Ziya Gökalp’ın Son Günleri
Kenan Eroğlu
Büyük düşünürümüz ve ünlü sosyologumuz Ziya Gökalp konusuna devam ediyorum.
Bu gün Ziya Gökalp’ın büyük kızı Seniha Göksel’in; 1942 yılında Türk Ocakları’nın yayın organı olan Türk Yurdu dergisinin 1942 yılında neşredilen 5-6 sayısındaki yazısını olduğu gibi ve yazı diline dokunmadan aktarıyorum.
Ziya Gökalp’ın yakınlarının onun hakkındaki görüş ve düşüncelerini aktarmaya devem edeceğim.
“”BABAMA AİT HATIRALAR
Senihe GÖKSEL
(Z. Gökalp’ın Büyük Kızı)
… Babam, ölümünden bir yıl önce, hasta idi. Arada yatağa serilir; bazan vücudunda iyilik ve rahatlık duyar, yataktan kalkar, okur ve yazardı.
Hastalığının son aylarında, doktorların tavsiyeleri Online casino siteleri 2022 üzerine Ada’ya taşındık. Orada tedavi, ilâç onu iyileştiremedi. Bu aylar zarfında «Türk Medeniyeti Tarihi»nin tashihlerini yaparken yerinden kalkar, oturur, güler, konuşur; bu düzeltme işi bitince tekrar yatağına uzanırdı.
Zavallı babamın, artık aramızda son günlerini yaşadığını biliyorduk. Rengi sararmış, üzerine bir halsizlik çökmüştü. Fakat, bütün ölümü bildiren acı alâmetler, yalnız, onun derin, rüyalı gözlerinde yoktu. Sanki, ölüm rengi oraya dokunmadan korkmuştu. Babamın vücudundaki diri tarafı, sadece gözleri kalmıştı.
Bir gün doktorlar, onu Fransız Hastahanesi’ne kaldırmamızı söylediler. Hiç unutmam, ben, annem ve iki küçük kardeşim başbaşa vermiş ağlıyorduk. Bu dakikalar, bilmem, ne kadar uzun sürmüştü. Birdenbire babamın sesini duydum. Hemen yanına koştum.
«— Kızım Senihe, ben hastahaneye gideceğim. Belki oradan geri dönemem. Sen, annene ve kardeşlerine bakacaksın; onların çekecekleri acıları azaltmıya çalış», dedi.
Ben ağlıyordum. O başımı elleri arasına aldı; okşadı ve bıraktı.
Sabahleyin babamı sedyeye koydular, vapura götürdük. Yanında ben, eski arkadaşı (Baytar) Cafer (Fahri) Bey vardı. Bir aralık Ruşen Eşref yanımıza geldi, babamla konuştu. Ruşen Esref, babama, iyileştikten sonra bir müddet Alâiye’de oturmasını söyledi. Bu fikir, babamın hoşuna gitmişti; hastahanede bir iki defa bundan bahsetmişti Hatırlıyorum. Bir gün, Avrupa’ya tahsile gitmek üzere olan bir genç, hastahanede babamı ziyarete gelmişti. O gün babam, en sıhhatli ve neş’eli zamanlarında olduğu gibi, coşmuştu; mütemadiyen söylüyor, söylüyordu. Biraz sonra yoruldu. Artık, kelimeler dudaklarına yapışır gibi büyük bir halsizlikle ağzından döküldüğünü gören biz ve genç iç içe ağlıyorduk. Sözlerini bitirdikten sonra, birkaç dakika dalar gibi, dinlenir gibi oldu. Sonra tekrar söze başladı:
“—Ne yazık, kafamdaki fikirleri veremedim; eserimi tamamlıyamadım. Bunları hep beraber götürüyorum», diye hayıflandı ve sustu. “
Nihayet hastalık ağırlaşmıştı, Atatürk’ten, İnönü’den telgraf aldık: Tedavisi için Avrupa’ya gönderilmesi isteniyordu. Telgrafları ona okudum. Memnun oldu. Fakat, iş işten geçmişti. İki gün sonra, babamı, bir daha görmemek üzere kaybettik.””
