Ergenekon Denklemi
ve
Adamlık Sınavı
Şükrü Alnıaçık
Merkezi sınavlar cenneti Türkiye, toplu halde bir sınavdan geçiyor. Bu “Adam Seçme Sınavı“na, moda kısaltmalardan birini yakıştırarak, ağız alışkanlığı yapmaması kaydıyla “ASS” diyebiliriz.
İçinde biraz adalet duygusu olan ve rüzgâr gücüyle değil de kendi ayaklarıyla yürüyenler, bu sınavı başarıyla geçiyor. Köksüz, fikirsiz bedenler ise kopyayla “yüz çekse” bile, bu adamlık sınavını geçemiyor. Çünkü soruları kim hazırlarsa hazırlasın adamlık sınavının kâğıtlarını yalnız Rabbi’l-âlemin okuyor; ebedi adamlığın notunu sadece Allah veriyor. Hileyle, kopyayla ve sonu belirsiz demokrasi masallarıyla “adam” olunmuyor.
Sınav, adeta Sayısal-Sözel formatında iki ana bölümden oluşuyor. Ergenekon ve Balyoz davaları, adamlık sınavının sözel bölümünü oluşturuyor. PKK ve İmralı süreci ise sayısal mantık sorularından oluşuyor.
Sade vatandaş seçmenler için geçme notu 50… Okumuş yazmışlar, hukuktan anlayanlar, gazeteciler, tarih bilenler ve siyasetçiler için ise “adamlık puanı” 75’in üzerine çıkıyor. Meseleleri derinlemesine inceleyip de soruların tamamına cevap veremeyenler ise bu adamlıktan sınıfta kalıyor!
14 Temmuz 2008’de Ergenekon İddianamesi açıklanıyor. Savcılar Zekeriya Öz, Mehmet Ali Pekgüzel ve Nihat Taşkın…
Ergenekon Davasına İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesinin bakacağı açıklanıyor. Mahkeme Başkanı Köksal Şengün… Şimdiki başkan Hasan Hüseyin Özese ise kıdemli üye…
25 Temmuz 2008’de hâkimler, iddianameyi kabul ediyor.
Hicri 1431 yılı Ramazan ayına denk gelen Eylül 2008’de İstanbul Emniyet Müdürlüğü İstihbarat Dairesi bir iftar yemeği düzenliyor,
Ergenekon davasında o günden bugüne adı geçen tüm savcılar ve hâkimler, Beşiktaş iskelesinden bir gezinti teknesine biniyor. İstikamet, yeni zenginlerin gözde mekânı, boğazdaki Cemile Sultan korusu… İftar gizli değil, emniyetin etkinlik panosunda teşhir edilecek fotoğraflar çekiliyor.
Ergenekon davasının tüm hâkimleri, savcıları, amir ve memurları aynı fotoğraf karesinde buluşuyor. Etkinliğe “Ergenekon İftarı” dememizi, bir mahkûmların bir de mübaşirlerin eksik olması engelliyor.
Ünlü Savcı Zekeriya Öz ile Ünlü Hâkim Hasan Hüseyin Özese teknede yan yana oturuyor. Yemekte de emniyetçi-savcı-hâkim dağıtımı “tüfek çatar gibi” dikkatle yapılıyor. Anlaşılan o ki; “oklar aynı hedefe yönelmeden önce yaylar sonuna kadar geriliyor.”
Böylece hepimiz için adamlık sınavı başlıyor.
Sınav başlıyor diyoruz çünkü… Aradan 4 – 5 sene geçiyor. 18 Mart 2013 tarihli son duruşmada, Savcı 64 sanığa ağırlaştırılmış müebbet talep ediyor. Hafif müebbetler ve diğer taleplerle birlikte binlerce yıl ceza talep ediliyor. Sanırsınız ki “Kandil dize gelmiş yargılanıyor.” Oysa aynı günlerde “ağırlaştırılmış müebbet Apo,” İmralı süreciyle “meydanlara iniyor!”
Cezaları talep eden, iftar fotoğrafındaki “sağdan üçüncü” Savcı Mehmet Ali Pekgüzel… Karar mercii, hemen onun sağındaki 13. Ağır Ceza Mahkemesi Başkanı Hasan Hüseyin Özese… Üyeler de yan masada emniyetçilerle beraber oturan hâkimler…
Aynı duruşmada hâkimler, savunmanın CMUK dayanaklı taleplerini, “mahkemeye yeni bir şey katmayacağı, mahkemeyi uzatacağı” gibi gerekçelerle reddediyor. Emniyet-Savcı-Hâkim elemanlarından oluşan Ergenekon denklemi, kalem eskitmeye devam ediyor.
Bilindiği gibi, Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunu, “Yasama“nın görevi kapsamındadır ve TBMM’nin teşri otoritesi altındadır.
Yine bilindiği gibi, sanıkların yakalanarak savcılığa sevk edilmesi, “Yürütme“nin adli görevleri arasındadır ve İçişleri Bakanlığına bağlı emniyet güçleri tarafından yerine getirilir.
Adaletin tecellisi ise “murakabeli iş bölümü” içinde “Yargı“nın muhakemesine kalmıştır.
En azından Türk filmlerinden biliriz ki, haşin bir savcı, sanki iğreti eşarplı masum kadın onun babasını öldürmüş gibi, “şu bedbaht kadın” diye başlayan tiradını “idam talebiyle” tamamlar. Adı üstünde “sav“cıdır ve savlamaktadır.
Ancak müşfik hâkim son anda devreye giren bir tanığın da yardımıyla, sağlı sollu bir iki fısıltıdan sonra “gereğini düşünür” ve adalet tecelli eder. Kadın oracıkta yavrusuna sarılacak kadar suçsuzdur!..
Şimdi…
–O “bedbaht kadını” büyük bir şaşkınlık içinde eline aldığı kanlı bıçakla yakalayan ve “merkeze götüren” polisle…
–Muhayyilesini yırtarcasına bağıran ve sistemin gelmiş geçmiş bütün yanlışlarını kadına fatura eden savcıyla…
–Adaleti mülkün temeli olarak gördüğü için kalemini kırmadan önce vicdanının gözyaşları ile yıkayan hâkimin “aynı adam” olduğunu ve azı dişlerinin “tek bir mideye” çalıştığını farz edelim…
Bu senaryoda “mutlu son“a ulaşmak ne kadar mümkün olabilir?
Meselâ, mafyaya karşı yürütülen bir “temiz eller” operasyonunda aynı davanın emniyet, savcı ve hâkim üçlüsü, gözlerden ırak, bir masanın etrafında bu kadar yakınlaştığında bunun bir tek anlamı olurdu: “Bir egemen güç davaya müdahil olarak, yasamayı, yürütmeyi, yargıyı ve yargının murakabeli çalışma birimlerini tek eline almıştır.”
Şimdi sorulara geçiyoruz…
1- Adalet bunun neresindedir?
2- Demokrasi bunun neresindedir?
3- Müslümanlık bunun neresindedir?
4- Adamlık bunun neresindedir?
Her soru 25 puandır! Herkese başarılar…