ZİYA GÖKALP
Kenan EROĞLU
Ünlü düşünürümüz Ziya Gökalp konusuna devam ediyoruz.
Onun vefatından birkaç gün öncesine dair kızı Seniha Görseloğlu’nın biraz da hüzün dolu satırlarını birlikte okuyalım.
“” BABAMA AİT HATIRALAR
GÖRSELOĞLU Seniha
“”Babam, on sekiz yıl önce, 24 birinci teşrinde ölmüştü. Aradan geçen bu yıllar içinde, onun acısı, günlerden haftalara, aylardan yıllara varan zaman, onu derinleştirmekte ve büyültmektedir,
Babam, ölümünden bir yıl önce, hasta idi. Arada yatağa serilir, bazan ve da iyilik ve rahatlık duyar, yataktan kalkar, okur ve yazardı.
Hastalığının son aylarında, doktorların tavsiyeleri üzerine Ada’ya taşındık. Orada tedavi, ilaç onu iyileştiremedi. Bu aylar zarfında “Türk Medeniyeti Tarihi”nin son tashihlerini yaparken yerinden kalkar, oturur, güler, konuşur. Bu düzeltme işleri bitince tekrar yatağına uzanırdı.
Zavallı babamın, artık aramızda son günlerini yaşadığını biliyorduk. Rengi sararmış üzerine bir halsizlik çökmüştü. Fakat, bütün ölümü bildiren acı alametler, yalnız onun derin, rüyalı gözlerinde, yoktu. Sanki, ölüm rengi, oraya dokunmakdan korkmuştu. Babamın vücudundaki diri tarafı sadece gözleri kalmıştı.
Bir gün, doktorlar onu Fransız hastahanesine kaldırmamızı söylediler. Hiç unutmam ben, annem ve iki küçük kardeşim başbaşa vermiş ağlıyorduk.
Bu dakikalar, bilmem, ne kadar uzun sürmüştü. Birdenbire babamın sesini duydum. Hemen yanına koştum.
– Kızım Seniha, ben, hastahaneye gideceğim. Belki oradan geri dönemem. Sen, annene ve kardeşlerine bakacaksın; onların çekecekleri acıları azaltmıya çalış, dedi.
Ben ağlıyordum. O, başımı elleri arasına aldı. Okşadı ve bıraktı.
Sabahleyin babamı sedyeye koydular, vapura götürdük. Yanında ben, eski arkadaşı Cafer Bey vardı. Bir aralık Ruşen Eşref yanımıza geldi, babamla konuştu. Ruşen Eşref babama, iyileştikten sonra, bir müddet Alaiye’de oturmasını söyledi. Bu fikir, babamın hoşuna gitmişti , hastahanede bir iki defa bundan bahsetmişti.
Hatırlıyorum. Bir gün, Avrupa’ya tahsile gitmek üzere olan bir genç, hastahanede babamı ziyarete gelmişti. O gün babam, en sıhhatli ve neşeli zamanlarında olduğu gibi coşmuştu. Mütemadiyen söylüyor, söylüyordu. Biraz sonra yoruldu. Artik kelimeler, dudaklarına yapışır gibi büyük bir halsizlikle ağzından döküldüğünü gören biz ve o genç içten içe ağlıyorduk. Sözlerini bitirdikten sonra, birkaç dakika dalar gibi, dinlenir gibi oldu. Sonra tekrar söze başladı:
– Ne yazık kafamdaki fikirleri veremedim. Eserimi tamamlıyamadım. Bunları, hep beraber götürüyorum diye hayıflandı ve sustu.
Nihayet hastalık ağırlaşmıştı, Atatürk’ten, İnönü’den telgraf aldık: tedavisi için Avrupa’ya gönderilmesi isteniyordu. Telgrafları ona okudum. Memnun oldu, fakat iş işten geçmişti. İki gün sonra, babamı bir daha görmemek üzere kaybettik.
