BİZDE DÜŞÜNCE – FELSEFE YOK MU?
Kenan EROĞLU
Odgurmuş: Sizi anlamak mümkün değil. Koskoca bir milleti, bin yıllardır dünyanın en büyük ve uzun ömürlü devletlerini kurmuş olan Türk milletinde kayda değer bir düşünce-felsefe yok diyorsunuz öylemi.
Monşer: Evet yok. “Klasik bir Türk-İslam düşüncesi, Osmanlı düşüncesi diye bir şey olsaydı biz onu biliyor olurduk.
Bu düşüncenin tarihi olurdu.
Bu düşüncenin düzen olarak devamı olurdu.
Devlet yıkılmazdı.
Kendi etkin varlığını sürdürürdü.”,
“Etkin varlığını sürdürmeyip yıkıldığına göre, öyle bir düşünce yoktu, dolayısı ile bilim yoktu, teknoloji yoktu, teknik yoktu”.
“O dönemi yaşayan insanlar kendi tarihlerini yazmadıklarına göre, olsaydı yazılmış olurdu.”
Odgurmuş: “Bu düşüncenin düzen olarak devamı olurdu. Devlet yıkılmazdı. Kendi etkin varlığını sürdürürdü.”,
“Etkin varlığını sürdürmeyip yıkıldığına göre” Diye başlayan cümle kuruyorsunuz. Eski Yunan’da felsefe var ama eski Yunan’ın son yüzyıllara kadar kayda değer bir devleti olmadı, günümüzde bile devlet nedir devlet idaresi nedir bilmeden ekonomik darboğazlarla boğuşup duruyorlar. Esasında bu belirttiğiniz düşünce tarzı yani “bizde şu yok bu yok, olsaydı bir tarihi olurdu” gibi düşünceler, Türk Toplumunda 19. Yy. da oluşmaya başladı. Aslına bakarsanız, 18. Yy. sonu, 19. Yy. başında dünyada bir fikir tarihi diye bir şey yok ki bizde olsun. Avrupa’da o dönem her taraf dolu da bizde bunlar yok, biz yazmamış değiliz ki.
“Düşünce tarihi yazma geleneği 18. Yy. ortalarında teşekkül etmeye başladı.
Düşünce tarihini bir disiplin halinde yazma işi 19. Yy. da ortaya çıktı.
Ayrıca; Avrupa’da düşünce tarihini yazanlar “biz hem bu günümüzü yazıyor, oluşturuyoruz. Ama geçmişi de yazıp oluşturabiliriz.
“Eskiden gelen verileri yeniden kurup hayatımızın parçası haline getirmiş oluruz.” (Diye düşünüyorlardı)
Batı bunu yaparken hakikatin peşinde olmak değil, hakikatin kendileri tarafından icat edildiği, kurulduğu varsayımına dayandılar
Batılı için konu, hakikatin yazılması değil, Oluşturmak istedikleri hakikatin inşası için kullanılıyor.”
“Genel olarak bir kanaat vardır. Bu yanlış kanaat sizde de var.
“Türk düşünce hayatında önemli bir şey yoktur” denir.
“Eğer olsaydı buna dayalı olarak eserler olurdu” denir.
Eğer bir insan bir dağın eteğinde durup dağın zirvesini göremezse “dağ yoktur” diyebilir, fakat dağ yok olmaz.
Eğer insan dağa sırtını dönmüşse elbette dağı göremez. Dağı göremedi diye de o dağ yok olmaz.” (Prof. Dr. Tahsin Görgün )
Tıpkı misalde olduğu gibi; siz sırtınızı kendi tarihinize ve kendi değerlerinize dönmüşseniz hatta kendi düşüncesine ve kendi birikimine sırtını dönmüşseniz elbette arkanızdaki dağ gibi birikimi görme imkânınız yoktur.
Hatta:
“İnsanlık tarihinin en az 7-8 yüz yıllık bir dönemine hükmetmiş bir milletin, Hindistan’ın, Çin’in Orta Asya’nın, Afrika ve Avrupa’nın kaderi üzerinde etkili olmuş bir topluluk olan Türklerin bir düşüncesi ve düşünce sistemi olmamış olabilir mi?”
