ANLATAMIYORUZ HER HALDE
Kenan EROĞLU
Daha önce de birkaç kez yazıp dile getirmiş olmamıza rağmen bazı durumlar var ki yeteri kadar anlatamamış ve anlaşılamamış olduğumuzu görüyoruz.
Bizim hiçbir siyasal yaklaşıma resmen ve fiilen ilgimiz ve siyasi bir alakamızın olmadığını birkaç kere dile getirmiştik. Sırf milli endişelerle ortaya koyduğumuz fikirlerimiz ne yazık ki; Her olaya politik açıdan bakıp değerlendiren siyasal parti ve görüş yanlıları, ortaya koyduğumuz bilgi birikimine dayanan görüşleri o tarafa, bu tarafa çekme alışkanlığı elde etmiş görünüyorlar. Çünkü kendileri her olaya politik yaklaşıyorlar.
Görüşlerinize açtığım her hangi bir konu, hiçbir partiyi, hiçbir partiliyi (Tek parti döneminin halkı hor gören zihniyetleri hariç) ve parti liderini hedef almadığı halde yine ne yazık ki sığ görüşlülükten kurtulamayanlarca politik bir değerlendirme gibi algılanıyor.
Esasında düşünerek algılamaktan çok, gördüklerine değil görmek istedikleri şekil üzerinde duran kimseler, bizim birikimiz sonucu ortaya koyduğumuz düşünceleri de ne demek istediğimiz olgusuna bakmadan sığ bir şekilde görmek istedikleri olgu içerisinde değerlendirilmeye tabi tutuluyoruz.
Bu üzücü bir durumdur.
Kimseyi hedef almadığımız halde, Ülke problemlerini derinliklerindeki sebepler üzerinde durma yolunu seçmiş olmamıza rağmen, olaylara sosyal medya yalanları ve kahvehane dedikodusu penceresinden bakmayı kendilerine alışkanlık haline getiren kimseler elbet bizi anlayamaz ve derinlikli düşüncelerimizi, değerlendirme yetisini gösteremeyeceklerdir.
…
Bu günkü problemlerimiz olarak görülen şeylerin, bu günün problemi olmadığını, kökü çok derinlerde olan problemler olduğu gerçeğinden hareketle düşüncelerimizi kâğıda döktüğümüz halde; Özellikle de Tek Parti döneminde oluşan ya da bilerek oluşturulan, milletimizi özünden kopartıp batı tarzı bir toplum meydana getirme ideallerinin dışa vurumu olan. Bazen de vecize haline gelen-getirilen düşünce tarzlarını, milletinin öz düşüncelerini terk ederek kabullenmiş olan kimseler elbet bizi anlayamayacaklardır.
…
Tanzimat’tan bu yana Millet olarak değil ama devlet yönetimleri ve aydınlar olarak batı ile verilen savaşlarda karşılaşılan başarısızlıklar, devletini ve milletini seven insanlarca, derin üzüntü ve endişelerle birlikte çare arama yollarına da girdikleri bir gerçektir.
Bu çareler ve reçeteler ne yazık ki ne Devlet-i Aliyye’nin dağılmasına engel olmuş, ne de güçlenmesine yaramıştır.
Milli mücadeleden sonra, kendilerine karşı zafer kazandığımız milletlerin kanunlarını, kılık kıyafetlerini, laiklik sistemlerini, yaşayış şekillerini alma gibi sonu görülemeyen bir yola girilmiş. Balo ve müsamereler yapılarak ve bunlar teşvik edilerek batının seviyesine ulaşırız sanılmış. Devlet eliyle resmen batılılaşma, batılı gibi olma yolunda da maalesef bir netice alınamamış milletin inanç değerlerine ters düşen uygulamalar hem genel halk tarafından kabullenilmemiş ve hem de uygulayıcılar tarafından tüm baskılarına rağmen kayda değer bir netice de alınamamıştır. (İnkılâpçılar olarak).
Biz bu gün; çözülmeyen-çözülemeyen, yıllardır hasıraltı edilen problemlerimizin kaynağının buralarda aranması gerektiği kanaatindeyiz.
