Yavuz Sultan Selim’den Sonra Ne Değişti?
Kenan EROĞLU
Odgurmuş: Yine sizi biraz sıkıntılı, biraz da keyifli görüyorum. Şu dilinizin altındaki baklayı çıkartsanız da biz de ne olduğunu görsek.
Monşer: Çok önemli bir yazı okudum, sosyal medyada paylaşılmış.
Odgurmuş: Yine yalan yanlış bir şeyler buldunuz herhalde ve hemen de inandınız.
Monşer: Bak şimdi bana göre iki farklı Osmanlı vardı. Halifeliğe kadar olan Osmanlı, namı-ı diğer Türk İmparatorluğu ile Halifelikten sonra Araplaşan İmparatorluğumuz. Ve Araplaştıkça daha çok batan koca İmparatorluğumuz. Aslında Türkler için her şey güzel gidiyordu ta ki Halifelik sevdasına düşülene kadar.
Odgurmuş: Yani yavuz Halifeliği almasa mıydı? O devirde zaten Halifelik otoritesini yitirmiş bir vaziyetteydi. Osmanlı Sultanı bir fetih yapıyor savaş yapıyor ve kazanıyor. “Halifelik sizde kalsın ben geri gidiyorum” mu demeliydi?
Monşer: O günkü şartlarda Halifeliği olmazsa olmaz gören Yavuz Sultan Selim ile akıl hocası Şeyh İdris-i Bitlis-i ve diğerleri Memlukluların elinden Abbasi halifeliğini almak için Mercidabık ve Ridaniye savaşlarını tertip ederler. Bu savaşların sonunda, kılıç zoruyla artık halifelik Türklerindir. (1517)
Odgurmuş: Burada bir yanlış var. Yavuz halifeliği olmazsa olmaz görmedi. Batı’ya karşı ne zaman bir hamle bir sefer düzenlense doğumuzda mutlaka problemler çıkartılıyor, hatta Hıristiyanlarla, Papa ile bile anlaşarak doğuda problem çıkartılıyordu. İran’ın ya da Farsların kışkırttığı bir takım unsurların tedip edilmesi gerekiyordu. Yavuz kaynayan bu fitne kazanına dur demese neşteri vurmasa mıydı? Ayrıca Yavuz Halifeliği Arapların elinden zorla almadı. Halifelik yukarıda da belirttiğim gibi otoritesini yitirmiş bir durumda idi. Sonra Halifelik Osmanlıya geçti diye hangi Arap devletleri buna karşı çıkmış buna bir cevap verebilir misiniz? O dönemde nerede kayda değer bir Arap devleti vardı söyler misiniz? İleri sürdüğünüz şeylerin sanki aslı astarı yokmuş gibime geliyor.
Monşer: Halifeliğin alınması çok büyük bir sorun çıkarır, çünkü Arap dünyası halifeliğin kendilerinden alınmasına şiddetle karşı çıkar ve Türk halifeye biat etmek istemezler. İşte bu sorunu çözmek, Arapları, Türk halifeye bağlamak için Arapların da kabul edeceği bir orta yol bulunur. Bu yol Mısır’dan ve Arap diyarlarında seçilecek 2 bin civarında Ulemanın, Mollanın, Ebu Suud Efendilerin İstanbul’a davet edilerek, para, mal, mülk, arazi de verilerek kalıcı olarak yerleşmelerini sağlanır.
Odgurmuş: “İmparatorluğu Araplaştırmak”, diğer bir deyişle “Türk İslam’ı terk edilerek, Arap İslam’ına doğru evrilmek”. Bütün bunlar ne demek oluyor. Arap diyarlarından 2 bin civarında Ulema-Molla davet edildi ve İstanbul’a getirildi diyorsunuz. Buna bir misal verebilir misiniz? Bu 2 bin Ulema-Molla’dan bu güne adı kalan birkaç isim sayabilir misiniz? Veyahut madem bu kadar Ulema-Molla geldi bunlara İstanbul’da yer verildi, makam-para verildi diyorsunuz. Bu bahsettiğiniz Ulema-Molla’nın kaleme aldığı ve günümüze ulaşan birkaç kitap-risale adı verebilir misiniz?
