
ZİYA GÖKALP ve “KÜÇÜK MECMUA”

Kenan Eroğlu
Ünlü Sosyologumuz Ziya Gökalp konusuna kaldığımız yerden devam ediyorum.
Mütarekeden sonra Diyarbakır’a dönen ve burada “Küçük Mecmua” adında bir dergi çıkaran Gökalp, pek çok zorlukla karşılaşmış ve bu zorlukları aşarak bin bir güçlükle dergiyi çıkartır. Dergi konusunda pek çok zorluklarla karşılaşır. Önceki iki yazımızda “Küçük Mecmua”nın hikayesini aktarmıştık.
Bu gün de yine Ziya Gökalp’ın büyük damadı Gökalp ile birlikte çıkarttıkları Küçük Mecmua hakkındaki görüşlerini, çektikleri sıkıntıları aktarıyorum.
“KÜÇÜK MECMUA”
Ali Nüzhet Göksel
“”«Küçük Mecmua»nın ilk sayısından başlıyarak sonuncusu olan 33. sayısına kadar devam eden nüshalarındaki Z. Gökalp’ın masallarına varıncaya kadar hemen bütün yazıları, Istanbul ve Anadolu’da çıkan gazete ve mecmualara alınarak neşrediliyordu. Bunlarda, sık sık Ziya Gökalp’tan söz açılırdı Yakup Kadri «ikdam» gazetesinde «Küçük Mecmua» başlıklı uzun bir yazı neşretti. Makale şöyle başlıyordu:
«Dehrin bu büyük adamı bu mecmuasıyla bize yepyeni bir âlemin altun kapılarını açıyor. Vaktiyle:
«Benim ruhum kış günü aç
Kalan bülbül gibi muhtaç
Ruhum hasta, sensin ilâç
Beni dertten kurtar Tanrım!..
diyen şairin ruhu, yeni bir ümidin ve millî bir imanın feyzini bize vermektedir.
Yahya Kemal de «Tasvir-i Efkâr»da yazdığı «Yeni Türk Ruhu» adlı makalesinde Gökalp için şunları yazmıştı:
«Onüç sene evvel Diyarbekir’den Rumeli’ye ve Istanbul’a gelip dokuz sene oturduktan sonra tekrar Diyarbekir’e dönen, o diyarın nuranî bir oğlu, bu toprağa, esrarengiz bir ekinci gibi ne ekti? Bunu, bugünkü muhit idrak edemiyor. Fakat yakın senelerde idrak ederiz ki “fikir” denilen meş’ale o imiş ve o meş’alenin peşinde yürüyoruz.»
***
Bütün bu güçlüklere rağmen mecmuayı ağır şartlar altında çıkarmaya çalışıyorduk. Fakat şartlar günden güne daha da ağırlaşıyordu. Iki mürettipten birisi pek acemi idi. Bütün işleri bir mürettip idare ediyordu. Zaman oldu ki Vilâyetin resmi gazetesi «Diyarbekir, bile aksamaya başladı “Sebilürreșad”cılardan ve Arnavud olan Vâli esasen mecmuaya kızgındı. Gazete de intizamını kaybedince, büsbütün çileden çıktı. Fakat, mecmuayı Ordu ve Cephe Kumandanı Cevad Paşa tutuyordu. Ankara Hükûmeti bu Kumandana büyük salâhiyet vermişti. Bundan ötürü Vali Hüseyin Mazhar Beg, açıktan açığa mecmua aleyhine harekete geçemiyordu. Fakat, Matbaa Müdürüne gizli emirler veriyor, o da bize zorluklar çıkarmakta devam ediyordu
20 Haziran 1922 de biz dördüncü sayıyı hazırlamaya başlarken Vâlinin Polisi Matbaaya geldi. Vâlinin beni istediğini söyledi. Gittim. Vâlinin elinde bir kâğıt vardı. Beni görünce: «Küçük Mecmua»da neşredilmek üzere bir yazı hazırladığını, söyliyerek kâğıdı bana verdi. Bunun başlığı «Düşünce» idi. Altında «Receb Ferdi» imzasını görünce, Vali Beğ’e:
– “Müsaade ederseniz makalenizi asıl adınızla çıkaralım, bu, okuyucular için daha alâka çekici olur”, dedim. Fakat o:
– “Benim bu Receb Ferdi ismim de maruftur, «Sebilürreşad»da bu adla birkaç makale de yazmıştım”, dedi. Artık mesele kalmamıştı: Makale, Receb Ferdi imzasıyla çıkacaktı. Matbaaya geldim. Ziya Beğ makalelerini hazırlıyordu. Vâlinin yazısını ona verdim. Dikkat ettim: Okurken bazı düzeltmeler yapıyordu. Okuma işi bittikten sonra makaleyi bana verdi. Yazıda hayli değişiklik yapmıştı: Makalenin başlığı olan «Düşünce», «Düşünüş» olmuş, ifadesi değişmişti. Bunları görünce, o zamana kadar Vâlinin çıkarttığı müşkillerden habersiz olan Ziya Beğle:
– “Vâli’yi gücendirmiyelim; Matbaa Vilâyetindir. Müdürle mürettipler maaşlı memurlardır. Bu itibarla Vâlinin gücenmesi işlerimizi bozabilir”, dedim. Ziya Beğ: –
– «Küçük Mecmua»nı dili sâde türkçe olacak; ben de yankız kelimeberi türkçeleştirdim. Valinin gücenmesini düşünemeyiz. Biz prensiplerimisden ayrılamayız. Mürettibe bu şekilde verirsiniz», dedi. Ben de bu emri alchğundan, yazı bu düzeltilmiş haliyle çıktı.