“16. ve 17. Y yılda Osmanlının tesiri sadece siyasi ve askeri bir tesir değildi.
Almanya, Fransa, İtalya, İspanya ve İngiltere vs. devletlerde yaşayanlar Osmanlı devletine bakarak kendi hayatlarını düzenliyorlar, çeki düzen veriyorlardı.
Alman Filolog Frederick Mayneke; “17. Yy. da batı Avrupa’da yaşayan siyasetçi ve düşünürlerin kafasındaki ideal devlet ve düşünce Osmanlı’da tahakkuk etmişti”(diyor).
Yani nasıl bir devlet istiyorsunuz sorusunun cevabı “Osmanlı gibi” idi.”
“Birçok batılı yazarda bunu görebiliriz.
(Makyavel, Thomas Hudson, Jean Buden, John Locke)
Bu insanları hep biliriz de bu insanların ilham aldıkları ve etkilendikleri düzeni (Osmanlı) yı pek tanımayız.
Onların düşündükleri etkilendikleri bir düzen var mıydı ki hiç bilmeyiz, merak etmeyiz.” (Prof. Dr. Tahsin Görgün)
…
“Türkler, tarihi yapıyor ve yaşıyor. Ama düşünce tarihini ise en işlerine yarayacak şekilde kurgulayıp yazmıyorlar, yazmayı düşünmüyorlar.
Çünkü hakikat kendilerini bağlıyor.
Türk düşüncesinin esasına göre; “Bizden bağımsız bir hakikat var. Ve o hakikat bizi bağlar.”
“Batı düşüncesi tarihinde ise; “Aslında hakikat diye bir şey yoktur. Biz o hakikati kendi konumumuza ve çıkarlarımıza göre kendimiz kurar inşa ederiz” düşüncesi hâkim.” (Prof Dr. Tahsin Görgün)
Hakikat ile bağlı olan bir Türk düşüncesi varken, kendilerinden başka ülkelerin birkaç Filozofunun dışında hiç bir kimseyi pek kabul etmeyen veya görmezden gelen batı ile kıyaslamak, bizde şu yok bu yok demek insanın kendisini aşağılarda görmesi değil de başka ne olabilir.
Bir adam merdiven çıkıyor, bir adam yol yürüyor diyelim. Merdiven çıkan yol yürüyene neden sen de çıkmıyorsun, senin merdivenin yok mu vs diye eleştirmesi nasıl bir abesle iştigal ise, Yol yürüye adamın da merdiven çıkan adama “sen neden oraya çıkıyorsun, senin gidecek yolun mu yok” demesi de aynı abesle iştigaldir.
Kendi geçmişimizi batı kalıpları ile değerlendirmezsiniz.
Monşer: Bizde felsefe yoktur. Yani vardı da biz mi inkâr ediyoruz. Olmamış, gelişmemiş.
Odgurmuş: Evet bizde bir takım olumsuz düşünceler oluştu ve gelişti. O da bize Tanzimat’tan sonra batıya yöneldiğimizden itibaren zecri olarak kendimizden ve kendi değerlerimizden şüpheye düşmeye başladık. Bu durum öyle bir noktaya geldi ki Cumhuriyetle birlikte tamamen kökümüzden koparılmak istenmemiz sonucu, her iyi şey batıda, her kötü şey ve melanet doğuda düşüncesinin derinliklerine düştük.
Biz Türk insanı olarak, kendimizi tanımıyoruz.
“Biz birinci derecede kendimizi iyi tanımamız lazım. İslam’dan önce Türk düşüncesi mevzi idi. İslam’dan sonra ise beynelmilel hale geldi. (Farabi, Gazali, Razi)”
“Bizde hep, Batı felsefesi üzerinde çalışıldı.
Batı felsefesi üzerinde çalışırken batının en kıytırıkları bile büyük filozof olarak takdime dildi. Tezler hazırlandı, çalışmalar yapıldı. Peki ne çıktı bu günlere kadar?
