
12 EYLÜL 1980 ÖNCESİ ÖZEL EĞİTİM NOTLARIM
Kenan EROĞLU
Not: Okuyacağınız bu yazıda bahsedilen konuyu bu güne kadar hiçbir yerde okumadınız ve hiç kimse de bu konuyu yazmadı.
…
“1965 Yılının son aylarındayız.
Günlerden Cumartesi’dir. Vakit akşam.
Bu gün Milliyetçi Hareket Partisi adıyla bilinen o günlerin CKMP’ sinin Ankara Yüksel Caddesindeki Genel Merkezindeyiz.
İki katlı binaya tam bir sessizlik hâkim.
Zemini tahta döşemeli iç içe açılan iki odadan ibaret salona benzer yer yine tahta iskemlelerle doldurulmuş. İskemlelerin yan yana dizilişinden burada bir toplantı yapılacağı derhal anlaşılıyor. Dipte ömrünü doldurmuş cilası siyaha dönmüş bir masa arkasında bir sandalye ve duvarda bir renkli dünya haritası asılı duruyor. Önlerdeki iskemlelerden birisine ilişmiş olan genç, dizi üstünde bir takım kâğıtları karıştırıyor. Sabırsız bir hali var.
Belki de telaşlı.
-Toplantı kaçtaydı?
Genç saatine bakıyor:
-7’de Hasan Efendi. Hiç gelen yok mu?..
Genç, karıştırdığı kâğıtları masanın üzerine bırakıyor. Kapıda dikilip kalmış Hasan Efendi’ye yaklaşıyor:
-Daha yarım saat var..
Sanki Hasan Efendi’ye moral vermek gerektiğini duyar gibi konuşuyor. Sesinin tonu beklediklerini mutlaka geleceğinden emindir. Diğer arkadaşını soruyor. Odacının cevabı:
-Gerideki sandalyeleri silelim demişti. Zahir bez arıyor mutfakta. Gidip ben de yardım edeyim.
Odacı Hasan Efendi mutfağa yönelirken; Genç dış kapıya çıkıyor. Saatine bir daha bakıyor. Geri dönüyor. Arkadaşına ve Hasan Efendi’ye sandalyelerin silinmesinde yardımcı oluyor. Bodrumdan çıkarılan, kimi tavan arasından indirilen sandalyeler gerçekten dehşetli toz içerisinde. Birbirleriyle konuşmadan siliyorlar. O iş de bitiyor. Şimdi iki arkadaş dış kapının önündeler. Kapının yanındaki kara tahtada tebeşirle yazılmış birkaç satırda şu sözler okunuyor:
“Duyuru. Haftalık seminerler başlamıştır. İlk seminer bu gün saat 19.00’da Parti Genel Merkezindedir. CKMP Gençlik Kolları”.
Biri umutsuz:
-Galiba iyi duyuramadık abi, diyor. Nerede kaldılar ki?
-Gelirler şimdi.
Diğeri geleceklerinden emindir. Veya arkadaşına emin olduğunu hissettirmek istemektedir. Herkese de seminer yapacaklarını bildirmiştir. Fakat nerededir bu adamlar. Niçin ciddiyetle sarılmazlar işlerine.
-Haydi, içeri girelim. Kapıda durmanın manası yok.
Salona dönerler.
Saat 19.00’a 10 var.
O ana kadar kimse gelmeyecektir ama, delikanlı saatine kim bilir kaçıncı defa baktıktan sonra biri içeriye girecektir. Üç kişi olmuşlardır.
Saat ilerlemekte, zaman daralmaktadır. Toplantıya hepsi hepsi beş dakika kalmıştır. Kısa bir konuşmadan sonra, seminerin ertelenmesine karar verirler. Bir arkadaş, eğer yukarıdaysa Albay’a gidip durumu bildirecektir.
En gençleri üst kata çıkar. Albay’ın kapısını çalar. Girer içeriye. Askerce fakat ürkek ve heyecanlı selam verir. Albay masasının başında çalışmaktadır. Gence bakar, sorar:
-Gel bakayım. Ne var?
-Albayım, der genç, bu gün seminerimiz vardı.
-Kaç kişi geldi?
İyiden iyiye heyecanlanmıştır.
-Şey.. Albayım, üç kişiyiz.. Arkadaşlar dedi ki, iyi duyuramadık galiba, semineri başka bir gün yapalım, dediler. Size haber vermem için gönderdiler.
O sert görünüşlü Albay, gencin titreyen bir sesle anlattıklarını dinlerken, munis, müşfik mütebessim bir adam oluverir.
-Geç bakayım şöyle…
Karşısındaki koltukları işaret eder. Genç bir iki adım atar ama, yine ayaktadır.
-Sen Gaspıralı Bey’in hikâyesini biliyor musun?
Albay sorusuna cevap beklemez, devam eder.
-İsmail Gaspıralı Bey merhum, büyük Türkçü idi. Şimdi anlatacağımı iyi dinle. Ondan sonra git, arkadaşlarınla semineri yapın. Üç kişi de olsanız verilen saatte toplantınıza başlamalısınız. İsmail Gaspıralı Bey merhum, bir gün bir konferans verecekmiş. İlanlarını dahi kendi hazırlayıp yerini ve saatini duyurmuş. Fakat, konferansa gelen olmamış. Salon bomboşmuş. Uzun süre yalnız başına oturmuş. Bakmış, saat tamam, kürsüye çıkmış. Sanki salon dinleyicilerle dolu imiş gibi, hazırladığı konuşmasını yapmağa başlamış. Kapıdan bakıp da, yalnız başına bir adamın konuştuğunu görenler, merak saikikiyle gelmişler. Birer ikişer derken epey adam toplanmış. Gaspıralı Bey merhum hiç aldırmadan konuşmasına devam etmiş. Bitirmiş, Kürsüden inerken, çoğu yarısında gelen kitleye, konferansını filanca gün tekrar edeceğini bildirmiş. Yine geldiği gibi vekarla salondan çıkıp gitmiş.
Şimdi arkadaşlarının yanına dön. Kaçta idi semineriniz?
-7‘de efendim…
-Oo, saat 7’yi geçmiş bile, çabuk arkadaşlarının yanına dön. Semineri kim verecekti?
-Kemal abi, Albayım.
-İyi, Kemal’e söyle başlasın seminer. Az sonra ben de geleceğim.
Delikanlı Albay’ın odasından girdiği gibi askerce selamlar vermeye çalışarak çıktı. Hızla merdivenlerden indi. Yüzlerce metre koşmuş gibi nefes nefese arkadaşlarının yanına geldi. Bu arada beş-altı kişi daha gelmişti.
-Kemal abi, dedi, Albayım, seminere başlayın ben de geliyorum dedi…
Albay gelecekti ha… Gençler derhal toparlandılar. Birer ilk mektep talebesi edasıyla ön sıralardaki iskemlelere yan yana yerleştiler. Kemal masanın arkasına geçti:
-Arkadaşlar, dedi, bu gün ilk seminerimizi yapacağız. İlk semineri ben hazırladım. Anlatacaklarım bittikten sonra, soru sorabilirsiniz. Uzun uzun tartışabiliriz.
Konumuz…”
…
(1) – (Çok kısa bir süre sonra piyasaya çıkıp raflarda yerini alacak olan “12 Eylül 1980 Öncesi Özel Eğitim Notları” alt başlıklı kitabımın giriş kısmından bir bölüm. Sayfa: 16-17-18-19)