
SEMBOLİK BİR ‘PADİŞAH’ VE BİR ‘HALİFE OLMALI
Kenan EROĞLU

Not: (Bu gün netameli olarak kabul edilme ihtimali yüksek bir konuya değinmek istiyorum. Benimkisi bir teklif. Olur ya da olmaz.)
Odgurmuş (1): Biliyorum ki sizin çok ilginç görüş ve düşünceleriniz var; Bunlardan bir tanesi de “bir padişahımız olmalıdır”, “bir halifemiz olmalıdır” düşüncesiydi. Yeni bir padişahımız olmalıdır derken neyi kastediyorsunuz, ya da neyi hedefliyorsunuz.
Ögdülmüş (2): Siz de fark ediyorsunuz ki çeşitli konularda kendimce bazı fikir jimnastikleri yapıyorum. Bunlardan birisi de “yeni bir padişahımız olmalıdır“ düşüncesidir.
Odgurmuş: Konuyu biraz açabilir miyiz?
Ögdülmüş: Bana göre; İstanbul’da ikamet eden en azından ister “sembolik”, ister “turistik” bir padişahımız olmalı, Osmanlı ailesinin en büyüğü kim ise ona bir saray tahsis edilerek “son Padişah” olarak “görevlendirilmelidir”. Bakın “görevlendirilmelidir” diyorum. Çünkü artık Türkiye cumhuriyetle idare edilmektedir.

TBMM tarafından çok kapsamlı bir kanunla çerçevesi, yetkisi belirlenen ve hareket alanı tayin edilen konularda yetkili olmalı, Osmanlı padişahlarının gelenek ve göreneklerini, tören ve teşrifatlarını uygulanmalı, “Padişah-Sultan” olarak törenlere katılmalı, kabuller yapmalıdır.
Sembolik bir görev ile yetkileri olmayan ancak, bayramlarda, bayram namazlarında, Cuma namazında, törenlerde, tarihi günlerde, kandil günlerinde, kabuller ve törenler, geziler yapmalı. “Padişah-Sultan” gibi karşılanmalı ve “Padişah” gibi uğurlanmalıdır.
Yabancı görev ve elçilik şeflerini sembolik olarak kabul etmeli, gerektiğinde nişan ve madalyalar vermeli.
Zaman zaman Türkiye Büyük Millet Meclisi’ni silahlı kuvvetleri ziyaret etmeli, gelişi gidişi ile ilgili büyük törenler yapılmalı, nöbet değişimi, herhangi bir yere gelişi bir yerden geçişi olay olmalıdır.
Arada sırada divan toplantıları yapılmalı, eskiden olduğu gibi kararlar alınmalı, görüşmeler yapılmalı, gerekirse bu toplantıları isteyenlerin ve turistlerin izlemesi sağlanmalıdır.
Bu bahsettiğim divan toplantılarında tarihte yapılmış ve çeşitli konuların görüşülüp karara bağlandığı konular, yeniden görüşülüyormuş gibi görüşülüp karara bağlanmalı. Divan nasıldır, toplantı nasıl yapılır, toplantıda ne gibi kararlar nasıl alınır günümüze yansıtılmalıdır.
Osmanlı’da olduğu gibi, saltanat arabaları, saltanat kayıkları, o günlerin kıyafetleri ile görevlileri, o günlerde olduğu gibi yeniçeri kıyafetinde korumaları olmalı, eskiden yapılan törenler nasılsa o şekilde törenler yapılmalı, sarayda bulunan tüm görevliler Osmanlı kıyafeti giymeli, teşrifat kaideleri eskiden olduğu gibi yapılmalıdır.
Yapılan her iş, her hareket göstermelik de olsa, Osmanlı’nın ihtişam ve vakarını yansıtmalı ve Osmanlı ciddiyetine uygun olmalı onu dünyaya göstermelidir. Hatta yapılan ve gösterilen faaliyetlerle tarihimiz ve geçmişimiz hakkında meydana getirilen yanlış değerlendirmelerin gerçekleri gösterilmelidir. İnsanlar geçmişimiz hakkında bilgilenmelidir.
Odgurmuş: Ülkemizin bu günkü şartlarında böyle bir şeyin olması mümkün olabilir mi:?