Monşer: “Bugün de kısmen olduğu gibi” Türk kelimesi yasaklanır, “Türk’üm!” “Türkmen’im!” diyen Kızılbaş diye aşağılanır, dışlanır, kafası kesilir. (Bu dönem sadece Kuyucu Murat Paşanın “Türk’üm!” “Türkmen’im!” dedikleri için kafasını kestirip, kuyulara doldurduğu insan sayısı 158 bindir. Maalesef Osmanlının son 350 yılı ilk 250 yılın aksine Türklere zulümle geçer, sıkı bir Arap kökenli mezhepçilik kurulur…
Odgurmuş: Söylediğiniz birçok şeyin aslı astarı yok. Bir kere Osmanlı’nın o devirlerinde bu günkü manada “Ben Türk’üm, öteki Türk değil” gibi nitelemeler yoktu, Devlet-i Aliyye bir imparatorluktu, İmparatorluk bünyesinde çeşitli ırklara, çeşitli dinlere ve çeşitli mezheplere mensup insanlar vardı. Bu kadar çeşitli ve karmaşık topluluğu idare etmenin bir yolu olmalıydı. İnsanları birleştiren, bir araya getiren şey o zamanlarda Devlet’in dağıttığı adalet ve insanların ne dini inançlarına, ne ırklarına ne de soylarına karışmamaktı. Bu günden geriye doğru bakarak “Türk demediler, yasakladılar” gibi cümleler kurmak abesle iştigal emek olur. Ayrıca Türkmenlere karşı tapılan kıtal hareketlerinin sebep ve kaynağı onların Türkmen oluşları, Türk oluşları değildi. Anadolu’ya gelen bu Türkmenler daha henüz yerleşik hayata alışmamış, konargöçerlerdi ve belkide bu yüzden merkezi otoriteye pek de uymuyorlar, bazen de talan ve çapul yollarına girişiyorlardı. Bütün bunlara ilaveten üstüne üstlük Farslar tarafında ileri sürülen Şii’lik propagandalarına kanarak Farsların menfaatine hareket ediyorlardı. Siz devletin başında olsaydınız bu başıbozuk Türkmenlere buyurun istediğiniz talan ve yağmayı yapın, hatta İstanbul’a da gelip kargaşa meydana getirin mi derdiniz. Devlet elbette bu başıbozukları te’dip edecekti. Yapılan bu te’dip hareketlerini Türk, Türkmen vs. ezmek için yapıldı şeklindeki iddialar tamamen asılsız iddialardır. İmparatorluk bünyesinde kim kargaşa çıkarırsa başı ezilir. Bazı guruplara devletin göz yumması veya göz yumuyor görünmesi bir takım boylara, soylara, unsurlara husumetten meydana gelen bir davranış değildir. Devlet eğer bu şekilde davranmış olsaydı hakdan ve adaletten ayrılmış olurdu ki böyle bir hareket Devlet-i Aliyye’ye asla yakışmayan bir hareket olurdu.
Anadolu isyanlarına gelince İran güdümündeki birçok Derviş, Dede, Baba Şii inancına bağlı olarak Sünni Osmanlı Devleti’ne isyan etmiştir Osmanlı’yı en çok zayıflatan isyanlardır bunlar isyancılar birçok şehri yakıp yıkıp yağmalamış iç karışıklığa neden olmuştur bugünkü uğraştığımız terörizm gibi Kuyucu Murat Paşa’da kısa ve net olarak çözmüştür.
Sanırım siz sosyal medyada dolaşan ve kimin yazdığı da pek belli olmayan bir yazıyı okumuş ve o yazıdan aldıklarınızı bana aktarıyorsunuz. O yazıyı biz de okuduk. O yazıda Türk Milletinin tarihine apaçık iftiralar atılmıştır o bahsettiğiniz dönemde yalnız Mısır ve Araplardan değil Osmanlı dünya genelinde Bütün Âlimleri istanbul’a toplamıştır. Toplamıştır derken elbette cebren değil. O tarihlerde medeniyetin merkezi İstanbul olduğu için İstanbul Âlimleri, Arifleri cezbediyordu. Neden? Çünkü Devlet-i Aliyye bir cihan devleti idi ve diğer adı ile de bir hoşgörü devleti idi.
Hilafet Devleti ve Arap devletleri o dönemde Osmanlı aleyhine doğuda sürekli çalışmaktaydı Hatta Osmanlı aleyhine Avrupa devletleri ile bile işbirliği yaptıkları açık olarak ortadadır Osmanlı ne zaman doğuya dönse Batı hareketlenmiş batıya dönse Doğu hareketlenmiştir dünyanın en büyük Devletlerinden biri olması hasebiyle etrafındaki bütün devletler Hasım olarak davranmışlardır. Osmanlı’da bunu Mısır’a kadar giderek Kılıç zoruyla çözmüştür. Çünkü başka seçenek kalmamıştı.
Monşer: Yine bu dönem Türkler, saraydan, ordudan ve müesses nizamdan tasfiye edilir.