«Küçük Mecmua»nın sahifeleri çok defa akşamlar bağlanır, gece de makineye verilip basılırdı. O gece makinist gelmemişti. Başmürettip sahifeleri makineye sürüyordu, ben de makinenin kolunu çeviriyordum. Böylece o gece matbaada sabahlamıştık. İşlerimiz bitince, yine her zaman olduğu gibi, mecmuadan beş adet alıp götürerek Ziya Beg’e verdim. Oradan ayrılınca da doğru eve gittim. Çok yorgun ve uykusuzdum. Odama çıktım ve uyudum. Ne kadar uyuduğumu bilmem. Birdenbire beni uyandırdılar. Matbaa Müdürü eve gelmişti: Vali’nin beni istediğinden ve düzeltme işinden çok canı sıkıldığından bahsetti. Gittim, Vali beni görünce, sinirli sinirli:
–“Niçin yazıma dokundunuz? Ben yalnız Vâli değil, tanılmış bir muharririm de», dedi. Ve biraz ileri varır gibi oldu. Ben de onu fazla konuşturmamak için;
–“Bu mecmua Ziya Gökalp Beg’in malıdır kendi fikirlerini yaymak için bunu çıkarıyor; sâde dil cereyanını memleket-şümul yapan ve onu bugün bu milletin edebiyat ve ilim dili haline getiren odur. Onun mecmuası – takdir buyurursunuz ki – bu prensibin dışına çıkamaz”, dedim; ve cebimde bulunan yeni alınmış bir telgrafı kendisine uzatarak verdim. Bu, zamanın Başvekili Fethi(Okyar) Beğ’den geliyordu. Ziya Beğ’in adına yazılan bu telgrafta şöyle deniyordu:
–“Kıymetli mecmuanızı zevkle, istifade ile okuyorum, Devam-i intişarını diler, arz-i hürmet ederim.”
Vâli Beğ, bunu okuyunca sustu, yüzündeki sinirli çizgiler dağıldı, yumuşadı:
–“Peki, öyleyse, sizi buraya kadar yordum”, gibi sözler söyledi. Ben de bu neticeden memnun olarak oradan ayrıldım.
Meğer durum, düşündüğüm gibi çıkmadı: Vâli yine aleyhteki gizli faaliyetine devam etti. 3 Temmuz 1922 de çıkacak 5. sayının sahifeleri dizilip hazırlanmıştı. 2 Temmuzda saat 16 ya doğru basılacaktı. Ben o saatte matbaaya gittim. Müdür ve bir mürettiple makinist ortada yoktu. Yalnız bir mürettip matbaada kalmışı. Öteki arkadaşlarını sordum. Müdür bunlara birkaç gün için izin vermiş, makine de kırılmış, artık mecmuanın basılmasına imkân kalmamıştı. Bu durum karşısında hayret ve dehşet içinde kalmıştım. Asıl mühim olan baskı makinesi idi. Çünkü, memlekette bunu tamir edecek bir kimsenin bulunacağını tahmin edemiyordum. Bütün sanatkârlar askere alınmıştı. Bekliyecek zaman da yoktu. Doğru, Ordu Kumandanı Cevad Paşa’ya koştum, durumu anlattım. Buna çok üzüldü. Levazım Reisine telefonla, makinenin derhal tamir ettirilmesi emrini verdi. Ben oradan matbaaya döndüm. Bir saat geçmeden askerî ustalar geldiler, makineyi güzelce tamir ettiler. Biz de o gece mecmuayı çıkardık.
Matbaada kalan mürettipten öğrendiğimize göre, bir mürettiple makinistin izni, makine kolunun kırılması gibi işlerin hepsi Vâlinin gizli emriyle Matbaa Müdürü tarafından yapılmıştı. Ziya Beğ üzülmesin diye, bütün bu olup biten şeyleri ona duyurmadım. Fakat, Cevad Paşa vasıtasıyla bu tertipin önlenmesini rica ettim. Ondan sonra bir daha bu türlü aksilikler olmadı.””
**
Not-1: Bu yazı; “”Doğumunun 80. Yıldönümü Dolayısıyla “ZİYA GÖKALP ve açılan Ziya Gökalp Müzesi” kitabındaki Ali Nüzhet Göksel (Z. Gökalp’ın büyük damadı) yazısı, Işıl Matbaası İstanbul 1956, sayfa: 141-142-143”” den alınmıştır.
Not-2: Yukarıya aldığım Ali Nüzhet Göksel’e ait “Ziya Gökalp’in Diyarbakır’da neşrine başladığı “Küçük Mecmua” ile ilgili yazının diline dokunulmamış olduğu gibi aktarılmıştır