Seküler Yapı ve Hakaret-Aşağılama Alışkanlığı
Bir gazeteci bir televizyon kanalının canlı yayınında ülkenin Cumhurbaşkanına ağır hakaretler içeren sözler ediyor. Ve tabii olarak da hem Erdoğan taraftarları hem de Cumhurbaşkanlığı makamının önemini bilen milli şuur sahibi insanlar tarafından gösterilen tepkileri hem iyi anlamak ve hem de iyi okumak gerekir.
Çünkü yaşanan süreçte biz şunu görüyoruz. Söz konusu atasözü kılıfındaki benzetme, istenmeyen bir şekilde, birden ağızdan dökülen bir cümle olmaktan ziyade kendileri dışında hiçbir kimseyi adam yurduna koymayan bir ruh halinin ya da davranışının dışa vurumundan başka bir şey değildir. Bir patolojik yapı kendini bir kez daha isteyerek ve bilerek dışa vurmuştur.
Konuyu daha da öncelere götürmek mümkün ama tek partinin muhalefete düşmesinden sonra gelişen ve inşa edilen bir yapı var. Bu yapı eski günlerinden gelen alışkanlıkla “Cumhuriyetin ve devletin kurucusu biziz” mantığı o günlerden bu günlere değişmemiş görünüyor. Bu gibi aynı zihniyete sahip olan kesim, kendilerinden başka hiç kimseyi hiçbir makama layık görmeyen bir yapıdan söz ediyoruz.
Bu yapının aktörleri hiçbir zaman bu milletin seçtiklerini sevmediler, benimseyemediler, hazmedemediler, kabullenemediler. Onlar hala “öküzün ardından giden köylü” mantığını hiç terk etmediler.
Öyle bir yapı inşa etmişler ki, zamanla Türk milletinin tüm değerlerinden, dininden, geleneğinden, törelerinden, adetlerinden, geçmişinden tamamen ayrılarak seküler katı bir yapıya büründüler. Sürekli kendi alanlarını, söylemlerini ve doğrularını ürettiler. Halka ve halkın seçtiklerine hep şüpheyle baktılar. Halkın seçtiklerini hep küçümsediler. Halkın iradesinin hep yanlış tecelli ettiğini dile getirdiler. 1950’den sonra yaşananları “Karşı Devrim” olarak değerlendirdiler. Topluma da bunu zorla kabul ettirmek için uğraştılar. Çünkü tek doğru vardı o da kendilerinin o da sadece kendi doğrularıydı.
1950 seçimlerinde aldıkları büyük yenilgiden sonra kavga Menderes’le başladı, Demirel, Özal, Türkeş ve Erbakan’la devam etti. Şimdi kavgayı daha güçlü bir şekilde mevcut iktidarla sürdürüyorlar. Son hedefleri iktidardan gitse veya partisi dağılsa, iktidardan seçimle veya başka bir yolla ayrılsa ve yerine kendileri gelemeyeceklerine göre çünkü yüzde 25’i geçmeyen reyleri var. Peki, ne olacak? yeni gelen ya da gelenler kimler olursa olsun mücadelelerine kaldıkları yerden devam edecekler. Nereden biliyoruz? Çünkü daha önce kaç kez yaşadık, siyasi tarihimize şöyle bir baktığımızda durumu ayan beyan görürüz.
Aslında mesele bunlar açısından doğrudan liderler, A partisi, B partisi değil. Bu lider ve partilerin temsil ettikleri değerlerdir. Bu tek parti zihniyetliler bir türlü muhafazakârlığı ve millî değerleri asla özümseyemediler. Milliyetçi muhafazakâr ya da liberal liderler, toplumda güçlü bir şekilde var olan söz konusu milli ve manevi değerleri siyasete ve hatta iktidara taşıdıkları için hedef oluyorlar, olmaya da devam ediyorlar.
Bu seküler’lerin bütün kini buradan kaynaklanıyor. Başarılı olamadıklarından, seçim yolu ile iktidara gelemediklerinden içlerinde biriktirdikleri öfke kontrol edilemez duruma geliyor ve başlıyorlar türlü türlü hakarete. Hem liderleri hem de bu liderlerin temsil ettikleri toplumsal kesimler ve değerler doğrudan hedefleri hâline geliyor.
Zamanla öyle bir duruma geliyorlar ki, kinlendikleri, alt demedikleri kimselere karşı biriktirdikleri öfkeler, tehditler, hakaretler kendi içinde yaşadıkları “seküler cemaat” tarafından en önemli bir “takdir kıstaslar” hâline dönüşüyor.
Muhafazakâr-Milliyetçi değerlere ve bunları temsil edenlere karşı yapılan hakaretler, küfürler ve kötü davranışlar söz konusu mahalle içinde “Kariyer” aracı hâline gelmiş durumda.
Çünkü bu mahalle içinden olup da karşı tarafta bulunan muarızlarına karşı kullandıkları her kötü davranış, her türlü aşağılama, her türlü tehdit kendi içlerinde ödüllendiriliyor. Alkış alıyor, takdir görüyor ve pohpohlanıyorlar.
Kendi içlerinden hiç kimse bunlara “Yanlış yaptınız”, “ bu kadar da olmaz” demiyor. Tepki koymuyorlar. Hatta en ağır hakaretleri ve küfürleri yapanlar en öne çıkıyor, ya da en öne çıkanlar oluyor.
Yaptıkları hakaret ve küfürlerden dolayı özür dilemek asla akıllarına bile gelmiyor. Ve bu tehditleri yapanlar artık “Mükemmel bir iş” yaptıklarını düşünüyorlar.
Kendi kitlelerinden destek buldukça da cesaret buluyorlar, cesaret geldikçe yaptıklarının daha fazlasını yapmak istiyorlar.
Yaptıkları her davranış mutlaka yerini buluyor! O kişiyi Siyasi ve seküler yapılarının Kahramanı hâline dönüştürüyorlar. O kişi kendi mahallelerinin “hiç yanlış yapmayan” abi ve abları tarafından coşkuyla karşılanıyor.
Ağabeyleri onu toplum önünde gururla savunuyor, başınızı okşuyor. “Yürü be koçum seni kim tutar” tarzı davranışlarla daha ileri hamlelere doğru yöneltiyorlar.
Çeşitli şekilde bu hakaret ve aşağılamaları yapanlar Mahallenin “hiç yanlış yapmaz” abi ve
ablaların grubundayım” demeye başlıyorlar.
Yapılan hakaret ve küfürler siyasi değer verdiğiniz parti liderleri, medya önderleri ve mahallenin önde gelenleri tarafından öyle coşkuyla karşılanıyor, öyle bir savunuluyor ki, hakareti yapan bile şaşıp daha fazlasını yapmak düşüncesi içine giriyorlar.
İşin en ilginç tarafı ise bu seküler yapıyı bir noktada anlarsınız. Bir türlü bir başarı elde edemiyor siyaseten hiçbir şekilde iktidara da gelemiyorlar.
Peki, bunlarla birlikte hareket eden ve bunların karşısında olduğu sanılanlara ne oluyor da, bu seküler yapıya yer yer hem hak veriyor hem de destekleme yoluna gidiyorlar.
İşte bunu anlamak biraz zor.
…
Not: Bu yazının hazırlanmasında;
Prof. Dr. Mehmet Şahin’in… Türkiye Gazetesi… 25.01.2022 tarihli “KARİYER ARACI OLARAK “HAKARET”” yazısından faydalanılmıştır.