Batılılaşma yolunda Tanzimatçılar da, Meşrutiyetçiler de, İnkılâpçılar da ne yazık ki başarılı olamamışlar, geldiğimiz bu günde ise batılılaşma sevdasına kapılanlarca ne batılılaşabildik ve ne de doğulu (kendimiz) kalabildik. Bu şekilde milletin heyecan ve enerjisi adeta boşa harcanmıştır.
…
Fakat ilginçtir ki bu gün insanımızda bir kabul görünüyor.
Tek parti döneminden sonra gelen tüm sağ olarak bilinen iktidarlara karşı olumsuz bir muhafazakârlık doğmuş ve süregelmiştir. Bu olumsuz muhafazakârlığa siz ister muhalefet deyiniz ister ulaşılamayan “İktidar denilen Nazlı Geline” ulaşanlara karşı kıskançlık psikozu içinde olmanın bir tezahürü olarak görmek de diyebilirsiniz.
Bu sağ olarak nitelendirebileceğimiz iktidarlar zamanında girişilen her hamle karşısında tutarsız ve anlamsız bir karşı çıkma ve kabul-ret gibi zikzaklı yaklaşımlar söz konusu olmuştur ve hala da olmaya devam etmektedir.
Her icraatı yanlış, her hamleyi değersiz görmenin karşısında elimizi kolumuzu bağlayan bazı kanun ve uygulamaların değiştirilmesi karşısında da, anlamsız bir muhafazakârlık göze çarpıyor. Madem yeni ve mevcut kötü, o halde eski daha iyiydi mantığı işleyip gelişiyor. Peki, eskide ne var. Osmanlı da kötü olduğuna göre geriye elimizde iyi olarak sadece Tek Parti dönemi kalıyor.
İşin en garip yanı ise; Yeni bir medeniyet kurma davası güden-güttüğünü iddia eden çevrelerde de bu kabulün tezahürlerini görmek çok da şaşırtıcı olmuyor. Bu kabulü kabullenmiş görünenler de elbet bizi anlamayacaklardır.
Bulundukları yeri ve savundukları fikirleri sanki tek parti döneminin fikirlerinin devamı imiş gibi bir tavır ve düşünce içine girenlerin bu durumu elbet çok şaşırtıcıdır.
Olaya; “Düşmanımın düşmanı dostumdur” mantığı ile yaklaşmak ve bu yolla her durumda muhalefetin tutarsız, anlamsız, kaide ve kuralsız-inançsız saflarına katılmak ne kadar doğrudur? İnsan merak ediyor. Bu gibi muhalefetin saflarına gözü kapalı katılıp aynı saflarda görünenler ve aynı adaylara tercih koyanlar da bizi anlamayacaklardır.
İnsanın bir fikri olur. Bu fikir kendi tarihinden, kendi geçmişinden ve kendi geçmişlerinin tecrübelerinden kaynaklanır. Fakat kendisi olmayanlar, başkası gibi olurlar. Fikren de zikren de insanın kendisi olması gerekir. Kendi tarihinin özeti ve günümüzdeki son temsilcisi olması gerekir. Böyle olan, kendisi olmayan ve milli birikimlerimiz çerçevesinde bir değerlendirme yerine bir başkası gibi davranan ve bir başkalarına özenenler de bizi anlamayacaklardır.
Milletleri ayakta tutan da bu “kendi özüne dönme ve kendi kaynaklarından faydalanma” yaklaşım değil midir? Bir millet eğer kendisi değilse bir başka milletin sadece kötü taklitçisi olmaktan öte gidemez. Taklitçilik de iyi bir meslek olmasa gerekir.
Kendi geçmişi şan ve şerefle dolu olduğu halde bu geçmişten utanarak bir başka milletin birikimlerinden, kültürlerinden, inançlarından husule gelen davranışlarını, kaidelerini, kurallarını taklit etmek ne kadar doğru bir davranış olur. Üzerinde uzun uzun düşünülmesi gereken bir konudur.
Milletler ve kültürler arasında elbette etkileşimler olacaktır. Bir başka milletin kültürünü olduğu gibi benimsemek ve kendi kültürünü aşağılarda görüp önemsememek netice itibariyle ezik-batıcı bir aydın topluluğunun halkından kopuk hayal âlemlerindeki fantezilerden öteye geçemez.
Bu gibiler de bizi anlamayacaklardır.