Kenan EROĞLU
Halk aydın ikileşmesi.
Bir birine zıt davranışlar sergileyen bu iki gurup sosyologlarımızın ve kültür adamlarımızın her dönem dikkatlerini çekmiştir.
Özellikle Tanzimat’tan sonra batıya yönelen toplumumuzda batıyı tanıma yolunda epey bir mesafe kat edilirken, halkın büyük çoğunluğu ülkeyi batılılaştırma yoluna giren aydınları, aydınların istediği şekilde takibetmemiş, hatta pek çok konuda batıdan geldiği varsayılan gelişmelere bazen direnmiş, bazen de karşı çıkmıştır. Peki, halk aydının getirdiği bu yenilikleri ya da kültür değişmelerini neden tereddütle karşılıyor ona bakmak lazım.
“…halk kitlelerinde kültür değişmeleri oldukça yavaş meydana gelmektedir. Üstün vasıfları ve maddî faydaları çok çabuk dikkati çeken, yaşama şartlarını değiştirmesi bakımından hayatî değer taşıyan teknik araçlarla makineler hariç, yabancı menşeli diğer kültür ve medeniyet unsurları halk tarafından güçlükle benimsenmektedir. Meselâ alışıla gelmiş kılık-kıyafete, içtimaî münasebetlere, düğün, bayram, ölüm gibi olağanüstü günlerde yapılan törenlere ait alışılmış gelenek ve göreneklerin değiştirilip yeniden tanzim edilmesi uzun yılların geçmesine bağlıdır ve bu çeşit değişmelerde hiç bir zaman bir devrimden bahsedilemez.”
“Çünkü doğrudan doğruya zevk ve duygu plânında incelenmesi gereken ve ferdin hem iktisadî hem de kültürel durumu ile çok yakından ilgili olan yaşayış tarzının, kanun yolu ile değiştirilip yeniden düzenlenmesine imkân yoktur. İmkân bulunsa dahi, içtimaî esaslara ve insan tabiatına aykırı olan böyle bir davranıştan netice itibariyle, bir fayda temin edilemez.”
Çoğunluğu teşkil eden halk için durum böyle olmakla beraber, kendilerini Aydın olarak kabul edenlerin durumu nedir?
“..aydın denilen küçük bir okur-yazar zümresi için tamamiyle farklıdır. Halk, alışılmış şeylere sımsıkı bağlı olduğu halde, aydın öteden beri alışıla gelmiş şeylerden kurtulmak, başkalarında gördüğü her türlü «yeni» yi kabullenmek temayülündedir. Halk, çevresindekilerden farklı hareket etmekten, onlardan farklı yaşamaktan çekindiği, «sürüden ayrılmak» istemediği halde, aydın bunun tam aksine, başkalarına ve etrafına benzememek, onlardan farklı olmak arzusundadır. Bundan dolayı halk her çeşit «yeni) ve «yenilik» e karşı temkinli, çekingen davrandığı halde, aydın daha acelecidir. Gördüğünü, çok defa, sınayıp tecrübe etmeden, sırf «yeni» olduğu için, alışılmıştan farklı olduğu için alır. Çevresinde bir “yenilik” yaratsın, bir «husûsiyet» göstersin diye alır. Bu yüzden de seçmelerinde isabetsizlikler bulunabilir.”
Aslında bizim aydınımız içinde yaşadığı halkını “geri, sürü, görgüsüz” diye suçlamak yerine onu anlamaya çalışmalıdır. Aydınlarımızın şunu düşünmesi gerekir. Halkı “geri, sürü, koyun vs” diye aşağılayınca halk aydının dediği yola geliyor mu gelmiyor mu? Gelmiyor. Halkımız aydınlara tereddütle yaklaşıyor. Eskiden köylerde söylenirdi “bu da şehirlinin bir oyunu mu acaba” derlerdi. Çünkü uzak olmayan bir geçmişte tek parti döneminin ceberut uygulamaları ve baskıları halkı aydınlardan ve idarecilerden soğutmuştur.
“Halk ise, yavaş yavaş ve sayısız sınamalardan sonra üstünlüğüne kanaat getirdiği şeyleri benimser. Bu sayede de, çok defa, aydından daha isabetli bir “seçme” yapabilir ve cemiyet hayatında kaydedilen asıl gelişme de budur. Ağır adımlarla ilerleyen böyle bir gelişme için, artık geriye dönme söz konusu olamayacağı gibi, herhangi bir isabetsizlik veya hatadan da bahsedilemez. Zira halk çeşitli hissî sebep ve heveslerle değil, sezgi ve sağduyusu ile karar vermiştir.”
Aydınlarımız “yeni” kelimesine meftundur. “yeni” olsun da nasıl olursa olsun. Bazen gözü kapalı bile kabul eder. Aslında aydınımız halkımızdan ve halkımızın bağlı olduğu değerlerden kopmuş olduğu için herhangi bir yenilik hele de batıdan geliyorsa gözü kapalı kabullenilecek bir durumdur. Halkın bilgisi eksik olabilir, belki tahsili de yetersiz olabilir fakat halkın inançlarına bağlılıklarından kaynaklanan sezgisi aydınlardan daha da isabetlidir.
“Aydınlar gibi şekli ve dışı değil, muhtevayı ve içi esas kabul etmiştir. Görülüyor ki büyük halk kitleleri, yaşayışlarını kolaylaştıran, imkânların; arttıran, elle tutulur maddî faydalar sağlayan medeniyet unsurlarını gayet çabuk benimsedikleri halde, gözle görülür maddî kazançlar sağlamayan, kendilerine yeni hayat ufukları açmayan kültür unsurlarına karşı ya direnmekte veya ilgisiz kalmaktadırlar.”
“İçtimaî ve ruhî açıdan bakıldığı zaman meselenin esası böyle olmakla beraber, bu gerçekleri hesaba katmayan ve insan tabiatını tanımayan bâzı aydınlar halktaki bu tabiî direnme ve ilgisizlik karşısında telâşa kapılırlar. Hattâ milletin geleceğine endişe ile bakarlar. Kendi hayatlarının sadece kabuğunda meydana gelmiş olan hızlı değişmenin, halkın yaşayışında da hemen vuku bulmasını isterler. Bazen daha da ileri giderek, günlük yaşayış ve muaşeretteki yeniliklere karşı ürkek ve ilgisiz duran halka kızarlar. Onu cemiyetin topyekûn ilerlemesine engel olan gerici bir unsur sayarlar ve böylece, günün birinde, aynı milletin aydını ile halk arasında derin bir uçurum belirir. Halk ile kendileri arasındaki farklı şartları hesap edemiyen, halkın içtimaî değer ve itibar anlayışı ile kendilerinin değer ve itibar anlayışları arasındaki tabiî farkı sezemeyen okur – yazar zümresi gittikçe, sinesinden çıkmış olduğu halkı küçümsemeğe başlar, hor görür, basit bulur. Halk da aydına yabancı gözü ile bakar, ona güvenmez, ona inanmaz ve kendisini ona «açamaz). Bu, cemiyetler için arzu edilmeyen bir sonuçtur. Fakat hızlı ilerleme ve medeniyet değiştirme çabasi içinde bulunan topluluklarda böyle durumlara sık sık rastlanılabilir.”(*)
…
(*) Necmettin Hacıeminoğlu, “Türk Kültürü” Dergisi. Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü, Ayyıldız Matbaası Ankara, Şubat 1963, Sayı:4, s:29-30