…
Üç yıl oluyor. Bir yaz günü, Yahya Kemal’le Hünkâr suyunda tesadüfen buluştuk, Büyük şair, babamdan söz açtı. Vaktiyle bizim evde, büyük Ada’daki “Yat Kulübü”nde ve Celal Sahir’in “Cava Kulüp” adını verdiği bizim evle Ağaoğlu’nun köşkü arasındaki küçük çamlık köşede, Necmettin Sadak, Fuat Köprülü, Halim Sabit, Ağaoğlu Ahmet, Celal Sahir, Yahya Kemal ve babam buluşup, görüşmelerinden ve o günlerin heyecanlarından uzun uzun konuştuk.
Yahya Kemal:
–Ziya Bey, çok vakitsiz öldü. Şimdi sağ olsaydı. Bu serbest zamanda onun “Kur’an” için neler düşündüğünü ve onu nasıl tefsir ve izah edeceğini anlamak çok faydalı olacaktı, dedi.
Beni Darülfünuna Ziya Bey aldırdı. Oradaki genç kuvvetleri o topladı. Evde geçirdiğimiz o hummalı fikir münakaşaları, Ziya Bey’in tasnifleri, irşatları o zamanın zihniyeti üzerinde çok iyi tesirler, yapardı.
O gün Yahya Kemal, babamı derin bir sevgiyle ve heyecanla anlatıyordu. Ve sözlerine ilâve etti:
Ziya Bey hakkında, hiç bir kimse bir kelime yazmıya cesaret edemediği mütarekenin o kara günlerinde, ondan gazetelerde ben bahsettim. Ve ondan sonradır ki; Ziya’dan söz açmanın korkusuz bir şey olduğu anlaşıldı.
Geçenlerde büyük şairimiz hakkında gazetelerin birinde beş makale yazan bir muharrir, ne yazık ki şairin gül bahçesinde gezinirken, hiç bir sebep olmadığı halde babamı dikenlemek lüzumunu duymuş. Ben eminim ki onun haksız tecavüzünden Yahya Kemal de bizim kadar
müteessir olmuştur…
Babam, Talât Paşa’nın en yakın dostu idi, paşa arkadaşlarıyle sık sık bize gelirler ve gece geç vakitlere kadar konuşurlardı. O zaman çocuktum. Arada ben de odalarına giderdim. Babamı daima ayakta bulurdum. O mütemadiyen söyler, söylerdi. Arada dostlarının birinin veya kendisinin bir nüktesiyle neşelenir ve gülerlerdi.
Arada da evimizde, başta Yahya Kemal olduğu halde, Köprülü Fuat, Ahmet Ağaoğlu, Necmettin Sadak, Ömer Seyfettin, Halim Sabit ve diğer fikir ve kalem arkadaşları toplanırlar. Babamın neşesi bunlarla daha çok artardı. Konuşurlar, münakaşalar yaparlar, bazan sabahlara kadar bu konuşmalar devam ederdi. Hele Yeni Mecmua’nın çıktığı yıllar, babamın en çok çalıştığı zamanlardı. Hatırlıyorum: Mecmuanın çıktığı gün, babamın âdeta bir bayram günü olurdu. O günler babam neşelenir, yazdığı masalları bize okur, biz de onların birçoğunu ezberlerdik.
İşte böylece babam fikir hayatının en coşkun bir çağını yaşarken mütareke oldu. Bir müddet sonra, babamı tevkif ettiler, her gün idam korkusu, onun etrafında dolaşırdı. Fakat o, korkmazdı. Darülfünundan polis müdiriyetine, oradan Bekir Ağa’ya, oradan da Malta zindanlarına sürüklenmek üzere vapura bindirilirken bile, babamın yüzünde telaş ve korkunun en ufak bir çizgisini bile göremedim. Biz korktukça o, bize tesellü ve ümit verdi. Malta’dan gönderdiği mektuplarda da o bize, ümit felsefesini anlattı. Zavallı babacığım, ölürken de kendi inandığı ümide, manevî hayata, mefkûreye bizi de inandırarak aramızdan ayrıldı.””
(Türk Yurdu, Cilt XXVI, nr: (5-6), 1-5, Sonteşrin 1942, (Yilkı Yılı), s. 147 149)
1942 yılında yayınlanan bu yazı daha sonra “”Türk Sosyolojisi, nin 100. Yılında ZİYA GÖKALP””, Türk Yurdu yayınları, Ankara Aralık 2015, S:78-79-80 yayında yer almıştır.