıları canavarlaştırmak yoluyla ifade edebildiklerini varsaymamız gerçekçi bir yaklaşım olacaktır.

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.