***
“” 1940 ta bir yaz günü, Yahya Kemal’le Hünkârsuyu’nda tesadüfen buluştuk. Büyük şair, babamdan sözaçtı. Vaktiyle bizim evde, Büyükada’daki Yat-Kulüb’ünde’ ve Celâl Sâhir’in «Cava-Kulübü» adını verdiği bizim evle Ağaoğlu’nun Köşkü arasındaki küçük çamlık köşede Necmeddin Sadak, Fuat Köprülü, Halim Sâbit, Ağaoğlu Ahmet, Celâl Sâhir, Yahya Kemal ve babamın buluşup, görüşmelerinden ve o günlerin heyecanlarından uzun, uzun konuştuk:
Yahya Kemal:
“- Ziya Bey, çok vakitsiz öldü. Şimdi sağ olsaydı, bu serbest zamanda onun Kur’ân için neler düşündüğünü ve onu nasıl tefsir ve izah edeceğini anlamak çok faydalı olacaktı. Beni Dârülfünun’a Ziya Bey aldırdı. Oradaki genç kuvvetleri, o topladı. Evde geçirdiğimiz o hummalı fikir münakaşaları, Ziya Bey’in tasnifleri ve irşatları, o zamanın zihniyeti üzerinde çok iyi tesirler yapardı”, dedi.
O gün Yahya Kemal, babamı derin bir sevgiyle ve heyecanla anlatıyordu. Ve sözlerine ilâve etti:
“– Ziya Bey hakkında, hiçbir kimse bir kelime yazmaya cesaret edemediği Mütareke’nin o kara günlerinde, gazetelerde ben bahsettim. Ve ondan sonradır ki, Ziya’dan söz açmanın korkusuz bir şey olduğu anlaşıldı.””
Geçenlerde (1942 yazında) büyük şairimiz hakkında gazetelerin birinde beş makale yazan bir muharrir, ne yazık ki, şairin gül bahçesinde gezinirken, hiçbir sebep olmadığı halde, babamı dikenlemek lüzumunu duymuş. Ben eminim ki, onun haksız tecavüzünden Yahya Kemal de bizim kadar müteessir olmuştur…
***
“”Babam, Talat Paşa’nın en yakın dostu idi. Paşa, arkadaşlarıyla sık sık bize gelirler ve gece geç vakitlere kadar konuşurlardı. O zaman çocuktum. Anda, ben de odalarına girerdim. Babamı daima ayakta bulurdum. O, mütemadiven söyler, söylerdi. Arada, dostlarının birinin veya kendisinin bir nüktesiyle neş’elenir ve gülerlerdi,
Arada da evimize, basta Yahya Kemal olduğu halde, Köprülü Fuat, Ahmet Ağaoğlu, Necmeddin Sadak, Ömer Seyfeddin, Halim Sabit ve diğer fikir ve kalem arkadaşları toplanırlar; babamın neş’esi bunlarla daha çok artardı, Konuşurlar, münakaşa yaparlar; bazan sabahlara kadar bu konuşmalar devam ederdi. Hele «Yeni Mecmua»nın çıktığı yıllar, babamın en çok çalıştığı zamanlardı. Hatırlıyorum: Mecmuamın çıktığı gün, babamın âdeta bir bayram günü olurdu. O günler babam neş’elenir, yazdığı masalları bize okur, biz de onların birçoğunu ezberlerdik.
İşte böylece, babam, fikir hayatının en coşkun bir çağını yaşarken, Mütareke oldu. Bir müddet sonra, babamı tevkif ettiler; her gün idam korkusu, onun etrafında dolaşırdı. Fakat o, korkmazdı. Dârülfünun’dan Polis Müdiriyeti’ne, oradan Bekirağa’ya, oradan da Malta zindanına sürüklenmek üzere vapura bindirilirken bile, babamın yüzünde telaş ve korkunun bir çizgisini bile göremedim. Biz korktukça o, bize teselli ve ümit verirdi. ,
Malta’dan gönderdiği mektuplarda da, bize ümit felsefesini anlattı. Zavallı babacığın, ölürken de, kendi inandığı ümide, mânevî hayata, mefkûreve bizi de inandırarak aramızdan ayrıldı. “”
(Sonteşrin 1942 tarih ve 5-6 sayılı «TÜRK YURDU’ndan)
Not-1: Bu yazı; “”Doğumunun 80. Yıldönümü Dolayısıyla ZİYA GÖKALP ve açılan Ziya Gökalp Müzesi” kitabındaki Nihad Gökalp yazısı, Işıl Matbaası İstanbul 1956, sayfa: 122-123-124”” den alınmıştır.
Not-2: Yukarıya aldığım Nihad Gökalp’a ait yazının diline dokunulmamış olduğu gibi yayınlanmıştır.