1925 den beri çalışanlardan ne çıktı (düşünür ve felsefeci olarak) Hiçbir şey çıkmadı. Kim hangi felsefi teoriyi geliştirebildi?
Yok.”” (Prof. Dr. Süleyman Hayri Bolay’ı dinlerken 25.03.2016)
Elbette olmaz Tarihi birikimimize sırtımızı dönünce batılı düşünürleri de yeteri kadar özümseme olmadı. Dolayısı Cumhuriyet döneminde kayda değer düşünür yetişmedi.…
“Tanzimat Fermanı’nın mutfağında çalışan hazırlayan Sadık Rıfat Paşa (Ölümü 1857) Ahlak kitabı yazmış. Sorar; “Aklın yeri neresidir.” Batıda bu sorulmaz.
Cevap: Aklın yeri, “nasile mücelsededir” (celse)
Yani“ aklın yeri halkla konuşmadadır”.”
“İnsanımız, bilhassa solcular “bizde tefekkür yoktur” derler.
Araştırma yapan yok. Yapanlar da Arapça bilmez, farsça bilmez.
Selçuklu dönemi eserleri nasıl okunacak?
“Arapça bilmek yetmez, kavramları da bilmek lazım.”” (Prof. Dr. Süleyman Hayri Bolay’ı dinlerken 25.03.2016)
Monşer: Sen bunlara felsefe mi diyorsun. İbni Sina, Farabi ve benzeri bir kaç kişi dışında, neredeyse son altı asır içerisinde yetişmiş başka bir şahsiyetten örnek verilemiyorsak burada da ciddi bir sorgulama gerekmektedir… Kusura bakmayalım ama Türkiye’de felsefenin sadece adı, bir de liselerde ve üniversitelerde bölümleri var.”
“Felsefe, aklı önceleyen düşünce ve soru demektir Odgurmuş’um. Zihninde kuşku ve soru yoksa felsefe de olmaz; her sorunun cevabı verilmiş, şüphelendiğin bir bilgi de yoksa neyin felsefesini yapacaksın. Filozof dediğimiz kavram şüpheden doğar, şüphenin olmadığı yerde filozof olmaz.”
Odgurmuş: Sizin bu söyledikleriniz tamamen oryantalist bir bakıştır. 6 asırdır felsefe yok diyorsunuz, 6 asırdır hangi batı ülkesinde onlarca felsefeci var. Ayrıca sizin Felsefe dediğiniz nasıl bir şeydir ki. Açıklayın da biz de bilelim. Kafanızda oluşturduğunuz, olmayan mefhumları felsefe şöyledir böyledir diye ileri sürüyorsunuz. Bu tarz yaklaşım bizim batıcı ezik aydının en büyük handikap’ıdır.
Türk Milletinin hayatı felsefedir. Batı standartlarına göre bizi değerlendiremezsiniz.
Prof. Dr. Bayram Ali ÇETİNKAYA hoca ne diyor.:
“”Avrupa’nın bilim ve teknolojide hızlı gelişme kaydetmesi Osmanlı münevverlerinin yönünü Batıya çevirmesine sebep olmuş; 1826’da Tıp Mektebi’nin, 1868’de Galatasaray Lisesi’nin ve Robert Koleji’nin eğitime başlaması, Batı tarzı eğitim anlayışını, dolayısıyla Garp düşüncesinin Türkiye’deki etkinliğini artırmasını hızlandırmıştır. Bu düşünceler, o dönemde Avrupa’da revaçta olan materyalist ve pozitivist fikirlerden oluşmaktaydı. Özellikle Tıp Mektebi, pozitivist, Darwinist ve Freudist fikirlerin üreme merkezi haline gelmişti”” (Prof. Dr. Bayram Ali ÇETİNKAYA, (Kırmızılar Web sitesi.10 Temmuz 2016) (İstanbul Üniversitesi, İlahiyat Fakültesi, Felsefe ve Din Bilimleri, Felsefe Tarihi)
Batı bizi böyle etkiledi ve bizim sözüm ona okumuşlarımız da batının hayranı oldular.