Türklerin askeri ve siyasi gücünü kırmak için bu Arap mollaların fetvalarıyla, serdengeçti birlikleri sadece Türklerden oluşturulur ve en ön safta savaştırılır, böylece kırdırılırlar, ganimet bile toplatmazlar. Ganimeti de saraylardaki Arap Mollalar ile işbirliği yapan yeniçeriler kendi aralarında paylaşırlar.
Odgurmuş: Sayın Monşer, bakın size “sayın”(!) tabirini kullanıyorum. Burada bahsettiğiniz Arap mollalar kimlerdir? Bir kaç tane isim verebilir misiniz?
Yukarıda da bazı isimler ve kitap adları vermenizi istemiştim onlara da bir cevap vermediniz. Neden Molla ismini, Arap ülkelerinden geldiğini iddia ettiğiniz Ulema’ların ismini vermekten imtina ediyorsunuz anlamadım. Yoksa bilmiyor musunuz, ya da böyle bir isimler yok mu, ha ne dersiniz?
Monşer: Devam ediyorum: Mollalar, başta matbaa olmak üzere bir sürü saçma sapan fetva verirler… Ve sonuçta Osmanlı’ya Rönesans’ı ıskalatırlar, Rönesans’ı İngiltere kapar… (Matbaa Osmanlı’ya ilk kez 1480’de Yahudiler ile gelir, sonra 1527’de Ermeniler matbaaya kavuşur ve 1563’te ise Rumların matbaası vardır. Bu meşhur mollalarımız her seferinde yeni bir fetva ile bizimkilerin matbaaya kavuşmasını engellerler, ta ki Batı Rönesans’ı ve aydınlanmayı yakaladıktan, yani 240 yıl sonra 1727’de İbrahim Müteferrika’nın çabaları ile matbaaya kavuşuruz; ama bilgiye sahip olmak için artık çok geçtir…
Odgurmuş: Yine bir takım hayali senaryolar üretip o senaryoları da gerçekmiş gibi takdim ediyorsunuz. Matbaanın ülkeye girmesini engelleyen ve bu yönde fetva veren mollalar kimlerdir. Verdikleri fetvalarda ne gibi bir gerekçe göstermişler ve neleri iddai emişler bu konuda bilgi verebilir misiniz?
Ayrıca matbaa Osmanlı’ya girmedi diyorsunuz, engellendi diyorsunuz. O devirde Osmanlı devletinde belki de matbaaya ihtiyaç bile yoktu. İstenilen kitaplar hemen yazılıyor, çoğaltılıyor, ilgili yerlere gönderiliyordu. Matbaa çok da önemli bir ihtiyaç da değildi.
O zaman ben de size sorayım, Fatih’in icat ettiği havan topu Avrupaya neden geç girdi, neden hemen yapmadılar? Giderdikleri hacetlerini kaplara koyup yattıkları odada bekleten ve ertesi günü de pencereden sokağa döken Avrupa neden Hela kültürünü hemen alıp uygulamadılar. Neden senede bir defa yıkanan Avrupalı, yıkanmayı ve hamam kültürünü bizden alamadılar da salgın hastalıklardan kırılıp geçtiler.
Monşer: Sizinle daha fazla konuşmayacağım. Sözlerimi bağlıyorum. Kısaca “Din bir seçimdir, ama Türklük kaderdir!”
İşte bu yüzden, ‘’Arap sevici mezhepçi” değil, Cumhuriyet’çiyiz, Türküz, Atatürkçüyüz. Ne Mutlu Türküm diyene.
Odgurmuş: Sözlerinizi “Ne mutlu Türküm Diyene, Cumhuriyetçiyiz Atatürkçüyüz” cümlesiyle bitirince söylediğiniz şeylere bir itiraz gelmeyeceğini mi sanıyorsunuz. Tek parti döneminin klasikleşmiş bakış açısıyle geçmişimize sövme ve okuyanları da sövdürme hakkını kimse size veremez. İddia ettiğiniz konularla ilgili bazı sorular sordum ve Molla-Âlim ve bu güne ulaşan kitap isimleri istemiştim ama siz ne yazık ki bir tane bile isim vermekten imtina ettiniz. Bu demektir ki iddia ettiğiniz şeylerin aslı esası yoktur. Osmanlı da topyekün inanç sistemini eşari mollalara teslim ettiler demekle siz iftira atıyorsunuz. Batılıların ve içimizde bulunan devlet, millet ve din düşmanlarının ileri sürdükleri ve hiçbir dayanağı olmayan şeyleri ileri sürmekle siz geçmişine Söven bir müfterisiniz.