Dini Oluşum Ve Cemaatler (1)
eryaman escort
sincan escort
etlik escort
keçiören escort
kızılay escort
çankaya escort
rus escort
Kenan Eroğlu
Odgurmuş: Ülkemizde bu Tarikat veya dini Cemaatler konusu üzerinde hem çok duruluyor, hem de ileri geri çok konuşuluyor. Bunun sebebi nedir?
Öğdülmüş: Evet; Ben de gözlemliyor ve çoğu kez de üzülerek izliyorum. Belirttiğiniz gibi, bu konu çok konuşuluyor, hatta konuyu bilenler de bilmeyenlerde konuşuyor. Fakat bu konuşanlar derin bir Tarikat ve Dini bilgisi olanlar olsa pek gam yemeyeceksiniz. Öyle bir durum ki sosyal medyada çıkan ve çoğu kez de aslı astarı olmayan haberler ve paylaşımlar üzerinden fikirler beyan ediliyor.
Günümüzde göz önünde bulunan Tarikat Cemaat konuları 2 binli yıllara gökten pat diye düşmedi. Türkiye bu duruma bir günde gelmediği gibi 3-5 yılda da gelmedi. Elbet bir evveliyatı ve tarihi bir süreci var. Bu süreci atlayarak günümüze gelip “neden böyledir” veya “neden böyle değildir” demek bizi yanlışlara götürür.
Gelelim konumuza; Bu günü anlamamız için biraz gerilere, hatta Tanzimat dönemine ve Cumhuriyet dönemine ve uygulanan İslâmi tavır ve yaşayışa bakmak gerekiyor. O günleri ve yeraltına çekilmek zorunda kalan İslâmî bir takım tarikat ve oluşumlara bakmak lazım. İçinde bulunduğumuz Bu günlerin sebepleri arasında özellikle de tek parti döneminde uygulanan laiklik olgusunda aramak gerekir. Hiçbir dini kurum ve kuruluşun olmadığı bir yerde dini bir hayat ne kadar olabilirdi. Olsa bile eksiklerle malûl olacaktı.
Bakın “Türk Müslümanlığı”, “Türk İnanç sistemleri” gibi konularda önemli makale ve kitapları olan değerli yazar Sait Başer neler yazmış: “Tanzimat sonrasında bu “Yeni Nakşilik” adeta devletin resmî görüşünü temsil mevkii kazandı. Yeniçeriliğe karşı tedbirler alınırken, onların mensubiyetini gerekçe sayıp Bektaşilik ve Bektaşiliğin ontolojik zihniyeti olan Vahdet-i Vücut da esen nefret rüzgârından nasiplerine düşeni almıştı.
Kaotik dönemlerin kaderi: Kuru yaş karışıyor…”
“Böylece yeni tekke ile felsefe ve fen bilimlerini dışlayalı çok olmuş medresenin mutabakatı karşısında sistem kilitlendi. Tanzimat sonrası devlet idaresi, o “medrese”nin sebep olduğu acılardan kurtulmak adına, bir taraftan kurduğu yeni eğitim kurumlarında Pozitivist ontolojiye kayarken, bu defa toplumsal bakımdan medresedeki hastalığın tasavvufî versiyonuna tutuldu.”
“Hastalık bir iken iki oldu: Klasik ve yükseliş devirlerini inşa etmiş Maturidî itikadın yerini alan molla Eş’ariler dışlanmaya çalışılırken, yerini, aynı mahiyetin tasavvufî versiyonu olan bir tekke aldı. Yukarıda, devlet ideolojisine ise Pozitivist Batı angajmanı yerleşti!.. Böylece hem tekke çevresi hem medresenin hastalıkları hem de devletin sarıldığı yabancı zihniyetle toplum kıskıvrak bağlandı kaldı.”
“Bu bir deli gömleğiydi!
Bunca zamandır bu bağlarla ayakta kalma çabasındayız!
Ne dayanıklı bir mayamız varmış…
Bu gerçek bir mucizedir!”.
(Sait Bilgiç ‘Kemalizm’e karşı Müceddidiyye mi istiyorsunuz’ yazısı. Kırmızılar internet sitesi).
Odgurmuş: Sait Başer Eşariliği vs. Karıştırıyor. Eşarilik konusu biraz izaha muhtaç değil mi?
Ögdülmüş: Evet bu durum benim de dikkatrimi çekti. Kim ileri sürmüşse Yavuz Sultan Selim Mısır’ı fethettikten sonra orada bulunan Eşari alimldeini toplu halde İstanbul’ getirdi ve bu âlimlerin Türk düşüncesi üzerinde olumsuz etkileri oldu diyorlar.
Yazar Sait Başer’de bu konuyu dile getiriyor. Günümüzdeki çeşitli cemaat oluşumlarını daha da gerilere götürerek inanç sistemimizde meydana gelen değişikliklerin sonucu bu günlere geldiğimizi belirtiyor. Gerçi Sait Başer’in yukarıda belirttiği yükseliş dönemlerine Maturidi düşüncesinden ayrılınarak Eşari düşünce sistemine geçildi ve ardından da Yeniçeri Ocağı’nın kaldırılmasından sonra yeni ve başka bir yola girildi düşüncesi biraz izaha muhtaç görünüyor.