Ya Mehmet Genç hocanın dediğine ne diyeceksiniz?
“Mehmet Genç”
“”Bir kere Osmanlı tecrübesi, dünya tarihinde benzeri olmayan bir tecrübedir. Muazzam bir çeşitliliği kontrol etti Osmanlı ve her türlü farklılıkla birlikte yaşamayı denedi. Hiç kimseyi fazla incitmeden…
Müslüman kaldılar ama Müslümanlığın tanıdığı toleransın en azamisini uygulayarak bu haritayı yönettiler.
Orkestra şefi gibi, çeşitli aletleri çalan insanları bir harmoni içinde bir arada yaşatmayı başardılar.
Toynbee onu söylüyor… 1970’de Osmanlı sisteminin dünya tarihindeki yeri diye bir toplantı yapıldı Amerika’da, kitabı daya yımlandı daha sonra.
Orada diyor ki Toynbee ki çok proottoman olan, Osmanlı muhabbeti olan bir adam değildir, ama 1970’deki ifadeleri çok enteresandır.
“Osmanlı bittikten sonra huzur diye bir şey kalmadı o coğrafyada, insanlar birbirini boğazlamaya başladı” diyor.””(Öğretim Görv. Mehmet Genç., Ayşe Böhürler röportajı, Tv net Türk Kahvesi programı 3 Şubat 2019″)
Bütün bunları nasıl görmezden geliyorsunuz.
Konu batı olunca diz üstü çöküp teslimiyet bayrağını çekiyorsunuz. Bu olacak iş mi?
“O dönemin en önemli düşünürü Gelenbevi (İsmail Efendi 1730-1791), “varlık madeliteleri” ile alakalı eser verir. Hakkı Bursevi de o dönemin ünlü mütefekkiridir. Murtaza Ez Zebidi (Mısırda) yi de saymak gerekir.
Yine Mütercim Asım Efendi sözlük, dil, lügat ve tarih konusunda çok önemli eserler verir.
Aslında Alman’ların kimlik oluşturmak amacıyla düşünce ve tarih yazarlığı ortaya çıkmasına rağmen, İtalya ve İngiltere’de düşünce tarihi yazıcılığı zayıf kalmıştır.”
“Hegel; “Eğer bir millet, düşünce tarihi vs. konusunu yazacaksa Cermen’lerle irtibat kurmalı. Eğer bir irtibat varsa kayda değerdir. Yoksa önemi yoktur.” Diyor. “Onlar tarihsiz toplumlardır” diyor.”
“İşin garip tarafı, Hegel’in fikirlerini oluşturduğu ve etkilendiği isim ise “Mevlana Celalettin Rumi” dir.
Hegel; “Felsefi Bilimler Ansiklopedisi” kitabının ön sözünde uzun uzun “Divan-ı Kebir” den iktibaslar yapar. Ve “Mevlana o kadar güzel anlatmış ki, ben anlatamayacağım için iktibas koyuyorum” diyor.
Fakat İslam Tarihini ve Türk tarihini açılmış olarak ve zamanının düşünce tarihi çöplüğüne atıyor.” (Süleyman Hayri Bolay)
“Bizde şu var bu yok denilir.
Cohn locke İngiltere’de var ama Almanya’da yok.
Descartes Fransa’da var ama Almanya’da yok, İngiltere’de yok.
Friedrich Nietzsche Almanya’da var, İngiltere’de yok.
Zaten bu düşünürler de tek tük var.”
…….
“Peki biz de ne var?.
Bizim varlığımızda önümüzü aydınlatanlar, düşüncemiz, düşünürlerimiz kimlerdi, nelerdi.
Biz de bilim, bilimsel faaliyetler hangi manada, nasıl yürütülüyordu.
Kendimize özgü tavrımız nedir, bunu keşfedip inkişaf ettirmenin yollarına bakmalıyız.
Bizim eserlerimizin %90-95 i yazma halinde duruyor.
Eğitim sistemimiz ona göre düzenlenmelidir.”
Kısaca biz kendimizi tanımalı kendi değerlerimize dönmeli onları araştırmalı ve incelemeliyiz.