Şükrü Alnıaçık
İçişleri Bakanlığı’nın 26 Ekim 1970 tarihinde dönemin başbakanı Süleyman Demirel’e ve valilere sunduğu “Tanıtma Broşürü“ne göre Milliyetçi Gençlik Kampları’ndaki günlük çalışma programı, sabah 03.30’dan gece22.30’a kadar sürüyordu.
Fizik-metafizik dengesi gözetilerek, namaz vakitlerine göre hazırlanmış olan bu programın, Kızıl Emperyalizmin 1968’de Vietnam’da kazandığı yüksek morali dikkate alarak yazılmış olduğundan şüphe yoktu. Türk Milliyetçiliği için Amerikan Emperyalizmi de ciddi bir tehditti; ancak komünizm kadar yıkıcı bir ideolojik omurgaya sahip değildi.
ABD, Sovyet yayılmacılığına karşı kapitalist tüketim kültürünün veya bireyci liberalizmin ciddi bir ideolojik savunma derinliği bulunmadığının farkındaydı. Bu yüzden de Milliyetçilik ve dindarlık gibi Komünizme karşı donanma kabiliyeti olan değerleri karşısına almaktan kaçınıyordu. Milliyetçiliği ters tepebilecek bir silah olarak değilse de koruyucu bir zırh olarak değerlendirmek ABD’nin işine geldiği için 1970’lerde Milliyetçilerle ABD arasında açıktan bir mücadele yaşanmıyordu.
Ülkücü Hareket, 1970’lerde Moskova destekli 45 silahlı sol fraksiyonla çatışarak tarihe yön vermeyi eğitimle başardı. Hareketin 40 yıl sonra bile gündemde kalmasını ve muhtemelen gelecekte daha önemli işler yapmasını sağlayacak olan o büyük manevi gücün temelinde hem kamplarda hem de sahada alınan uygulamalı eğitim yatmaktadır.
Kamp eğitimi almak, tabii ki her Ülkücüye nasip olmamıştır. Ancak 70’lerin Ülkücü ahlakının, nerede ve nasıl oluştuğu, nedeni bir bakışta anlaşılamayan Ocak disiplininin arkasında bu gençlik kampları vardır. Gençlik Kamplarındaki eğitim, zamanla Ocak seminerlerine yansımış, 1975’ten sonra sokakta ve okulda serdengeçtilik olarak kendini göstermiş; nakil ve taklit yoluyla Ülkücü karakteri derinden etkilemiştir.
Psikolojisi eğitimle güçlendirilmiş gençler, 1970’lerde çevrelerine dalga dalga “Ülkücü şahsiyeti” yaydılar. Genellikle yönetici görevleri alan yetişmiş Ülkücüler, yönettikleri kişileri de şifahi eğitimle güçlendirdiler. Ülkü Ocağına yolu düşen her Türk genci, bu kaynaktan nasibi, yeteneği ve yüreğinin gücü oranında yararlandı. Ülkücü, böylece fikri hadımlıktan ve siyasi hadimlikten ebediyen kurtulmuş oldu.
Komünist gençlik hareketlerinin eylem gücünü dengeleyen, Sovyetlerin yayılma iradesini kıran ve Türkiye’yi Afganistan olmaktan kurtaran milli savunma iradesinin ete kemiğe bürünmüş hali, Ülkücü insan tipidir. Bugün de Ülkücülerde görülen eşsiz siyasi duyarlılık, kutsal değerler için gerektiğinde “ateş hattına dalabilmiş olma” cesaret, dirayet ve ferasetinden kaynaklanmaktadır.
23 Mart 2013 Bursa Mitingindeki “Vur De Vuralım Öl De Ölelim!..” sloganı da işte böylesine yüklü bir arka plandan beslenmektedir. Bu mazinin ve orada binlerce şehit vererek kazandığımız düşünce ve eylem sistematiğinin nefsine tapan bireyci kolejliler tarafından anlaşılabilmesi mümkün değildir.
Medyadaki kart zampara yöneticilerin gözüne girerek ekrana çıkan Amerikan kolejli ponpon kızların ve komi görünümlü jöleli ergenlerin “artık vurmayacağız” diyen profesyonel katillere sempati, “Vur De Vuralım, Öl De Ölelim” diyen masum Ülkücülere ise düşmanlık duygusu beslemelerini ancak Freud’la açıklayabiliriz.
Liberallerin, Kürtçülerin ve Radikal İslamcıların, “milli iradenin hadım edilmesi“nden duydukları intikamcı hazzın temelinde yıllardır uğradıkları üvey evlat muamelesi yatıyor. Yine Freud’a göre Marksistler, toplumu milli namustan soyutlayarak, Amerika’yla da olsa flörte hazır hale getiriyor ve “despot ağabey” olarak gördükleri Ülkücülerden böylece intikam alıyorlar.
PKK’yı, artık bar işletmeciliğine soyunmuş bir “tecavüzcü coşkun,” Ülkücüleri de eve geliş saatlerine saç veya etek boylarına karışan maço bir ağabey gibi gören bu edilgen algı sistematiği genellikle bastırılmış “psiko-seksüel duygulardan” kaynaklanıyor.
Türk’ü sosyal aşağılık kompleksine sürükleyen ajan okullarından “edilgenlik virüsü” olarak mezun olan gazeteciler, bugünlerde babasından intikam almak için kendisini tecavüzcünün kollarına atan bunalımlı bir ergen gibi İmralı’daki “limitsiz barış partisi“ne katılmaya can atıyorlar. Sonra da onları bu “zevkten” mahrum bırakacağı kaygısıyla MHP’ye saldırıyorlar. İşte bu bunalımlı çocukların “Türk Devleti ve PKK Terörü” ekseninde aptalca işler yapmasını mektep marifetiyle tahrik edilmiş psikolojik dürtüler besliyor.
Yüz yıl önce Freud, itibarsızlaştıran “ihaneti” ve mutsuz eden “aptallığı,” şuuraltındaki baskılara bağlıyordu.
Gerçek şu ki Türk diye gezinen bu hasta ruhlar için hala “bize özgü bir reçete” bulunmuyor.