Ögdülmüş: İşin olur ya da olmaz tarafı çok ayrı bir konudur. Önemli olan böyle bir uygulamanın bize ne getireceği ve ne götüreceğidir.
Ben inanıyorum ki, bu uygulama, hiçbir işe yaramasa ve hiçbir getirisi dahi olmasa, İstanbul’a gezmeye gelen yerli ziyaretçiler ve yabancı turistlerin ilgisini çekeceğine inanıyorum. Bu da ülke için bir faydadır.
Ayrıca, İstanbul ve yakın illerde ve ilçelerde bulunan okullarda tahsil gören öğrenciler bazen Osmanlı sarayını ziyaret ederek uygulamalı olarak bilgi ve görgü elde edebilirler. Osmanlı Sultanlarının kılık kıyafetlerini ve ne kadar mütevazı bir hayat yaşadıklarını görmeleri dahi bile yeterli olacaktır. Yine öğrenciler Osmanlı saltanatı, saray hayatı, Enderun ve harem hakkında da yerinde bilgi alarak aydınlanmış olurlar.
Bu gün Ertuğrul Gazi’nin türbesinde o günkü kıyafetlerle tören yapılmaktadır. Söğüt’e giden insanlar türbeye gelerek yapılan töreni, nöbet değişimini yerinde görerek ilgi ile bakmaktadırlar. Böyle bir uygulama kime ne kaybettirmiş, Türkiye geriye giderek tarihin sayfalarında mı kalmıştır. Hiç de bir şey olmamış ve genel manada güzel bir uygulama olmuştur.
Aslına bakarsanız bütün bunlardan başka “Bir de Halifemiz olmalıdır”
Odgurmuş: Nasıl yani bir Halifemiz mi olmalı?
Ögdülmüş: Evet benim “kanaat sahibi” kardeşim. Osmanlı cihan devletimizde olduğu gibi İslam dünyasını kapsayan ve onlara hitap eden, İstanbul’da ikamet edecek, bir “Halifemiz” olmalı.
TBMM’nin çıkaracağı kapsamlı bir kanunla yetki ve görevleri ile çerçevesi tayin edilen işlerde açıklama yapma, beyanat verme, İslami yorumlar yapma, fetva verme, ülke çapında geziler yapma, törenlere ve kutlamalara katılma, tebrikleri kabul etme gibi sınırlı yetkisi olan ama yaptırım yetkisi fazla olmayan en azından sembolik bir “Halife” olmalıdır.
Dini bayramlarda, ramazanlarda ve kandil günlerinde çeşitli törenler yapılmalı, bayram namazları İstanbul’da Süleymaniye’de kılınmalı ve bayram Osmanlı’da olduğu gibi “büyük tören”le kutlanmalı, başta Halife olmak üzere tüm devlet erkânı bayram namazı ile birlikte bu törene katılmalı. Yabancı elçilerin tebrikleri de burada kabul edilmelidir.
Bayramlar, kandiller vesilesiyle, aşevlerinde halife adına yemekler verilmeli, açlar doyurulmalı, yoksullar giydirilmeli, kimsesiz kızlar-erkekler evlendirilmeli önceden tesbit edilen yoksullara yardımlar yapılmalıdır.
Yapılan her program dini kurallara uygun olmalı, Milletimizin güç ve ihtişamı görülmeli fakat israftan, gösterişten kaçınılmalıdır.
Halifelik makamı için kendisine İstanbul’da bir saray tahsis edilmeli, protokol kuralları belirlenmeli ve uygulanmalıdır.
“Halife”, dini konuda tek otorite olmalı ve çeşitli konularda fetvalar verebilmeli.
Odgurmuş: Diyanet İşleri Başkanlığı var bu işleri o kurum da yapabilir. İlla halife olması mı lazım.
Ögdülmüş: Diyanet İşleri Başkanlığımız teşkilat yapısı bakımından sadece ülke içine hitap edecek şekilde düzenlenmiştir. Fakat Halife ülke dışına da hitap etmelidir. Gerekirse Halifenin en az 50-60 tane kendi sahalarında otorite olan, din ulemasından danışmanları olmalı, tüm Türk ve İslam dünyasına hitap etmelidir. Onların ihtiyaçlarına ve dini konulardaki sorularına cevaplar verebilmelidir.
