Yahudi asıllı Zbigniev Brzezinski, 1977-1981 yılları arasında ABD Başkanı Jimmy Carter’ın Ulusal Güvenlik Danışmanı olarak görev yaptı. O’nun düşünceleri, son otuz yılda bizi de etkileyen Amerikan politikalarının kodlarını vermesi bakımından önemlidir. ABD’nin son başkanı Obama, seçildikten hemen sonra, Brzezinski’yi “Amerika’nın yetiştirdiği en seçkin düşünürlerinden biri” olarak takdim etmeyi ihmal etmedi.
Soğuk Savaşın strateji şövalyelerinden ve Yeni Dünya Düzeninin fikir mimarlarından olan Brzezinski, “Avrasya“yı geleceğin çok oyunlu “Büyük Satranç Tahtası” ve “ABD için ana jeopolitik ödül” olarak tanımlamıştır.
“Amerika’nın küresel önceliği doğrudan doğruya Avrasya kıtasındaki hakimiyetini ne kadar süreyle ve nasıl bir etkiyle sürdürebileceğine bağlıdır. Amerikan önceliğinin bütün potansiyel siyasi ve/veya ekonomik meydan okuyucuları Avrasyalıdır.”
Brzezinski, 2000 yılında yayınlanan “Jeostratejik Üçlü” adlı kitabında ise bu kez “Avrupa, Çin ve Rusya’yla aynı dünyada yaşamayı” anlatıyordu. Son otuz yıldır Avrasya’da ve Avrupa’da yaşananlara bakıldığında, Amerikan Dış Politikasını halen Brzezinski stratejisinin yönlendirdiği anlaşılmaktadır.
Kitapta geçen “Atlantisist Avrupa” ifadesi, ABD’nin bakış açısını yansıtan, bizim için de önemli bir ipucudur. Çünkü “Atlantisist” sözü, Wikileaks belgeleri arasında yayınlanan Amerikan Büyükelçiliğinin Washington’a gönderdiği raporda da geçiyordu. Büyükelçi Robert Pearson, 2003’te Türk Ordusunu “Avrasyacılar, Milliyetçiler ve Atlantikçiler” olmak üzere üçe ayırmıştı.
Aslında biz Türk ordusuna böyle bir ilkesel disiplinsizliği ve bu sıfatları yakıştıramayız. Ancak ABD meseleye böyle bakmış ve “Atlantisit Generaller“i 1 Mart tezkeresinde yetersiz kalmış olmalarına rağmen Silivri’den uzak tutmayı başarmıştır. (Özkök ve Yalman)
Kurulduğundan beri Wilson Prensipleri, Truman Doktrini, Carter Doktrini gibi stratejilerle dünyaya hakim olma yolunda ilerleyen ABD’nin özellikle 1950’den sonra Türkiye’deki sivil iktidarı başı boş bıraktığına inanmak mümkün değildir. Brzezinski’den ve Pearson’dan bahsetme sebebimiz de budur.
“Brzezinski’nin Avrasyası“nda bugün, “Pearson’un Avrasyacı” olarak nitelediği generaller ve “Atlantikçi” olmayan komutanlar, 4 yıldır tutuklu bulunuyor. Aynen Guantanamo gibi hüküm yok, ceza yok… Sadece işkence niteliğinde alıkoyma var. Bu tarihi eziyet tablosunu sadece 11 Eylül 2001 trajedisinden sonra TSK’nın 1 Mart 2003 tezkeresindeki olumsuz tavrına bağlamak hatadır. Askerleri üçe ayıran ABD’nin sivilleri de disiplinsiz bularak daha fazla parçaya ayırdığından ve sivil siyaseti Amerikan çıkarlarına göre tanzim ettiğinden şüphemiz yoktur.
Bu süreçte,
1-56’ncı, 57’nci Hükümetlere ekonomik ve siyasi operasyon yapılması,
2-Apo’nun bir “açık toplum manivelası” yapılmak üzere Türkiye’ye teslim edilmesi,
3-AKP’nin Milli Görüş yerine Atlantik gömleği giydirilerek iktidara taşınması,
4-Fethullah Gülen’in, köklü Nur Cemaatinin bir kısmıyla birlikte rehin alınması,
5-Recep Tayyip Erdoğan’ın BOP Eş Başkanı olarak atanması,
6-STK’ların CIA’nın yan kuruluşlarıyla iş birliği yaparak “Atlantikçi süreci” desteklemesi,
7-Etnik ve dini muhalif cemaatlerin Cumhuriyetçilere ve Milliyetçilere karşı ittifak yapması,
8-CHP’ye ve MHP’ye teknik operasyonlar yapılması,
9-Yeni Anayasa hazırlığında terörist başından bir feylesof siyasetçi gibi yararlanılması,
10-Ordudan başka, Polis, Yargı, Üniversite ve Medya’da Atlantikçi operasyonlara devam edilmesi… gibi olaylar, asker engeli aşıldıktan sonra sivil siyasetin “Atlantisist bir Türkiye” kurmak üzere ABD tarafından tanzim edildiğini göstermektedir.
Türkiye, soğuk savaş döneminde SSCB ile ABD arasında bir denge politikası izleyebilmiştir. Ordumuz, NATO üyesi olduğu halde 1974’te Kıbrıs Barış Harekâtını İngiltere’ye ve ABD’ye rağmen yapmıştır. Bu politikayı, içerideki güçlü sol muhalefeti Erbakan’la senteze sokup iktidara getirerek, icabında milli çıkarla için Varşova Paktı’na doğru kayabileceğimiz mesajını verdikten sonra inandırıcı kılabilmiştir.
Yasama, Yürütme, Yargı, Ordu, Basın, İktidar ve Muhalefet, bir ülkenin milli güç unsurlarıdır. II. Mahmut’tan beri uyguladığımız denge politikasında Türkiye bir kez Almanya ile ittifak yapan Enver Paşa zamanında iç ve dış alternatifsizliğin geri dönülmez yoluna girmiş ve bu antidemokratik hamle bize bir imparatorluğa mal olmuştu.
Sultan II. Abdülhamid’in “ben büyük devletlerle flört ederdim, onlar biriyle nikâh kıydı, sonuç böyle oldu” dediği mesele, bugünkü durumu izah etmektedir.
Atatürk’ün “bağımsızlıkta Bulgarlar kadar bile kıskanç olmadığımız için Almanlar bize saygı duymuyor” diye şikayet ettiği durum da 1915’teki irade ve komuta teslimiyetiydi.
BOP eş başkanı Tayyip Erdoğan’ın Avrasya’yı arkasına, Milliyetçiliği ayaklarının altına alarak misyonerliğini üstlendiği Washington mahreçli Açık Toplum ideali, siyasi güç açısından bir şempanze kolonisinden farkı kalmayacak olan “Atlantikçi Türkiye“nin ta kendisidir.