Şimdi de Anadolu’da Alevilik Bektaşilik başta olmak üzere Türk inanç sistemleri ve Cumhuriyet dönemi uygulamaları konusunda önemli eserleri olan tarihçi Prof. Dr. Ahmet Yaşar Ocak’a kulak verelim;
“…….Milli Mücadeleyi, İslamcı ideolojiye yaslanarak halkla omuz omuza sürdüren devlet, savaş kazanıldıktan sonra halk adına, ama halktan ayrılarak, elitist ve dayatmacı bir politikayla, Batılılaşmacı ideolojiye dayanan yeni rejimi kurdu. Böylece, Orta Asya’da İslami ve dolayısıyla medeniyetini kabulle başlayan bin yıllık bir dönemin, Osmanlı İmparatorluğu’nun yıkılışıyla artık tarihe karıştığını gösteriyor. Türkiye Cumhuriyetinin, merkezinde İslam’ın bulunduğu bu medeniyetin yerine, artık onun aktif bir yere sahip bulunmadığı yeni bir medeniyeti tercih ettiği mesajını, uygulanan inkılâp programıyla çok açık bir biçimde veriyordu. Bu suretle İslam’ın bütün geleneksel kurumlarını ‘kısmen devletin tekeline alıp sıkı bir kontrol altında tutarak, kısmen de ortadan kaldırarak’ ona yalnızca “kült” (inanç, ibadet) ve ahlak alanını bırakıyordu. Başka bir deyişle, İslam’ın yalnızca “kişisel vicdanda Allah ile kul arasında” kalması gereken pasif bir inanca dönüştürülmesi ve camilerden dışarı çıkmamasını hedef alan bu ‘kült İslam’ı’, tabir caizse, Kemalist ideolojinin sınırlarını ve niteliğini belirlemek suretiyle yeni bir yapı kazandırarak halka dayattığı bir tür “Kemalist İslam” idi…….” (İslam’ın bu günkü Meseleleri Türk Yurdu Yayınları 1997 Prof. Dr. Ahmet Yaşar Ocak makalesi sayfa:18)
Odgurmuş: Ahmet Yaşar Ocak Hoca’nın yaklaşımı çok ilginç.
Ögdülmüş: Evet Ahmet Yaşar Ocak hoca bu konularda Türkiye’de otorite olarak kabul edildir. Devamla şöyle diyor;
“1- Vaktiyle imparatorluk devrinde, kendi siyasi, ekonomik, toplumsal, hukuki, sanatsal (edebiyat, mimari ve musiki ile ilgili) kurum ve değerlerini üreterek. Türklere mahsus popüler bir Müslümanlık tarzının yanında, aynı zamanda şehirli bir yüksek Müslümanlık da yaratan İslam. Cumhuriyet’le birlikte bu kurum ve değerlerin ortadan kaldırılmasıyla, yerini daha çok hurafeci bir nitelik arz eden popüler İslam’a bıraktı ve zaman içinde köylü (arabesk) leşmiş görüntüsünü bütün alanlarda sergilemektedir. Büyük şehirlerin kenar semtlerindeki, biçimsiz ve mimari kalite ve estetikten yoksun “alaminüt” cami ve mescidleri ve buralara girip çıkan perişan ve zevksiz giyimli halkı eleştirenlerin……. Temel probleme kafa yormaları da gerekir.”
“2- ……. Tek parti döneminin Kemalizm’i ve onun laiklik anlayışını, bütün siyasal, toplumsal, hukuki ve ahlaki değerlerini bin yıldan beridir İslam ile yoğurmuş bir topluma adeta “Cumhuriyet’in yeni dini” hüviyetiyle dayatan sert politikası, bir anlamda, görünüşte yenilgiyi kabullenmek ve bu dayatmacı politikanın hakimiyetini tanımak zorunda kalan İslam’ın yeraltına inmesine sebebiyet verdi……. 1924 yılındaki Tevhid-i Tedrisat kanununu takiben ve 1925 yılında resmen, kendi geleneksel eğitim kurumları olan medrese ve tekkelerin kapatılışı ile birlikte, devletin yeni resmi kurumlarında da öğretilme ve eğitilme imkânından mahrum kalınca, bunu kendisi üstlendi. Tekke ve zaviyelerin, medreselerin kapatılmasıyla açıkta kalmış Cumhuriyet’e intikal eden son Osmanlı döneminin –tabir caizse “bakiyyetü’s-süyuf-üleması” ve şeyhleri, halk kesiminin yeni nesillerine İslam’ı “yer altında” öğretmeye çalıştılar. Bu, fikri muhteva ve yöntem olarak yeni hamleler taşıyan, iyi organize edilmiş bir İslami öğretim olmaktan çok, kısmen inanç, ibadet ve ahlak alanına yönelik fıkıh ve tasavvuf ağırlıklı, sistemsiz, hala Ortaçağın bütün geleneksel özelliklerini taşıyan bir öğretim idi.” (Age. Sayfa 19-20).
Not: Devam edecek.