Türkiye’de son on yıldır çok çeşitli “kozmik senaryolu” oyunlar, müzikaller sahneleniyor ve hiç kimse yaşananların sıradan bir “demokratikleşme süreci” olduğunu iddia etme hakkına sahip bulunmuyor.
Bundan on yıl kadar önce Diaspora kaynaklı bir Ermeni web sitesinde “Kesintisiz Soykırım 1894-2007” başlığı altında bazı isimlere yer verildi. Listedekilerin Ermenilere soykırım uyguladıkları, soykırımın ya fikir babası, ya da siyasi veya askeri sorumluları oldukları ilan edilmişti. İsimlerin akıbetini araştırdık; ortaya çok ilginç bağlantılar çıktı. Listede Sultan II. Abdülhamid’den Abdullah Çatlı’ya kadar 17 isim vardı.
Osmanlı döneminden kalan 9 isimden 6’sı Ermeniler 1’i Ruslar, 1’i de işgalci İtilaf devletleri tarafından şehit edilmiş, Ziya Gökalp ise bir ihtimal erken vefat ettiği için “infazdan” kurtulmuştu.
Cumhuriyet döneminde yaşayan ve Ermenilerin başına bela olan 8 kişiden biri (Hiram Abas) suikast sonucunda, ikisi şaibeli kazalarda ölmüştü. Geriye kalan beş tanesi ise “Ergenekon davası”ndan yargılanıyordu.
110 yıldır bu ülkede ne dindarlar, ne laikler, ne Ülkücüler, ne de komünistler böyle bir rövanş fırsatına sahip olmuştu. Sadece “Ermenilere dokunan yanıyor”du. AKP’nin iktidarda olduğu son on yıldır kim Kürt açılımcısı, asker, ordu ve Ergenekon düşmanıysa aynı zamanda “Ermeni sempatizanları” korosunun bir üyesi olarak karşımıza çıkıyordu.
Türkiye’de olan bitene bir bütün olarak bakıldığında Türk Ulusal Devletini kuran “Teşkilat-ı Mahsusa derinliği”nin hızla yok olup gittiğini görüyorduk. “İntikam tezgâhı”nın önünde de Arkasında da ABD vardı. Hedef, Laik Türkiye Cumhuriyetinin yıkılması, onun yerine “Protestan Cumhuriyetler”in kurulmasıydı. Anlaşılan oydu ki; bu imkânsız gibi görünen sonuç için geniş bir nüfus tabanı ve “laik cumhuriyet karşıtlığı” gibi hususi bir meselesi olan siyasal İslamcılar piyon olarak kullanılıyordu.
Operasyon eski bir sevdanın küllerinden doğmuştu:
-Yıl 1820: İlk Amerikan Protestan Misyonerlerinden Levi Parsons İzmir’e çıkar çıkmaz, “Bu günah İmparatorluğunu tamamen yıkmak ahdim olsun” diye yazmıştı. (*)
-Yıl 1848: Amerikan Misyonerleri, Osmanlı Devletinde bir Protestan Cemaati yarattılar. Tamamı Ermenilerden oluşan bu yeni cemaati Osmanlı Hükümetine resmen tanıttılar.
-Yıl 1850: Amerikan Misyonerleri Osmanlı Ermenileri arasında eğitim çalışmalarını hızlandırdılar ve bundan sonraki 35 yıl içinde 80 Lise, 8 yüksek kolej ve 16 kız okulu açtılar.
Bu okullardan en önemlisi şüphesiz Robert Kolej ve onun üniversitesi olan Boğaziçi Üniversitesiydi.
Robert Kolej Müdürü DR. Gates’in Paris Barış Konferansı dolayısıyla Prof. Albert Lybyer’e gönderdiği mektupta “Ermeniler ve Rumları kurtarmak için Türkleri de kurtarmamız lazımdır… Türkiye de nasıl bir hükümet kuracağız? Türkiye’deki Hıristiyan milletler meselesi, ancak bu mesele halledildikten sonra ele alınabilir,” diyordu. (**)
Robert Kolej’deki bu Amerikan görüşü, Türkiye’nin 1919’dan sonra artık Türklere bırakılmayacak kadar önemsendiğinin bir göstergesiydi. Bir Amerikalı Protestan misyoner okulu müdürünün elindeki en iyi reçetenin “Türkleri Protestan yapabilecek bir idare” olduğu açıktı.
Cumhuriyetle gelen Laiklik, Türklerin, misyonerlerin istediği tarzda westernize olmasına Protestan ahlakıyla “ehlileştirilmesi”ne fırsat vermemişti. Türklerin ehlileşmemekte kararlı olduğu da 1974 Kıbrıs Barış Harekâtında, Ülkücü hareketlerde ve nihayet 1 Mart 2003 tezkeresinde açıkça ortaya çıkmıştı.
Amerikan Protestan kültürü, sadece Robert-Boğaziçi arasında, Şişli-Nişantaşı sosyetesinde ve büyük şehirlerin elitleri arasında etkisini gösterebilmiş ve marjinalleşip halktan koparak demokratik siyasette aktör olma şansını kaybetmişti.
Demokrasi döneminde dindan çoğunluğu elde etmeden Türkiye’yi elde etmenin mümkün olmadığı anlaşılmıştı. Türkiye’yi iyi analiz eden ABD ajanları, hedeflerine ulaşmak için Müslüman cemaatlerin ve İslamcı partilerin “Kadim Protestanlık Misyonu”nu üstlenmesi gerektiğini fark etmişlerdi.
“Büyük dindar”ın Amerika’dan “Radyo Liberty” frekansıyla yayın yaptığı bir dönemde, “Kürt-Ermeni ittifakı”nın ruhunu okşayan “Ergenekon düşmanlığı” şarkısının, “ılımlı İslam” ve “dinler arası diyalog” sazları ile çalınıp, “dindarlar korosu” tarafından seslendirilmesi, kesinlikle bir tesadüf değildi.
Hükümetler gelmiş geçmiş, devletler kurulup yıkılmış, orkestralar korolar değişmiş; “maestro” değişmemişti. 90 yıldan bu yana Lozan’ı tanımamakta direnen Amerika Birleşik Devletleri, “mevlithan görünümlü zangoçlar”a söyletilen “kadim bir Protestan ilahisi”yle Türklerden “İstiklal Marşı’nın intikamını” alıyordu.
_________________________________________________
(*) GRABILL, Joseph L.; “Protestant Diplomacy and the Near East- Missionary Influence on American Policy”
(**) TURAN, Ömer; “Amerikan Misyonerlerinden E. Smith ve H.G. O. Dwigh’e Göre 1830-1831 Yıllarında Ermeniler”