Hindistan’da, Nijerya’da, ABD’de, Arnavutluk’ta veya Sibirya’da yaşayan bir Müslüman herhangi bir konuda “Halife”ye müracaat etmeli, yardım isteyebilmeli, soru sorabilmeli, izahat alabilmelidir.
Veya dünyanın neresinde olursa olsun, her insan dini konuda soru sorup fetva alabilmelidir.
Geri kalmış bölgelere yardımlar, sel, zelzele, tufan gibi tabii afetlerde ilk el uzatan Halifelik makamı olmalıdır. Yardımlar halife adına yapılmalıdır.
Veyahut yeni bir halife ilan edemiyorsak, Türkiye Büyük Millet Meclisinin uhdesinde bulunan Halifelik makamının Meclisin bir kararı ile Diyanet İşleri Başkanlığına devredilmeli. Diyanet İşleri başkanlığı teşkilatının yapısı ona göre yeniden düzenlenmeli kuvvetlendirilmeli, mevcut Diyanet İşleri Başkanı bu görevi ifa etmelidir.
Odgurmuş: Bu söyledikleriniz oldukça radikal görüşler. Türk toplumu bu konulara hazır mı? Bu duruma olumlu bakılır mı?
Ögdülmüş: Elbette Benim tekliflerimi halkından kopuk ve yüzünü batıya ve batı medeniyetine dönmüş ezik okumuşlarımız bu görüşlerimi kabul etmeyeceklerdir. Benimkisi bir teklif, olur ya da olmaz, kabul görür ya da görmez, önemli olan Türkiye Cumhuriyeti devleti olarak böyle bir gerekliliğe ihtiyaç var mı yok mu meselesidir. Ülkenin geleceği açısından İslam Dünyasına hitap etmek bakımından böyle bir kurumun gerekliliğine inanılırsa bu yola girilebilir.
Ayrıca dünyanın pek çok ülkesinde hem krallar hem de kraliçeler var. Ayrıca Vatikan’da oturan gelenekleri ile kurumsal törenleri ile yaşayan bir Papa var. Sembolik de olsa Krallar, kraliçeler ülkelerinin başında bulunuyor, kendilerine tayin edilen görevleri ifa ediyorlar. Papa ise Hıristiyan âlemine hitap ediyor, Cumhurbaşkanlarını, Başbakanları huzuruna kabul edebiliyor. İngiltere kraliçesi meclisi kapatabiliyor, tatil edebiliyor. Bizdeki Halifenin böyle bir yetkisi olmadan sembolik işler yapmalı.
Ülkemiz açısından da düşünecek olursak, neden olmasın? Ne kaybederiz?
…
Not:
3 Mart 1924 tarihinde “Halifeliğin İlgası”na ait 431 sayılı kanunun birinci maddesi; “Halife Hall edilmiştir. Hilafet Hükümet ve Cumhuriyet mana ve mefhumunda esasen mündemiç olduğunda Hilafet makamı mülgadır.” Denilmiştir.
3 Mart Halifelik hususunda alınan karar belki o günün siyasi şartları dolayısıyla –belki de muvakkaten- yapılmış ve “mana ve mefhumu” Türkiye Cumhuriyeti ile “mündemiç” kılınmıştır. Bu gün artık “Hilafet” konusunda verilen kararın tavzihi gerekmekte ve bu kuruma –geç kalınmış olsa da- TBMM tarafından “sembolik” bir şekilde hayatiyet kazandırılması –her bakımdan- faydalı ve elzemdir.
…
“Ümitvâr olunuz! Şu istikbal inkılâbatı içindeki en yüksek ve gür sadâ“ bizim sadâmız olacaktır.
…
Teklifimizin hiçbir faydası olmasa da, “Cuma Selamlığı”na giden padişaha söylenen; “Gururlanma padişahım senden büyük Allah var” sözünün karşısında kimsenin “gık” çıkaramadığı- modern siyaset padişahlarına hatırlatılması açısından bile büyük ehemmiyet arz eder.
…
Odgurmış (1): Kanaat – Akıbet- Afiyet
Ögdülmiş (2): Akıl – Ululuk
Kadim Kitabımız olan “Kutadgu Bilig” de geçen iki şahsiyet: